Teknolojik bazı sektörler inanılmaz bir hızla yol alıyor. Medya da o sektörlerden biri.
Konular, sayfa dağılımları, içerikler ve özellikle de insana yatırım konusunda çok fazla yol kat etmesek de teknolojide inanılmaz bir değişim süreci yaşadık. Yaşamaya da devam ediyoruz.
40 yıl öncesine döndüğümüzde yazılar ve sayfalar kurşun dökülerek yapılıyor, fotoğraflar da çinko levhalara kazınıyordu.
Daktilosu olan mutluydu. Şehirlerarası telefon konuşması için saatlerce bekleniyor, yazılar telgrafın gelişmişi olan teleksle, gazete kalıpları da diğer kentlerdeki matbaalara karayoluyla ya da uçakla gönderiliyordu.
Faks ve onun gelişmiş modelleri olan dijital sayfa transferlerini kullanmaya başladığımızda “Dahası olamaz” demiştik. Kısa bir süre sonra o da demode oldu. Çin’den, Amerika’dan hatta Avrupa’dan fotoğraf filmlerinin gelmesi günlerce sürerdi. Yayına hazır hale gelmeleri için de saatlerce beklenirdi. Şu anda dünyanın öteki ucunda çektiğiniz bir fotoğrafın ya da yaptığınız bir yorumun sosyal medyaya düşmesi
Medya toplumun aynasıdır. Biri neyse diğeri de odur. Tıpkı siyasette olduğu gibi.
Peki, kim kimi yönlendiriyor?
Medya ve siyaset mi topluma “ince ayar” çekiyor yoksa toplum mu medya ve siyaseti şekillendiriyor?
“Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan?” tartışmasında olduğu gibi derin bir mevzu ve içinden çıkmak mümkün değil. Her iki görüşü savunanı da fazlasıyla bulursunuz.
Söz konusu tartışma Milliyet’te de hep gündemde oldu.
Okurun bizi götüreceği yere mi gidecektik yoksa kendi duruşumuzdan asla vaz mı geçmeyecektik?
Karşılıklı tavizler hep verildi. Medyanın geneline bakıldığında ise Milliyet bu konuda bazen en az, bazen de en çok yara alanlardan biri oldu.
Promosyonlar, tiraj, reyting ve şimdi de tık sayısı, medyanın özünden uzaklaşmasında en büyük etkenlerden biri haline geldi. Bunda en büyük pay da kendini yenilenemeyen reklamcılar, yöneticiler ve senaristlerdi!..
"Gazeteler ve Gazeteciler tarihin tanıklarıdır" derler, çok isabetli bir tespit.
Örneğin gündemin ilk sırasındaki seçimlere baktığımızda, 4 Cumhurbaşkanı adayıyla yollarımız hep kesişti.
Tayyip Bey’i Belediye Başkanlığı adaylığı döneminden beri yakından izliyoruz. Milliyet olarak, diğer adaylarla birlikte onu da ağırlamıştık. En az şans tanınan aday olarak seçime girmiş ve kazanan o olmuştu.
Ülkeyi yönetmeye talip olduğunda 2002’de Genç Bakış’ın üniversitelerdeki ilk konuğu oydu.
Kemal Bey de milletvekilliği ve genel başkanlığı döneminde birçok kez konuğumuz oldu.
Muharrem Bey siyasete atıldığı ilk günden beri eğitim deyince aklımıza gelen ilk isimlerden birisiydi. Sinan Oğan da siyasete yeni bir soluk getiren isim olarak hep takibimizdeydi.
Önceki dönemlere damga vuran siyasetçilerden Demirel’den Ecevit’e, Özal’dan Baykal’a, Çiller’den Yılmaz’a, Türkeş’ten Erbakan’a hepsi için Milliyet çok önemliydi ve her iki tarafın kapıları da birbirine sonuna kadar açıktı.
Siyasetçiler medyaya ba
Kırk yıl uzun bir süre gibi gözükse de bizim sektörde daha yolun yarısı gibi. Duayen abilerimize baktığımızda her biri 60-70 yılı geride bıraktı.
Yarım asrı aşan bir meslek yaşamı, pek çok meslek için “dinozorluk” olarak algılansa da, tarihe tanıklık eden gazete ve gazeteciler için dünyanın her yerinde olmazsa olmazların başında geliyor.
