Galatasaray Samsunspor maçının ikinci yarısında, hiç de beklenmeyen iki hareket, herkesi diyemesem de beni büyüledi.
Hayır, Galatasaraylı değilim. Bu notumun taraftarlıkla ilgisi yok… Peş peşe izlediğim iki hareket, futbol taraftarı olarak son yıllarda unuttuğumuz becerileri ön plana çıkardı.
Önce stoper Abdülkerim’in röveşatası geldi… Harika bir hareketti. Olimpiyat oyunlarını andırırcasına sıçraması, iki bacağın sağ ve sol olarak makas hareketini gerçekleştirmesi, ardından Abdülkerim’in bilinen sol ayağıyla yaptığı o muhteşem vuruş ne zamandır özlediğimiz röveşatayı sergiledi… Vuruştaki ustalık ve ciddiyet, topu yan direkten kurtaramadı, ağlara ulaştıramadı, gol için yeterli olamadı. Yine de alkışı hak eden bir hareketti. Kendi adıma delikanlılık yıllarımdan anımsadığım (Suat Mamat / Galatasaray) röveşatayı olanca güzelliğiyle Abdülkerim’in ayağından izlemiştim.
Ama o da ne!.. Direkten dönen top Davinson Sanchez’in önüne gelince, o da katıldı röveşata gösterisine. Sağıyla yaptığı vuruş o kadar güzel ve
Futbolseverlerin internet misali siteden siteye geçişi gibi dün de “maç sörfü” yapma olanağı vardı. Başakşehir-Beşiktaş maçında aradıkları tadı, tuzu, heyecanı ve golü bulamayınca, kim bilir, belki de Fenerbahçe-Sivasspor maçına kaydılar.
Fatih Terim Stadı’nda her iki takımın hedefi ligde ters giden maçlardan sonra kazançlı bir düzlüğe çıkmaktı. Beşiktaşlılar da Başakşehirliler de üst üste kaybetmenin alışkanlık yaratacağını biliyorlardı. Ona göre hazırlandılar. İki takımın Europa League ve Konferans Ligi’nden galibiyet ve beraberlikle çıkmış olmaları gönülleri rahatlatan, umut veren gelişmeydi.
İyi niyetimizle böyle bir beklenti içinde başladık maçı izlemeye… Hayret… Oldukça yavaş, sanki sabah yürüyüşüne çıkmış orta yaşlılar örneği koşar gibi yaparak başladılar maça. Top kayıpları, faüller, yerini bulmayan paslarla oluşan aldatıcı atak fırsatları maçı maç yapmaya yetmedi.
Beşiktaş, maç bitmeden önce baktığım son istatistik verisinde
Kahramanını arayan bir maç izledik. Beşiktaş, Malmö karşısında golü kovalayan, maçı sahiplenen ev sahibi gibi oynadı. Ancak topu kullandığı her alanda üç pas, bir dripling yapmadan, ya da bir duran top kazanamadan baskılı oynayan rakibine teslim oluyordu. Öte yandan kanatlarda ve ortadan yakaladığı fırsatlarda gereksiz yan paslarla fırsat harcamaktan da geri durmadı Beşiktaşlılar.
Malmö geçmişte Beşiktaş’ı çok üzmüş, geriye düştüğü maçta beraberliği kurtarıp turu alarak gitmişti. Elbette o kuşaklar çekildi sahalardan fakat 50’li yaşlarını sürenlerin anılarında tüm ayrıntılarıyla dile getirilen gerçeklerle gençlere aktarılır bunlar. Dün gece o takımlardan bu kaza maçlarını bilen öğrenen var mıydı, bilmiyorum. Bilseler, ya da öğrenmiş olsalar bir tür rövanş duygusuyla daha iyi oynayabilirlerdi.
Bronckhorst sakatlıktan dönen Paulista’yı sahaya sürmekte isabet etmişti.. İyi bir maç çıkardı Udokhai ile birlikte. Ancak merkezde Ndour ile Gedson böyle bir maça layık oyun
Önce diz üstü kaymayı denedi, olmadı. Takla attı. Neyse ki sakatlanmadan ayağa kalkıp konuştu.
Jose Mourinho, anımsayalım, Kadıköy’de Galatasaray’a 3-1 yenildikleri maçtan sonra “saçma” bir yaklaşımla “Galatasaray bizden fazla gol attığı için kazandı” demişti… Bu basit, çocuksu, ciddiyetsiz açıklamayı hiç sevmemiştim. Okula gitmeyen, sayı saymayı bilmeyen çocuklar bile futbolla zaten böyle tanışıyor. Mourinho, o günkü derbiye hak ettiği saygıyı göstermeliydi.
Trabzonspor-Fenerbahçe (2-3) maçından sonra, takla/yuvarlanma sahnelerinden önce yaptıkları, sonraki konuşmaları bende “nihayet Mourinho” izlenimi uyandırdı.
“Bilseydim, gelmezdim.”
“Fenerbahçeliler bana yarısını anlatmışlar.”
“Londra’da Türkiye Ligi’ni izleyen kaç kişi var? Sadece oğlum izliyor!”
