Hikâyeyi okuyunca; Trabzonlu olmayan Trabzonsporluların, Trabzonspor’u ne kadar çok sevdiklerini, Trabzon’a gitmek, görmek için ne kadar can attıklarını çok daha iyi anlayacaksınız…
Bu köşenin yazarı ve Trabzonspor divan üyesi olarak yıllardır onu bilir, onu söylerim:
Trabzonspor bu kadar büyük bir aile olmuşsa; Trabzonlu olmayan Trabzonsporların katkısını yazmakla bitiremeyiz… Trabzonspor’dan dolayı Trabzon’a olan aşklarını da anlatmaya kelime bulamayız…
Zira onlar, kökleri Trabzon’da, dalları dünyayı sarıp sarmalayan koca çınar Trabzonspor’un yapraklarıdır.
Dememiz o, Trabzonlu Trabzonsporluların, Trabzonlu olmayan Trabzonsporluları gerekirse sırtında-başının üstünde taşımalı, her daim el üstünde tutmalılar…
**
Ailesiyle asker ziyaretinden dönen Trabzonlu beden eğitimi öğretmeni Cem, yakıtı bitmek üzere olan 61 plakalı aracıyla Hatay-Adana karayolu üzerinde bir yakıt istasyonuna uğrar.
Aldığı yakıtın ücretini ödemek için kasaya yöneldiğinde, istasyon sahibi olduğunu söyleyen kişinin &l
Tam 20 sene evvel, bir başka deyişle 2002 yılında katıldık Dünya Kupası’na.
Mevzu yıllardır olmak, oynamak için yanıp tutuştuğumuz Dünya Kupası maçları olunca, 20 sene evvel yaptıklarımızı anlatıyoruz, bir hekimin bir hastaya bir saatte yaptığı ameliyatı, hastanın ömür boyu konuştuğu gibi!
**
Her şey bir yana da turnuvaya katılan takımların oyun anlayışını, hakemleri, teknik adamları eleştirmemiz, beğenmememiz yok mu arkadaş; ‘böyle oynamalıydılar… şöyle karar vermeliydiler!’
İyi de birader, adama sorarlar:
Siz 20 senede ne yaptınız? Madem çok biliyorsunuz yıllardır niçin olduğunuz yerde sayıyorsunuz, senelerdir Dünya Kupası diyerek sayıklıyorsunuz? Sahi niye bir tane hakeminiz yok?
E haksız da değiller!
Neyse…
Bünyamin Kahriman (24), Serhat Kırkayak (23) Mesut Keleş (19), Trabzonspor-Fenerbahçe maçını izlemek için Trabzon’a gitmeye karar vermişti 2009 yılının aralık ayında.
Arkadaşları Fenerbahçeli Ahmet Muhammed Demirel’i de (21) davet etmişlerdi.
Fidan gibi delikanlılar Ankara’da öğrenciydiler. ** Trabzon ve Trabzonspor aşkıyla yanıp tutuşan Serhat, yıllardır Ankara’da ikamet ediyordu. Kendine ait internet sitesinde, canı kadar çok sevdiği takımına olan aşkını şu sözlerle dile getirmişti:
Bordo mavi kefenim olsun, Trabzonspor’um bu sene şampiyon olsun! Bünyamin, Akçaabatlı, bıyıkları yeni terlemeye başlayan Mesut, Manisalıydı.
Belki de o Mesut, yıllar sonra Trabzonspor’un efsane başkanlarından Kırşehirli Şamil Ekinci gibi olacaktı; Trabzonspor’a başkan olacaktı…
**
Süper Lige ara verildiği, Dünya Kupası maçlarını beklediğimiz bu günlerde, güzel bir hafta sonu geçirmeniz dileğimizle, Merzifonlu Ahmet’in Trabzonspor’a ve de 61 plakaya olan aşkını bir kez daha hatırlatıp, neşenize neşe katmak, diğer bir ifadeyle gününüze dokunmak istedik!
Buyurun, okuyanlara, duyanlara ‘Bu nasıl bir aşktır böyle?” dedirtecek ilginç hikâyeyi bir kez daha okuyalım.
Yer Almanya, Augsburg
Ahmet Koçak, yıllardır Almanya, Augsburg’da ikamet ediyor. Giyiminden-kuşamından, evinin dışından odalarına varıncaya dek bordo-mavidir. Hatta araçları da…
En büyük hayallerinden biridir, aracının plakasında çok sevdiği Trabzonspor’u hatırlatan harflerin yazılı olması, sonu da 61 ile bitirse diyecek kelime bulunmaz Ahmet Koçak’ın keyfine.
Yıl 1997
Augsburg’un sokaklarında ‘A TS 61’ plakalı bir araç ilişir gözüne. Dünyalar onun olur olmasına da Alman plakalı araç kuyruksallayan dalkavuk gibi bir anda gözden kaybolur!
Plakaya, sahibini arayıp bulmayı kafaya takmıştır bizimki. Ne yapıp ne
Kadro mühendisliğindeki başarısızlık; önce Şampiyonlar Ligi’nden etti, sonra da UEFA Kupası maçlarından.
