Seçim öncesinde icraata yönelik söylemlerden en dikkat çekeni çip üretimi.
Çip deyip geçmeyin, cep telefonundan otomobile, savaş uçaklarından bilgisayarlara, kimlik kartlarından pasaportlara tüm akıllı sistemlerin olmazsa olmazı o.
Kendisi mini minnacık ama işlevi büyük.
Her ülke üretemiyor, üretse de çoğaltmıyor, çoğaltsa da geliştiremiyor, geliştirse de güvenliğini sağlayamıyor. Her şeyi dört dörtlük yaptığında da herkese satmıyor!
Biz de dahil içlerinde çok gelişmiş ülkelerin de bulunduğu 150’den fazla ülke çip üretemiyor.
Neden?
Hem çok büyük yatırım gerektiriyor hem de teknoloji ve birikim.
ABD ve Çin’in çip üretimine yönelik yatırımları trilyon dolar ile telaffuz ediliyor.
Diğer tüm bakanlıklar gibi Milli Eğitim Bakanlığı için de daha şimdiden lacivert elbisesini giyip atanmayı bekleyenler varmış.
İsimleri duydukça eyvah eyvah demekten kendimi alamadım.
Siyaset yapmak, milletvekili, bakan olmak, elbette herkesin hakkı ama bu o kadar da kolay olmamalı.
Neden mi?
Siyaset ve siyasetçi olmak, çok büyük fedakârlıklar gerektirir.
Hakkıyla yapıldığında dünyanın en zor işlerinden biridir.
Takdir edeni azdır, eleştireni çoktur.
Her yönüyle hazır olmak gerekir.
Yeni bir yüzyıl söylemleri arasında eğitime, bilime, yüksek katma değerli üretime, küresel ısınmanın yaratacağı etkilere detaylı bir şekilde eğilen bir parti, siyasetçi ya da milletvekili adayı göreniniz varsa ne olur bize de söylesin ki geleceğe yönelik umutlarımız daha da yeşersin!..
Velilerimiz, yeni öğretim yılına daha aylar varken harıl harıl okul arıyor.
Neden mi?
“İyi okul” olarak nitelendirilen öğretim kurumu sayımız o kadar az ki onlar da aylar, hatta yıllar önce kapanın elinde kalıyor!
“Kayıtlarımız çoktan doldu” cümlesi şu günlerde iyi okul arayışı içinde olan velilerimizin en çok duyduğu cümle haline geldi.
İşte böylesi bir ortamda, “Siz iyi okul aramayacaksınız, iyi okullar sizin ayağınıza gelecek” diyerek ülke genelindeki tüm okulları iyi okul standardına getirme sözü vermek o kadar zor mu?
Kesinlikle hayır.
Eğer istenirse her ilçede hatta her mahallede, her öğrencinin istediği alanda, isteği standartta en iyi okullar oluşturulabilir. Veliler değil, okullar kayıt yapacak öğrenci arayışına girer, ü
Zor günler hem de çok zor.
Daha beteri olmaz dedikçe her gelen bir öncekini unutturuyor.
Peki ders alıyor muyuz?
Keşke gönül rahatlığıyla evet diyebilseydik.
Pandemi sürecinden sonra, içinde yaşadığımız dönem için “Felaketler Yüzyılı” öngörüsünde bulunulmuştu.
Ne söylendiyse bir bir çıkıyor.
Görünen o ki onlarla yani felaketlerle yaşamayı öğreneceğiz.
Önlemlerin her türlüsünü alacağız.
‘İşimizi iyi yapsaydık, bunlar olmazdı’
Aklın yolu bir derler.Farklı dönemlerde, farklı zamanlarda, farklı kişiler aynı konuda benzer fikirler üretebiliyorlar.
Deprem müzeleri konusu da görünen o ki fazlasıyla ilgi gördü.
Hemen her yerden birbirini tamamlayan, birbiriyle örtüşen, birbirini destekleyen öneriler yağıyor.
