Özel okul ücretlerine yapılan ya da yapılacak zam ile öğretmenlere yapılan zam oranları arasında adeta uçurum var.
Kurum sahipleri, maaşlara öngörülenin dışında daha fazla zam yapılması halinde ayakta kalmalarının mümkün olmadığını ısrarla dile getirirken, çalışanlar da maaşları için telaffuz edilen zam oranları ile en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale düşebileceklerini söylüyorlar. Görünen o ki pek çok özel öğretim kurumu ve çalışan için alarm zilleri çalıyor. Ya okullar kapanma noktasına gelecek ya da başta öğretmenler olmak üzere çalışanlar işsiz kalacak. Bu noktada her iki taraf gibi paydaşlardan bir diğeri olan devletin de özellikle vergiler konusunda fedakârlık yapması gerekiyor. Yoksa kapanan her okulun yükü kendi sırtına binecektir. Kaldı ki zaman zaman zor durumdaki pek çok sektöre can simidi oldu. Yine olabilir.
Sağlıklı işliyor mu?
MEB, seçmeli ders tercihlerinin e-okul sistemi üzerinden 20 Ocak’a kadar yapılacağını açıklamıştı.
Peki, seçmeli ders sistemi
Eğitimin kişiden kişiye, okuldan okula, ülkeden ülkeye değişen yüzlerce hedefi var.
Sınav ve statü kazanmak onlardan sadece biri.
Diğer tüm hedefleri bir yana itip sadece sınavlara ve aldığınız diplomanın size kazandırdığı statüye odaklandığınızda hataların en büyüğünü yapıyorsunuz demektir.
Eğitim ve öğretim iki ayaklı bir süreçtir. Birinde bilginizi artırır, diğerinde davranışlarınızı geliştirirsiniz.
Okulda ya da hayatın içinde bilgi alır, kendinize göre yorumlar ve ona göre davranış geliştirirsiniz.
Çevreniz neyse siz osunuzdur. İyi ise iyi, kötüyse daha da kötü olursunuz.
Ne görürseniz onu yapar, nasıl eğitilirseniz öyle davranırsınız.
Öğrenmeye başlayıncaya kadar her çocuk masumdur. Onları şekillendiren gördükleri ve aldıkları eğitimdir.
Öğrenmenin hazzı hiçbir şeyde yoktur.
“Bana bir kelime öğretenin kulu, kölesi olurum” denilmesi ya da “Eğitim Çin’de de yani en uzakta da olsa git öğren” denilmesi bu yüzdendir.
Günümüzde kalkınmışlık kriterlerinin en başında da iyi eğitilmiş insan gücü geliyor.
Ülkelerin refah düzeylerine, demokrasi karnelerine, memnuniyet endekslerine bakıldığında eğitim ve bilime katkı oranları ile gelinen nokta arasında müthiş bir korelasyon var.
Doğal gaz ya da petrol zengini ülkeler ile Ar-Ge merkezli ülkeleri kıyaslayın yeter de artar!..
Bir ülke için daha iyi eğitim isteyen ebeveynler ve bunun için kıyasıya mücadele eden gençlikten daha büyük bir zenginlik olamaz.
Bu heyecan, bu hırs, bu emek ve ayrılan kaynaklar, en değerli madenlerden çok daha değerlidir.
Yeter ki onları en doğru şekilde işleyebilelim.
Özel okul ücretleri inanılmaz rakamlara ulaştı.
Yüzde 100’lük artışı bile yetersiz bulan özel okul sahipleri gibi yüzde 65’i “kabul edilemez” bulan veliler de isyanda.
Ortak noktada buluşmaları ise olanaksız.
İşte bu noktada tüm kurum ve kuruluşları ile devletin devreye girmesi gerekiyor.
Niye mi?
Sonuçta yük kendi sırtına binecek!..
“Devlet, özel okulda okuyan öğrenciye neden yardım etsin ki” diye karşı çıkan çok olacaktır.
Zaten çıkıyorlar da. Kendilerine göre fazlasıyla haklı gerekçeleri var. Ona da saygı duymak gerekir.
Kolej ücretlerine yapılacak zam oranı bugün belli olacakmış. Alınan karar umarız üniversiteler için de bağlayıcı olur.
