Bilim insanları içinde bulunduğumuz yüzyılın “Pandemi Yüzyılı” olduğunu defalarca açıklamışlardı.
Afetleri, salgınları ve savaşları görünen o ki durduramıyoruz.
O halde yapılacak tek şey var.
O da riskleri olabildiğince azaltmak ve onlara hazır olmak.
Peki, bunu bugüne kadar gerçekleştirebildik mi?
Evet demek abartılı olur.
O zaman şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanı geldi de geçiyor.
Bu konuda hem çok dezavantajlıyız hem de büyük avantajlarımız var.
Depremzedelerin barınma ihtiyacını karşılamak için ülke genelinde üniversitelerin kapatıldığı ve devlet yurtlarının bir süreliğine AFAD’ın emrine verildiği açıklandı.
Dışarıdan bakıldığında ulvi bir davranış gibi gözükse de artılarına, eksilerine bakıp ona göre karar vermek en doğru olanı.
İlk günlerin çaresizliği nedeniyle böylesi bir seçenek doğru olabilir ama ortalık sakinleşip de daha soğukkanlı bakıldığında yeniden bir durum değerlendirmesi yapmakta yarar var.
Örneğin İstanbul’u ele alalım.
İstanbul’da 60 civarında üniversite ve bir milyonu aşkını üniversite öğrencisi var.
Kredi Yurtlar Kurumu’na (KYK) ait yurtlarda kalan öğrenci sayısı ise yüzde 5 civarında bile değil.
Yani yurtlara ihtiyaç var, yüz yüze eğitime ara verilsin mantığı doğru değil.
Daha da önemlisi, devlet yurtlarında kalan öğrencilerin büyük bir kısmı zaten o illerimizden gelenler.
'Asrın felaketi’ konusunda çok uyarılar yapılmıştı ona rağmen hazırlıksız yakalandık.
Pek çok ilimiz yerle bir oldu, on binlerce insanımız yaşamını yitirdi.
Ülke olarak yüreğimiz kan ağlıyor.
Keşke şöyle yapılsaydı, keşke böyle yapılsaydı, bu olanlar olmazdı diye başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmiyor.
Elbette birinci önceliğimiz hâlâ enkaz altında olanları kurtarmak, yaraları sarmak ve en kısa zamanda hayatı normale döndürmek.
Peki ya sonrası?
1999 sonrasında hayata geçiremediğimiz önlemleri şimdi alacak mıyız?
O hep sözü edilen “milat” artık başlayacak mı?..
Zor hem de çok zor bir dönemden geçiyoruz. Allah bir daha böylesi felaketler yaşatmasın. Kaçınılmaz olduğunda ise böylesine hazırlıksız yakalanmayalım.
Felaketin gümbür gümbür geldiğine yönelik olarak hemen her gün yeni belgeler ortaya çıkıyor. Benzer felaketler de kapıda. 17 Ağustos’a hazırlıksız yakalanmıştık. Peki ya 6 Şubat ve daha sonrası?
Hiçbir mazeretimiz olamaz. Olmamalı. Hiçbir saniyemiz artık boşa gitmemeli. Bir an önce yaralarımızı nasıl sarar, geleceğe nasıl hazırlanırız ona bakmalıyız.
Ülke olarak moral ve motivasyonumuz zaten dibe vurmuş durumda, bunu daha fazla zorlamaya hiç kimsenin hakkı yok. Hiçbir şey yapmayanlar, yapamayanlar, ne olur artık sussunlar daha iyi. En azından öfke katsayısını yükseltmezler!..
Çocuklar perişan
Elbette ateş düştüğü yeri yakıyor ama sadece 10 ilimizdeki yurttaşlarımız değil tüm ülke perişan. Özellikle de çocuklarımız.
Yaşadıkları travmanın üzerlerinde derin etkiler yaratacağı kesin. Bu yüzden bir an önce onları normal yaşama döndürmeliyiz. MEB,
Acımız büyük, saatler ilerledikçe, tablo netleştikçe daha derinleşiyor. Tıpkı 17 Ağustos sonrasında olduğu gibi. O zaman da “Bu bir milat” demiştik, muhtemelen yine aynı sözler verilecek. Peki, o zaman yaşadığımız onca facia, çaresizlik, iş bilmezlik niye? Kabahatli arıyorsak, kabahatli hepimiziz ama gün kabahatli arama günü değil, yaraları sarma, ders çıkarma ve bunları hayata geçirme günüdür!.. Ne olur artık duygularımızla değil, aklımızla hareket edelim. Günü kurtarmaya değil, geleceği kurtarmaya yönelelim.
