Rakibin senden iyi olsa, sağlık olsun deyip geçersin…
Kötü oynamış olsan, elenmeyi hak ettik deyip önüne bakarsın…
Avrupa’nın kapısından bu şekil dönmek, senden üstün olmayan bir takıma elenmek hakikaten insanı derinden etkiliyor. Sezon başı hedefi, hayali Şampiyonlar Ligi üzerine kurmuşken, gruplara veda etmişken…
Basel ne Trabzonspor’dan iyiydi ne de bordo-mavili takım elenmeyi hak etti. Morale ihtiyacımız olduğu şu günlerde tebessümümüz kursağımızda kaldı.
Girilen, kaçan pozisyonları saymaya, yazmaya kalksak bitiremeyiz. İnsan ister istemez soruyor; bunları atamazsanız hangisini atacaksınız çocuklar? Bir değil, iki değil…
Şöyle de diyebiliriz, Trabzonsporlu oyuncular atılması gerekenleri atamadı, atılmaması, daha doğrusu ofsayt gerekçesiyle sayılmayanları attılar, bir değil, iki değil…
Ah Bakasetas ah! Ayağın kaymayıp o penaltıyı kaçırmazsan; Basel kabak çiçeği açılacaktı ki, farka gitmek işten bile değildi…
Tüm bu olumsuzluklara, kaçan gollere rağmen, yenilen iki gol inanılır gibi değil,
27 Mayıs 1972 günü, Ankara’dan ‘Trabzonspor, PTT’ye 1-0 mağlup oldu’ haberi duman gibi yayılmıştı köyümüzde. Büyüklerimizden biri söylemişti, ağlamaklı durumda.
Acı haber tez yayılır derler! Birkaç saat içinde herkesin morali yerle bir, kimse kimseyle konuşmuyor. İlkokul çağımda benim de kendimi boğulacak gibi hissettiğim gün, dün gibi aklımdadır!
Köyümdeki hal, bizdeki durum böyle iken camianın neler yaşadığını, neler hissettiğini tahmin etmek o kadar güç olmasa gerek.
**
Her anlamda büyük bir yıkımdı camia için Trabzonspor’un 1. Lig’in kapısından dönmesi.
Zor bir sürece giriliyordu, girilecekti ki…
Camiaya sabırlı olunması, sakin kalınması, moral bozmadan, takımı bozmadan güçlenerek devam edilmesi gerektiğini söyleyenlerin başında Ahmet Suat Özyazıcı hocanın geldiğini yıllar sonra öğrendik.
**
En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim:
Ülkemin yarısının beşik gibi sallandığı, taş üstünde taş kalmayan bölgelerde kediler ile köpekler birbirine sarılıp kardeş olmuşken, bazılarının insan olmayı becerememesi!
Dükkân, mağaza ve yakıt istasyonlarını yağmalamaya kalkanlara, yardım tırlarının önünü kesenlere, içi kan ağlayanları yalan haber yayarak paniğe sevk etmeye çalışanlara lanet olsun! Kira ve konteynere zam yapanlara da yazıklar olsun!
‘Bizde var, ihtiyacı olanlara verilsin’ diyen, kumbarasında biriktirdiği harçlığını evleriyle, hayalleri yerle bir olan depremzedelere gönderen çocuklarımızla gurur duyduk!
Meteorologlar günlerdir, “Kuvvetli fırtınayla birlikte tipi şeklinde kar yağışları” tahminleri yapıyor. “Zaman zaman şimşek, gökgürültüsü de olabilir. Özellikle kuvvetli rüzgar futbolcuları olumsuz etkileyecektir” diyerek uyarılarda bulundular...
Derbi saati yaklaştıkça uyarılarını yinelediler “Karadeniz siklonu yaklaşmaya başladı. Fırtına İstanbul’da her geçen saat kuvvetlenecek. Akşam ve gece ise tipi şeklinde kar yağışları bekliyoruz.” Uyarılar oynanacak derbinin özeti gibiydi sanki! Zira fırtına gibi başlayan, esen taraf Trabzonspor’du. Henüz dakika olmadan Galatasaray defansının akıl almaz hatasını, iştahlı ön alan baskısıyla değerlendiren, Gomez’e “al da boş kaleye at” ikramını yapan Abdülkadir Ömür’dü. Açıkçası böyle bir golü ne Galatasaraylılar ne de Trabzonsporlular bekliyordu; atan da yiyen de şaşırdı bir anda!
Öne geçtikten sonra merkezi kalabalık tutup, rakip defans arkasına atacakları uzun toplarla kanatları kullanarak sonuca gidebilirlerdi ama Lahtimi’nin etkisiz oyunu;
Bir Galatasaray-Trabzonspor karşılaşması daha gelip çatınca, 1998–1999 sezonunun 12.haftasında Ali Sami Yen’de Trabzonspor’un Galatasaray’ı (3-5) yendiği maç ve o gün başımıza gelenler düşer aklıma. Bu vesileyle hem o günü hatırlatalım hem de okuyacağınız hikayeyle hafta sonunuza neşe katalım istedik.