Yapılan açıklamalar, yapılacak zammın velilerin çıkarlarını koruyacak yönde olacağı şeklinde.
TÜFE-ÜFE oranlarına bakılmayacakmış, çünkü 2023’te enflasyonun düşme beklentisi çok yüksekmiş.
Kiralara olduğu gibi yüzde 25 oranında ya da biraz üstünde bir sınırlama gelirse nasıl karşılanır?
Böylesi bir oranın bile fazla olduğunu söyleyen ve tepki gösteren veli çok olacaktır. Okul sahipleri cephesinden bakıldığında ise görüşler “Böylesi bir karar sonumuz olur” yönünde.
Nasıl bir karar alınırsa alınsın, memnuniyetsizlik diz boyu olacak.
Bu noktada devlet de taşın altına elini koyamaz mı?
Örneğin bu yıla mahsus olmak üzere ve Cumhuriyet’in 100. yılı şerefine, veli ve okul sahiplerinden istediği fedakârlık oranında vergilerde indirime gidemez mi?
2000’e girerken sadece yeni bir yıla değil, yeni bir yüzyıla, yeni bir binyıla merhaba demiştik. Çok beklemiştik. Heyecanı büyüktü.
Hazırlıkları yıllar öncesinden başlamıştı. Adına milenyum dendi.
Milenyum çocuğu, milenyum modası, milenyum kampanyaları için adeta yarış yapıldı. Gelişi muhteşem oldu.
Dünyanın dört bir yanındaki kutlamalar öncekilerden çok farklıydı. Sanki her şey çok farklı olacaktı.
2023’e girerken de Cumhuriyetimizin 100. yılı nedeniyle benzer heyecanlar yaşıyor, coşkuyla kutlamaya hazırlanıyoruz. Tıpkı 10. yılda olduğu gibi 10’a katlanarak geçmesini diliyoruz.
Milenyum sendromu
Milenyumun üzerinden dolu dolu 22 yıl geçti. Ne uçan arabalar geldi ne sanal kıyamet koptu ne de Noel Baba öncekilerden farklı hediyeler getirdi.
Sosyal medya patladı, hepimizi ekran bağımlısı haline getirdi, o kadar.
Son 100 yılda hemen her alanda müthiş değişiklikler oldu.
Eskiden yüzlerce yılda bir çağ değişirken, son 100 yılda neredeyse her on yılda bir, yeni çağdan söz eder olduk.
Peki, bu hızlı değişim sürecinden eğitim de etkilendi mi?
Örneğin öncelikler, müfredat programları, öğrenme yöntemleri, öğretmen yetiştirme sistemi, ders kitapları ve en önemlisi de öğrenciye bakış açısı değişti mi?
Evet demek mümkün değil.
Elbette minik dokunuşlar oldu ama genele bakıldığında, eğitimin her alanında dün neyse, hâlâ o!
Sınav odaklı eleyici, değersizleştirici, dayatmacı eğitim modellerinden ilgiyi, yeteneği, hayalleri dikkate alan bireysel eğitim modellerine çok az ülke dışında hâlâ geçilemedi.
Oysa her öğrencinin başarılı olacağı bir alan mutlaka vardır ve önemli olan onu bulup geliştirmektir.
Liseler, öğretim kademeleri içinde, okul öncesi gibi en önemli basamaklardan biri.
Hayata bakış orada şekilleniyor, yaşam boyu sürecek dostlukların temeli orada atılıyor, pek çok şeyin ilki orada yaşanıyor.
Sınav odaklı eğitim nedeniyle adeta tek tip hale geldiler.
En yüksek puanlı öğrencilerin okuduğu fen liseleri bile boşaldı.
En iyi öğrenciler dahi yüksek puan almak için açık liseye geçip dershaneye gidiyor.
Akademik eğitim gibi yabancı dille eğitim, resim, müzik, beden eğitimi gibi dersler de maalesef “Sınav kurbanı”.
Öğrenciler de veliler de sınavlarda hiç ya da çok az soru çıkan dersleri ciddiye almıyor!
Oysa her lisenin farklı bir misyonu ve vizyonu vardı. Tek tipleştirmekle iyi mi ettik, kötü mü?