Dersler çıkartalım.
Dünyanın dört bir yanından kurtarma ekipleri, bilim insanları geldi, gelmeye de devam ediyor.
Elbette öncelikli amaçları yardımcı olmak ama daha önemlisi dünyanın en büyük doğal afetlerinden birini her şeyiyle yerinde incelemek ve olası bir felakette ülkelerini nasıl koruyacaklarına yönelik dersler çıkarmak!..
Yani bizim yapamadığımızı onlar yapmaya çalışıyor ve muhtemelen de bizden önce hayata geçirecekler!..
Organizasyon yeteneği
Organizasyon dışarıdan bakıldığında kolay
İyi insan kendisi kadar başkalarını da düşünen, iyi yurttaş da ülkesinin dününe, bugününe, yarınına sahip çıkandır.
Peki, biz ne yaptık?
Çocuklarımızı hayata hazırlamak, felaketlerden korunmak, mükemmeli aramak yerine günde 500 test çözerek sadece ve sadece sınavlara hazırladık.
Yaşadıkları coğrafyadan bihaber, yaşanan felaketlerden zerre kadar ders almayan kuşaklar yetiştirdik. Hemen her konuda onları duyarsızlaştırdık.
“Deprem öldürmez, ihmaller öldürür” söylemine bir kez daha şahit olduk.
Doğal felaketlerle içi içe yaşayan bir ülke olarak coğrafya dersini yok saydık, tarihi rafa kaldırdık, felsefeyi, sosyolojiyi görmezden geldik.
Matematik ve fen anlattık; düşünceyi geliştirsin diye değil, sınavlarda yüksek puan alsınlar diye öğrettik.
Uyuyan fayların 500 yıl sonra da olsa uyanabileceğini, dere yataklarına ev yapmanın felaket olacağını, depremin değil çürük binaların öldürdüğünü, yasaların takipçisi olmanın en temel yurttaşlık görevi olduğunu hep göz ardı ettik.
Bu konuda çok yazı yazdık. Görünen o ki daha uzun süre yazmaya devam edeceğiz. Kimileri “Boş yere çırpınıyorsun, eğitim böyle gelmiş böyle gider, çabaların boşuna” diye moral bozmaya çalışsa da yola devam.
Neden mi?
Ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için daha iyi bir eğitimden başka alternatifimiz yok da ondan!
Eğitim derken, nasıl bir eğitim sorusunu sormadan, sorgulamadan da geçmemek gerekir. En iyi liselere girmek için büyük mücadeleler verip kazandıktan sonra da üniversite sınavına daha iyi hazırlanmak için açık liseye geçiliyorsa, bu eğitim sisteminin sorgulanması gerekir. Hem de bir defa değil, bin defa!..
Hangi ders önemli, hangi öğrenci başarılı sorusuna gelince, çok derin bir konu! Öyle bir noktaya geldik ki sınavda soru sorulan dersler önemli, sorulmayanların zerre kadar önemi yok. Yine aynı şekilde günde 500 test çözen öğrenci başarılı, sınavda aradığını bulamayandan bir şey olmaz!
Peki, bu böyle mi?
Hayatın içerisine girip baktığınızda, tam tersi bir tablo ile
Seçim öncesinde eğitime yönelik ucundan kıyısından bazı açıklamalar yapılmaya başladı.
Genel açıklamaların içerisinde ara ki bulasın.
Öncelik sıralamasında çok gerilerde.
Bu da gösteriyor ki eğitim hâlâ siyasetçilerin dikkatini çekebilmiş değil.
Oysa en yüksek oy potansiyeli eğitimde ama bunu görmemekte kararlılar.
Bir kez daha hatırlatalım:
İlk kez oy oy kullanacakların yanı sıra en az 10 milyon öğrenci ve 30 milyondan fazla veli, öğretmen, öğretim elemanı ve eğitim çalışanı var.
Oylarının rengini, eğitim için yapılanlara ve yapılacaklara göre belirlerse ortaya çok farklı tablolar çıkabilir. Bizden hatırlatması!..