Farklı ülkelerde, çok farklı örnekler var.
Örneğin mültecilerin yaşadığı deniz kazalarını sembolize eden sandal faciaları Vatikan’ın tam da göbeğinde sergileniyor.
Savaş müzelerini ise dünyanın pek çok yerinde görmek mümkün.
Bir deprem ülkesi olarak bizim de bu konuyu ciddiye almamızın zamanı geldi de geçiyor.
Çok büyük felaketler yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Görünen o ki devamı da gelecek. Bilim insanları, içinde bulunduğumuz dönem için “Felaketler Yüzyılı” öngörüsünde bulunmuşlardı, ne söyledilerse bir bir çıkıyor.
Başta deprem olmak üzere doğal felaketleri önleyemeyeceğimize göre onlarla yaşamayı öğrenmeliyiz.
Son yaşananlar, bize bir kez daha gösterdi ki yaşam hakkı her şeyden çok daha önemli. İşte bu yüzden ilk çağlarda olduğu gibi ilk önceliğimiz, yaşam hakkını güvence altına almak olmalıdır. Almalıyız ki diğerlerine de sıra gelsin.
Eğer bunu başaramazsak, ağıt yakmanın ötesine geçip yaşam kalitemizi yükseltecek moral ve motivasyona sahip olamayız.
Doğru teşhis, doğru tedavi
Yaşananlardan ders almaz, geleceği doğru okuyamazsak, alacağımız önlemler yine yetersiz kalabilir.
Doğa kendisine karşı yapılan haksızlıklara adeta isyan ediyor. Kuraklık diye kıvranırken, bir anda sel felaketiyle yüz yüze geldik.
Daha pandeminin yaralarını saramadan, depremin yarattığı yıkımla acıların en büyüğü
Son birkaç yıl içerisinde iki büyük felaket yaşadık. İlki pandemi, ikincisi deprem.
Her ikisinde de canımız çok yandı.
Doğal afetlerin önüne geçmek mümkün değil.
Ansızın geliyor. Derin acılar yaşatıyor.
En önemli korunma yöntemi ise her türlü felakete karşı hazırlıklı olmak.
Bunun yolu ise yaşananlardan ders almaktan geçiyor.
Örneğin pandemi ve depremlerden, örneğin kesintisiz 8 yıllık eğitim ve 4+4+4’ten, örneğin siyaset ve hukuk sistemindeki tıkanıklıklardan, örneğin tarım ve hayvancılığa yönelik ihmallerimizden yeterince ders aldık mı?
Bu ve benzeri sorulara keşke gönül rahatlığıyla
Seçimler çok enteresandır.
Kazandığınızda ya da kazanma ihtimaliniz olduğunda, en uzağınızdakiler bir anda en yakınınızda olurlar. Tıpkı kaybettiğinizde ya da kaybetme ihtimaliniz olduğunda bir saniye bile beklemeden sizden kaçtıkları gibi!..
Gazeteci olarak 50 yıla yakındır çok seçim gördük, yakından izledik, adeta tarihe tanıklık ettik ve bu yönde öylesine çok örnek gördük ki artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz. “Liderler en yalnız insanlar” derler. Çok doğru.
Çevrelerindekilerin sürekli değişmesi biraz da o yüzden.
Yeni dönem de muhtemelen öncekilerden farklı olmayacaktır. Yeni yüzlere, yeni kopmalara, yeni dayanışmalara, yeni şaşkınlıklara hazır olalım.
Eğitimde değişim şart
12 Eylül sonrasında, YÖK Kanunu’nun hazırlanışına ve YÖK’ün kuruluşuna yönelik tartışmaları bugün gibi hatırlıyorum.
Kimileri özerk üniversitelerin sonunu getiren bir dayatma olarak nitelendiriyor kimileri de yükseköğretimi şaha kaldıracak adım olarak değerlendiriyordu.