Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimine sayılı günler kaldı.
Erdoğan mı, Kılıçdaroğlu mu? Buna halkımız karar verecek. Görünen o ki hangisi seçilirse seçilsin, çok şey değişecek.
Bu süreçte seçmenlerin en çok merak ettiği konu, kazananların hangi konuda neler yapacağı?
Hep adayların açıklanması bekleniyordu. Netleştiğine göre, ekonomiden tarıma, eğitimden sağlığa, terörden küresel ısınmaya, işsizlikten sosyal medyaya, afetlerden Anayasa’ya, kim ne düşünüyor, kim ne gibi değişikliğe gidecek bir bir anlatmalı.
Süre az kaldı ama seçmen meraklı. Özellikle de gençler ikna olmak istiyor.
Oylarının rengini kemikleşmiş alışkanlıklar değil, geleceklerine yönelik ayrıntılar belirleyecek.
Sandığa gitmelerini ve oylarını kazanmak istiyorsak, onları şimdi değil de ne zaman ciddiye alacağız?
Son pişmanlık fayda etmez, bizden hatırlatması!
Milyonlarca gencimizin seçimlere giderken ruh hali şöyle:
“Bugüne kadar ne dediyseniz yaptık, en zor sınavları aşıp, en iyi öğretim kurumlarında öğrenim görüp, en iyi diplomaları aldık ama hâlâ bir iş bulamadık, bulamıyoruz ve ne zaman bulacağımız da belli değil.
Onca mücadele bunun için miydi?
Çocukluğumuzu, gençliğimizi bu yüzden mi yaşamadık?
Bir sınavdan çıkıp diğerine bu yüzden mi koşturduk?
Onca zamanı, onca parayı bu yüzden mi harcadık?”
Haksızlar mı?
Kesinlikle hayır.
Savaşlar ille de tankla, tüfekle olmuyor.
Modern savaşlar hayatımız her alanında çok daha derin ve çok daha farklı şekillerde yaşanıyor. Sosyoekonomik savaşlar ve siyasi kutuplaşmalar en bilinenleri.
Son 50 yıla damga vuran savaş alanı ise bilim ve teknoloji!
ABD’yi dünya lideri haline getiren, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına neden olan da o. Biri bilimsel özgürlük ortamı ve kazanç sağladı, diğeri ideolojik dayatma içerisine girdi. Sonuç ortada.
Amerika’nın işi bu kez zor görünüyor. Her ne kadar hemen her alanda kontrol onun elinde gibi gözükse de Çin arkadan gümbür gümbür geliyor.
Sovyetler’in yaptığı hataları yapmamaya çalışıyorlar, Japonya gibi yüzeysel kalmıyorlar, ‘Ama yine de her şey hâlâ flu görünüyor” diyenler gibi tam aksini düşünenler de var. Avustralya merkezli bir “think-tank” kuruluşunun araştırmasına göre Çin 44 teknoloji alanının 37’sinde ABD’nin önünde yer alıyor.
Araştırmaya göre Çin, dronlar, makine öğrenimi,
Bir aydır depremle yatıp, depremle kalkıyoruz.
Peki, dünkü hatalarımızın bir muhasebesini yaptık mı?
Söz konusu olan sadece çürük binalar ve ihmaller mi?
Peki ya insani değerlerimiz, ortak aklımız, köhnemiş kurumlarımız ve en önemlisi de yaşananlardan zerre kadar ders almıyor olmamız?
Bugünleri asla unutmamalıyız. Unutturmamalıyız…
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyoruz.
Bir asır öncesinde de büyük felaketler yaşadık. Yok olma noktasına geldik. Küllerimizden yeniden doğduk.
Peki, o günleri, gelecek nesillerle yeterince paylaştık mı?
Eşi benzeri zor görülen, çok derin acılar yaşadık.
Görünen o ki yaşamaya da devam edeceğiz.
Uzmanlara göre, içinde bulunduğumuz 100 yıl Felaketler Yüzyılı ve onlardan kaçmak mümkün değil.
Korona ve deprem bu felaketlerin en çarpıcı son örneklerinden sadece ikisi!
Ve yine uzmanlara göre, bildiklerimiz ya da bugüne kadar hiç rastlanmayan felaketlerden kaçınmamız mümkün olmadığına göre, onlara hazır olmayı ve onlarla yaşamayı öğreneceğiz!
Peki ama nasıl? Akılla, bilimle, liyakatle ama en önemlisi de yaşananlardan ders alarak!..
Kâbus gibi bir anda dünyayı esir alan koronayı çok çabuk unuttuk. “Hele bir kurtulalım, pandemi sonrası her şey çok farklı olacak” diye öylesine çok cümleler kurduk ve öylesine çok vaatler verildi ki hangi birini yerine getirdik ya da getirdiler?..
Unutmamak için
İstanbul deyip geçmeyin.
Sadece İstanbul’da yaşayanların değil, yakınları İstanbul’da olanların da yüreği ağzında. Bu da nereden baksanız 50 milyon kişi eder!
Yani nüfusumuzun üçte ikisi!..
Eğitim de 50 milyonu ilgilendiriyor ama sınav odaklı eğitimden, yaşam odaklı eğitime hâlâ geçemedik!
Bir yerlerde, bir şekilde tıkanıyoruz ama neden?
İşte o belli değil.
Kasıt var mı? Kesinlikle hayır.
Tıpkı eğitimde olduğu gibi depremde sorun belli, çözüm belli ama yol alamıyoruz! “İstanbul çöktüğünde, ekonomi de çöker, ülke de çöker” diyenlerin dilinde tüy bitti. Buna rağmen, İstanbul için hâlâ ortak bir akıl oluşturamadık...
Koronadan, depremden 8 yıllık kesintisiz eğitimden, 4+4+4’ten, sınav dershane odaklı dayatmadan, PISA sonuçlarından ve en önemlisi de bir kâğıt parçası olmanın ötesine geçemeyen diplomalı işsizlikten bir ders alabildik mi?
Keşke, gönül rahatlığı ile “evet” diye haykırabilseydik.
Bırakın ders almayı, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeyi bir marifet sayıyoruz. Peki ama nereye kadar?..
Yeni bakış şart!
Cumhuriyetimizin İkinci 100 Yılı’na hazırlanırken, tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi yeni bir vizyon gerekiyor!
İkinci 100 Yılı’nda önceliklerimiz ne olacak?
Bu konuda hangi reformları düşünüyor olursak olalım, birinci önceliğimiz, “İyi bir insan ve iyi bir yurttaş” yetiştirmek olmalıdır.
Neden mi?
Olası büyük İstanbul depremi için geri sayım çoktan başladı.
Hazır olduğumuza ya da yeterince önlem alındığına, alınmaya devam edildiğine inanan var mı?..
Ortalıkta öylesine senaryolar dolaşıyor ki yenilir, yutulur gibi değil.
Ortak akıl şimdi değil de ne zaman devreye girecek?
Depremin yaratacağı tahribatın boyutlarını şimdi değil de ne zaman göreceğiz?
Aklı, bilimi, liyakati şimdi değil de ne zaman referans alacağız?
Yaşananlardan şimdi değil de ne zaman ders çıkaracağız?..
Ateş düştüğü yeri yakıyor gibi görünse de tüm ülke kan ağlıyor.