Hiç de sempatik şeyler değil. Hoşumuza gitmeyen, duymak istemediğimiz sözcükler bunlar. Hayır, öfkelenmemeliyiz… Boğaziçini, balığımızı ve şiş kebabımızı öven yabancılara
Konuk takım Kasımpaşa ise dikkat edeceksiniz. İstanbul’un gidip gelen, düşüp kalkan takımları var. Kasımpaşa onlardan değil. İyi futbol, dengeli bütçe ve iyi antrenörlerle istikrarlı kadrolar oluşturup “seyir zevki” sunuyorlar. Peki ne kazanıyorlar? Hemen söyleyelim: Saygı kazanıyorlar. Dün Kasım’ın ilk hafta sonuydu. Onlar da adlarının ve geleneklerinin paşası oldular.
Beşiktaş, Galatasaray yenilgisinden sonra sanki takım ahengini, temposunu kaybetmiş gibiydi. Durgun ve tutuk oynadılar. Bronckhorst’un belirlediği on birde Onur Bulut, NDour, Gedson, attğı gole rağmen Muçi, aldığı her topu kaybeden Semih, yorgun ve yalnız adam İmmobile, Kasımpaşa’nın oyununa karşılık veremediler. Hele 40. dakikada sol kanatta topla buluşan İmmobile’nin hali çok dramatikti. İtalyan futbolcu topla ceza alanına girdi, ama gördü ki hiçbir takım arkadaşı ne kendini gösteriyor, ne de ceza alanında pas almaya, şut atmaya koşuyor. Evet, Beşiktaş’ın santrforu yorgundu ama hiç değilse gayretliydi. Ötekiler oyuna bir türlü ısınamadılar, maçın içine
Galatasaray, Beşiktaş’ı hak ederek yendi ve ligin tek yenilmeyeni olarak ayakta kaldı. Oynanan futbol keyif verdi mi? Hayır… Çünkü bu sezon daha keyifli maçlar izledik.
Hakem Arda Kardeşler de kararlarıyla her iki takımın şikayetine hedef oldu.
Vermediği penaltı, göstermediği sarı ve kırmızı kartlar var. Her iki takım da mağduriyetle ses yükseltiyorlar.
Kendi adıma Kardeşler’in gördüklerini çaldığını, bazı pozisyonlarda da VAR tarafından uyarılmadığını düşünüyorum.
Dün FIFA kokartlı eski hakem dostlarımdan biriyle konuştum. Arda Kardeşler ve tüm hakemler için şunları söyledi: “Hakem atamaları yapılırken performans, atletik yeterlilik, form durumuna bakılmaksızın başka şeyler önem kazanıyor. Bunlardan en önemlisi, hakemlerin yeniden TFFHG Derneği’ne dönerek üyeliklerini yenilemeleri. Bazı maçlarda bazı hataları zinhar yapmamaları isteniyor. FIFA kokartlı hakemlerimizin Süper Lig ve Avrupa performanslarına bakıldığında yurt içindeki baskının olumsuz etkilerini görebilirsiniz.
MHK Başkan Yardımcısı Ahmet Şahin, atamaları
Süper Lig ayrışıyor… Bazı takımlar ve oyuncular bildiğimiz ölçüler içinde kalıp başarıyı ararken, kendi yetenekleri ve üstünlükleriyle rakiplerini aşarak oyunun kalitesini ve seviyesini yükseltiyorlar.
Dün geceki maçın ilk yarısında edindiğimiz izlenim ve gözlem notlarımız böyleydi. Galatasaray, Okan Buruk’un tercihiyle Icardi ve Osimhen’i “çift santrfor” olarak sahaya çıkarırken, Beşiktaş tek santrforu Immobile’ye yalnızlığı yaşattı. Sadece Immobile değil… Topla buluşup zıpkın gibi rakip ceza alanına yönelen Rafa Silva da yalnız kaldı. İki sivri adam, topla hemen her buluşmalarında birbirlerini yalnız bıraktılar.. Topu getiren, kime pas vereceğini bilemedi, rakip savunmacılar da basıp kolayca “geçiş” yapıverdiler.
Beşiktaş oyunun başından itibaren topla daha çok oynayan taraftı. Buna ek olarak Arda Kardeşler’in Galatasaraylı futbolcuların sert müdahalelerine seyirci kalmadığını, serbest vuruş kararlarını bekletmeden verdiğini, sarı kartlarını göstermekte gecikmediğini de gördük. Hakem
Kaş çatmayan, öfkeyle konuşup azarlamayan, soğukkanlı hakemle başlayalım.. Alman Harm Osmers, iyi bir maç yönetti. Önce Lacazette’nin 24’te attığı gol için “beklemeye” geçti. Pozisyonun VAR incelemesinde “ofsayt” olduğuna hükmetti ve golü iptal etti. Sonrasında 29’da Emirhan’ın Lacazette’ye ceza alanı içinde (??) müdahalesine penaltı noktasını gösterdi. Ama yine anında bir incelemeye geçti VAR. Bu arada Emirhan’a da sarı kart çıktı. Evet, ikinci incelemede de müdahalenin ceza alanı dışında gerçekleştiğine karar vererek penaltıyı iptal etti. Ceza alanı dışından yapılan serbest vuruşu uzaklaştırmak pek zor olmadı.
VAR sistemi devreye girdiğinden beri ülkemizde ve yurt dışında (özellikle Avrupa’da) farklı uygulamalar görüyorum. Dün gece Osmers’in zamanı da iyi kullanarak gayet net kararlar verdiğini gördüm. Bizdekiler de hızlanıp soğukkanlı karar aşamasına geçerler mi? Elbette. Niye olmasın!
Evet, Beşiktaş şanslıydı… Anlattığım iki olayda da incelemeler doğru