Duayen Beyaz Saray muhabirlerinin en az üç beş başkanla çalıştıkları ve yeni gelen her yeni başkanın yaptığı ilk işlerden birinin onların deneyimlerini dinlemek olduğu hep söylenir. Kırk yıl önce Milliyet’in en çömezlerinden biriydim, bugün hâlâ en eskilerden biriyim diyemem. 12 Eylül sonrasındaki tüm Milli Eğitim Bakanlarını, YÖK Başkanlarını çok yakından takip ettim, anaokulundan üniversiteye tüm gelişmeleri yakından izledim, sorunlara ve çözümlere hepsinden daha çok vakıf oldum ama hâlâ hem gazetecilik adına hem de eğitim adına katedilecek çok yol var.
Aramızdan ayrılan abi ve ablalarımızın pek çoğu Atatürk döneminde
Refah toplumu olmanın yolu eğitimden geçiyor.
Tıpkı demokratik hukuk devleti olmanın yolunun da eğitimden geçtiği gibi.
Hayatın hangi alanına bakarsanız bakın, her sorunun arkasında eğitime şaşı bakış açısı söz konusu.
İyi eğitim almış, donanımlı, üretken bireyler, daha da önemlisi, iyi yurttaşlar yetiştirmeden hiçbir başarıyı sürdürülebilir hale getiremeyiz.
İşte bu yüzden yıllardır ısrarla nasıl bir eğitim sorusuna cevap arıyor, bunu kimlerin nasıl hayata geçireceğini sorguluyoruz.
Bu sorgulama süreci son günlerde daha bir yoğunluk kazandı.
Nedeni de seçimler.
Siyasiler eğitimi, gençliği, geleceği, demokrasiyi, üretimi, kalkınmayı, refahı, liyakati şimdi değil de ne zaman ciddiye alacaklar? Bu yöndeki düşüncelerini, projelerini ve kurmaylarını şimdi değil de ne zaman kamuoyuyla paylaşacaklar?
Çocukları özel okula ya da vakıf üniversitesine giden evlerde yangın var.
Yanan sadece cepleri değil yürekleri de yanıyor.
Velilerin yüzde 100’ü aşan boyutlara varan zamlı öğrenim ücretlerini ödemeleri zor hem de çok zor.
Peki, böylesine büyük rakamların telaffuz edildiği kolejlerde ya da paralı üniversitelerde öğretmen ve öğretim elemanlarına verilen ücretler ve maaşlara yapılan zamlar da aynı oranda mı?
Çok azı dışında bu konuda mutlu olanı görmek mümkün değil.
Öğretmen ve akademisyen evlerinde de tıpkı özel okul velilerinin evlerinde olduğu gibi şiddeti her geçen gün artan yangın söz konusu.
Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda, böylesine büyük zamlar yapan özel okul sahipleri ya da vakıfların ellerini ovuşturuyor olmaları gerekir ama çok azı dışında onlar da kan ağlıyor.
Bu zam oranlarıyla bile ayakta kalmalarının mümkün olmadığını ve sürekli kan kaybettiklerini iddia ediyorlar.
Seçime sayılı günler kaldı ama nedense hâlâ kim hangi konuda ne yapacak belli değil.
Örneğin seçimin galibini onların belirleyeceği herkesçe kabul edilen gençler için kim ne düşünüyor?
Bu konuda projeleri varsa şimdi değilse ne zaman paylaşacaklar?
Daha da önemlisi onları ne kadar yakından tanıyoruz?
Nasıl bir eğitim, nasıl bir gelecek, nasıl bir iş, nasıl bir moral ve motivasyon istiyorlar?
Kaçı istediği okula gidiyor, kaçı istediği alanda öğrenim görüyor, kaçı öğrenim gördüğü alanda çalışıyor?
Kaçı spor yapıyor?
Kaçı hayatından memnun, kaçı geleceğe umutla bakıyor?
Akıl Çağı ile Akıllı Çağı birbirinden ayırmak gerekir.
Akıl, insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri ve binlerce yıl önce farkına varıldı, gelişti, bugünlere gelindi.
Aklımızın bir eseri olan Akıllı Çağ’ında ise akıllı sistemlerle yaşıyoruz. Örneğin akıllı telefonlarla, örneğin akıllı tarımla, örneğin akıllı bankacılıkla, örneğin akıllı füzelerle…
Peki, bu akıllı sistemlerin gerisinde ne var?
Bilgi, bilim, teknoloji.
Yani yazılım, tasarım, yapay zekâ, çipler ve en önemlisi de vizyon…
Akıllı telefonlar!
Akıllı Çağ’ın en yaygın ürünü elimizdeki mobil telefonlar.