**
Zeytinburnu’nun bazı sokakları birbirine çok benzer. Adımladığınız caddelerde ilginizi çeken gecekonduların arasında gözünüze ilişen yüksek katlı binalara, daha doğrusu önünüze değil de gökyüzüne bakarak yürürseniz, geri dönüşünüz öyle muhteşem olur ki; soluğu ya tren istasyonunda ya deniz kıyısında ya da başkalarının evinde alırsınız benim gibi…
**
Mahalle büyüklerimizden Hayri Cebitürk, kahvehaneden çıkarken gür bir sesle bağırdı: “Maçı beraber izleyelim” Arkadaşlarla koyu muhabbete dalan bendeniz, kafamı “Olur” anlamında sallayıp, onayladım. İşaretimden ikna olmamış olacak ki, durumun ne kadar önem taşıdığını ifade etmek için ani bir manevrayla
Evinde aldığı skorlar ile dışarıda aldığı skorlar arasında büyük fark var; içeride bileği bükülmüyor, sadece 4 gol yemişler. Dışarıda hasarlı bina gibi dökülüyor; kalelerinde 23 gol görmüşler!
Kısaca, neden mi böyle?
İç sahada inanılmaz mücadele ediyorlar. Alan daraltarak, yardımlaşarak oynadıklarından, tribünlerde yükselen alkış tufanı altında sonuca gidiyorlar ve hem oynayan hem de izleyen keyif almış oluyor.
Dışarıda durum çok farklı; mevcut kadronun geniş alanda oynaması çok zor. Oluşan boşluklar atletik oyunculara sahip takımlar için bulunmaz bir nimet. Rakibi defansta ve orta sahada karşılamada sıkıntı yaşanınca, defans hataları da bunlara eklenince; sonuç kaçınılmaz oluyor.
Fraport TAV Antalyaspor’a karşısında golü bulana dek tribünlerin, tabir caizse ölüye can veren tezahürat eşliğinde ön alan baskısıyla başladılar. Zaman zaman günümüz çağdaş futbolundan esintiler sundular; Bakasetas, rızkını taştan çıkarmaya çalışan, Trezeguet gol yollarını koklayan. Trezeguet’e asist yapan, daha
Trabzonspor’un bu sene deplasmanlarda kırılgan olduğunu, ilk golü yediklerinde devamının geldiğini, “kumdan kale” gibi dağıldığını herkes biliyor artık...
Doğrusunu söylemek gerekirse, Hatay’da oyuna iyi başladılar. Bakasetas’ın 9. dakikada Bardhi’nin kafasına paraşütle indirdiği topla öne geçtikten birkaç dakika sonra rakibi üçe bir yakaladıkları pozisyonda Djaniny, topu kaleye yollamak yerine Yusuf ya da Gomez’e verse ikiyi bulmaları işten bile değildi.
İkinci yarının hemen başında Siopis’in direkte patlayan topu Trabzonsporlular adına büyük şansızlık, Hataysporlular için büyük şanstı...
İlk yarı oyunu kendi sahasında kabul eden ev sahibi, ikinci devre Trabzonspor’a saldırmaya, geniş alanlar bulmaya, defans arkasına uzun toplar atmaya başladı ki… Volkan Demirel, bunu bildiği, dersini iyi çalıştığı ve de sonucu bulacağı için ikinci yarıyı beklemiş olacak...
Trabzonspor defansı bildiğiniz, dediğimiz gibi, kumdan kale! Ufak bir sarsıntıyla yıkıldılar yine, Fatih Karagümrük ve Alanyaspor maçlarında olduğu gibi.
Onca hata
Trabzonspor’a galibiyet serisi lazım artık. Galibiyet ile mağlubiyet akrabadır; birini yakalarsan tozu dumana katarsın, diğerine yakalanırsan tozu dumanı yutarsın!
Bordo-mavililer şimdiye dek arada seyahat etti; iki ileri bir geri giderek durumu idare etti. O galibiyet serisini bir türlü yakalayamadılar. O anlamda Başakşehir galibiyeti ilaç gibi geldi, Ziraat Kupası’nda geçilen tur moral verdi, devamını getirmeleri için de İstanbulspor’u yenmesi gerekirdi.
Maça gelince…
Yusuf Yazıcı ile golü bulana dek, 19. dakikada çifte kavrulmuş ofsayttan attıkları golden başka pozisyonu yoktu bordo-mavililerin. Topun, oyunun tamamen hakimi olmalarına rağmen ne kanatları kullanabildiler, pas alışverişlerinde ağır kaldıkları, tempo yapamadıkları için ne de rakip kalede etkili olabildiler.
Hal böyle olunca işiniz duran toplara kalır ki ilk golü de öyle buldular; karadan başlattıkları harekatı Djaniny ile havadan devam ettirip Yusuf ile son noktayı koydular…
Soyunma odasında Avcı’nın öğrencilerine ne dediğini tam olarak bilemeyiz, lakin tahmin ederiz; yakışmıyor, tempo yapın, farka gidin