Dün gece de bir kez daha anlaşıldı ki Trabzonspor’un bu kadro ile şampiyonluğa oynaması, yarışta olması çok zor! O yüzden Trabzonsporluların fazla hayal kurmalarına gerek yok, akışına bıraksınlar gitsin!
Konferans Ligi’nde nereye kadar giderler, Allah bilir! Orada bir derece yapabilirseler, gönülleri tekrar fethedebilirler belki.
Bu ligde rakibi ısırmayana, koşmayana, mücadele etmeyene puan yok. Ben geçen senenin şampiyonuyum diyerek oynamayıp, mücadele etmeyip beklersen, daha çok beklersin…
Yusuf Yazıcı’yı tanımasak, bilmesek, Fransızlar dublörünü göndermişler diyerek ortalığı velveleye verebilirdik! Yusuf’u tanımak için bin şahit lazım. Ne olumlu bir pası vardı ne de oyunda vardı… Sadece bedeni sahadaydı Trabzonspor’dan ayrıldığında çocukların arkasından hıçkırarak ağladığı Yusuf…
Gerçi Trabzonspor’da ne oynadığını bilen yoktu da…! Hamsik hariç herkes kafasına göre, takım oyunundan uzak
2-0 öne geçmişken, iyi de oynuyorken, o ana dek rakibin pozisyonu yokken, rakip risk alıp çift forvete döndükten sonra geriye çekilmek, oyunu kendi sahanda kabul etmek, topun arkasına geçerek, bekleyerek oynamak?
Halbuki rakibi bu denli oyuna ön alan baskısı yaparak mecbur ettin, penaltıları o oyun anlayışla elde ettin.
İki farka güvenip, maçın o skorla biteceğini düşünerek rehavete kapılırsan; sen, soyunma odasına soğuk ter dökerek, rakip ikinci yarının bir an evvel başlamasını isteyerek gider.
İlhan Palut’un oyuncu değişikliği tuttu, riskin karşılığını aldı, Trabzonspor’da yapılan Yusuf Erdoğan değişikliğine ne demeli? Ömür’ün yerine oyuna giren Yusuf, sağ açık oynadığı, daha doğrusu oynamadığı yirmi dakika Trabzonspor’u sahada bir eksik bıraktı. Heba edilen, çöpe atılan koca bir yirmi dakika… Kaçırdığı bir pozisyon var ki… Sol beke geçtikten sonra sayıyı tamamladı, hepsi o kadar!
Adam eksiltme yeteneklerine sahip Lahtımı, Yusuf’tan daha mı kötü? İnsan ister istemez merak ediyor; madem kötü, madem
Bordo-mavililerin o gruptan elini, kolunu sallayarak, hatta lider çıkması gerekirken…
İşin ilginç yanı; kaybetseniz, Kızılyıldız, Monaco’dan puan alsa, Avrupa defterini grubun dibine demir atarak kapatma gibi durum da vardı, güler misiniz, ağlar mısınız?
Gruptan lider çıkamadıktan sonra ikinci olsanız neye yarar? Şampiyonlar Ligi’nden gelen takımlarla oynayacaksınız ki… Yarını kestirmek için kâhin olmaya gerek yok! Zira durum tespiti Şampiyonlar ligi ön eleme maçlarında yapıldı! O anlamda Konferans Ligi Trabzonspor için uygun olanı; Trabzonspor ve ülke için gidebildiğiniz yere kadar…
Maça gelince…
Trabzonspor, bilhassa ilk yarı Ferencvaros’a sahayı dar etti, sahaya çıktığına adeta pişman etti! Günümüz çağdaş futbolundan kesitler sundu, canını dişine taktı, iyi alan daraltı Avcı’nın öğrencileri. Rakibe bırakın pozisyon vermeyi, 75 dakika kaleye yaklaştırmadılar. Rakip ilk isabetli şutunu 81’de attı.
Uzun zamandır böyle bir Trabzonspor izlememiştik. İnsan sormadan edemiyor; daha önce nerelerdeydiniz?
Gözler Belgrad’ta, kulaklar Macaristan’dan gelecek sonuçta idi… Ve elde kâğıt, kalem ince hesaplar yapılmaya başlandı; şöyle olsa, böyle olsa…! Kim ne derse desin ne kadar hesap yaparsa yapsın, son sözü oyuncular söyleyecekti…
Maça gelince…
Sen çok değil bir hafta önce harika oynayarak Monaco’ya dört at, Kızılyıldız gibi iddiası olmayan takıma mağlup ol… Tamam, iki topun direkte patladı, şansın yanında değildi ancak bu kadar da olmaz… Başlama vuruşundan mağlup duruma düşünceye dek mücadele etme, son bölümlerde gol ara, puan derdine düş. Yedirirler mi adama! Öne geçtikten sonra doğal olarak kapandı Kızılyıldızlılar, işin gücün yoksa iğine ile kuyu kaz!
Ne yaptığını bilmeyen beklerin kötü oyunu rakibin oynama iştahını artırdı. Çıkarken kaptırılan toplar sezon başından bu yana en büyük hastalığıydı Trabzonspor’un, aynı hastalık Belgrad’ta da devam etti.
Düşünün; gol ararken kaptırdığınız top kalenizde gol oluyor… Bekler ne