Milenyum’u düşünerek ne büyük hayaller kurmuştuk.
Yeni bir yüzyıl, yeni bir bin yıla girerken her şeyin çok farklı olacağını düşünmüştük. Özellikle de eğitimde!
Çeyrek asrın son yılına giriyoruz. Geride kalan 24 yıla yönelik bir değerlendirme yaptığımızda eğitimde sayısal anlamda çok önemli mesafeler kat ettik. Peki aynı değerlendirmeyi kalite, liyakat, memnuniyet ve en önemlisi de geri dönüş konusunda da söyleyebilir miyiz?
Örneğin çeyrek ya da yarım asır öncesi ile bugünü kıyasladığımızda, okullaşma oranlarımız ve diplomalı sayımızda müthiş artışlar söz konusu.
Gençlerin de, ebeveynlerin de en büyük hayali “diploma”ydı.
Diploması olmayana kız vermiyorlar, diploması olmayan iş bulamıyor; diploması olmayan kendinde büyük bir eksiklik hissediyordu.
Siyasetin “diploma” odaklı eğitime yönelmesi de bu yüzdendi.
Diploma sevdası gözümüzü öylesine kararttı ki, ne kalite ve liyakat umurumuzda oldu ne de günün birinde bu diplomaların hiçbir işe yaramayaca
Yüksek performans, yüksek verimlilik ve yüksek kalite üretim süreçlerinin olmazsa olmazları arasında yer alır.
Hele ki katma değeri yüksek ürünler söz konusu olduğunda!
Verimlilik, yüksek performans ve kalite, sadece imalat sanayinde değil, zaman kullanımında da aynı öneme sahip.
Şimdi bu çerçevede geriye dönüp bakalım.
Eğitim sistemimizde performansı, kaliteyi, verimliliği, zamanı en doğru şekilde kullanmayı yaşam biçimi haline getiren dersler ya da uygulamalar söz konusu mu? Bir ara performans ödevleri getirilmiş ve velilerin sırtına ağır bir yük binmişti. Önce kendileri yapmaya başladılar, altından kalkamayınca bir anda sayıları pıtrak gibi çoğalan performans ödevi yapan atölyelere yöneldiler. Sonuç tam bir hayâl kırıklığı oldu… Verimlilik ve kalite konusunda da ne söylediysek hep tersini yaptık. Üniversite sınavlarında 180 soruda 0.5 neti olanların puanını hesapladık, bununla da yetinmeyip üniversiteli yaptık. Sınıfta kalmayı kaldırıp 6,7 zayıfı olanları yıllarca bir üst sınıfa geçirdik. Hormonlu
Konuşmaya, hele ki akıl vermeye, ahkam kesmeye bayılıyoruz.
Peki konuştuğumuz konulara ne kadar hakimiz?
Yeterince bilgimiz var mı, gelişmelerden haberdar mıyız?
Neyi, nerede, nasıl konuşacağımızın idrakinde miyiz?
Ağzımızdan çıkan her kelimeyi bir akıl süzgecinden geçiriyor muyuz yoksa konuştuktan sonra mı düşünmeye başlıyoruz?
Empati yapıyor muyuz?
Başkalarından beklediğimiz toleransı, başkalarına gösteriyor muyuz?
‘Pot kırmanın, çam devirmenin, çevir kazı yanmasın’ın ne anlama geldiğini biliyor muyuz? Kelime seçerken herkese aynı özeni gösteriyor muyuz?
Kuşaklar arasında eskiden derin görüş ayrılıkları vardı. Küresel ve özellikle de dijital dünyayla birlikte çok şey değişti. Hele ki sosyal medyadan sonra…
Dünyanın hemen her yerinde, her kuşaktan olmasa da birbirine yakın kuşakların pek çoğu aynı anda, aynı görüntüleri paylaşıp, aynı tasa ve sevinçleri yaşıyorlar.
Parmakları henüz tuşla tanışmayanların oranı, düne göre çok daha az. Akıllı telefon ve internet girmeyen ev ya da kurum yok gibi.
Peki, kuşaklar arası çatışma ve tüm sorunlar ortadan kalktı mı? Evet demek mümkün değil. Tamam katı bakış açıları değişti ama farklı yeni sorunlar gündeme geldi. Örneğin tolerans yok oldu! Gerginlik arttı. Güven erozyonu tavan yaptı!
Öfkeli kuşak
Gençler öfkeli hem de çok öfkeliler. Haksızlar mı? Hayır. Peki öfkeli olan sadece onlar mı? Hayır!
Hemen herkesin, her konudaki tahammül sınırları altüst olmuş durumda. Kendimize yapılmasını istemediğimiz ne varsa, onu başkalarına yapıyoruz! Sabır sınırlarının zorlanması sadece ekonomik mi?
Herkes iyi bir eğitimden söz ediyor. Peki iyi bir eğitimin özellikleri neler? Beklentilerimizin ne kadarıyla örtüşüyor? Ne kadarı karşılanıyor? Ne kadarı hiç kimsenin umurunda değil?
En önemlisi de tüm bu soruları ne kadarımız ciddiye alıyor? İsterseniz gelin fikir turuna ilk önce eğitimle ilgili olarak tüm dünyanın kabul ettiği olmazsa olmazlarla başlayalım.
- Eğitim önemlidir. Tüm bireyler için anayasal bir zorunluluktur.
- Eğitim gören bireylerin ve ülkelerin yaşam standardı daha yüksektir.
- Eğitim olmadan bilim, bilim olmadan da topyekün kalkınma mümkün değildir. . Eğitim, sadece devlete bırakılmayacak kadar önemli bir konudur. Tüm paydaşların ilgisi ve desteği gerekir…
Ülkelere, bölgelere, kurumlara ve kişilere göre daha onlarca madde sıralamak mümkün. Asıl önemli olan bunları kimin, ne zaman ve nasıl yapacağı?..
İyi eğitim?
İyi bir eğitim konusunda bakış açıları ve beklentiler çok farklı. Kimine göre en iyi eğitim ve en iyi okullar, sınavlarda en yüksek puan kazandıranlardır. Kimilerine göre ise onlar &ld
Geleceğin mimarı, çocuklarımızın ikinci ebeveynleri öğretmenlerimiz mutsuz diye ne zaman bir yazı kaleme alsak, diğer mesleklerden “Mutsuz olan sadece onlar mı?” diye ileti bombardımanı oluyor.
Haksızlar mı? Kesinlikle hayır.
Sürekli olarak eğitimin, öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin, velilerimizin sorunlarını dile getiriyoruz, çünkü bizim ilgi alanımız onlar… Yüzlerce kez dile getirdik ama bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz:
Öğretmenlerin mutsuz olduğu bir toplumda huzuru yakalamak mümkün değil! Bu yüzden ille de bir pozitif ayrımcılık yapılacaksa o meslek gruplarından birisi de öğretmenliktir...
Maddiyat elbette önemli ama onların mutsuzluklarının tek nedeni o değil. Öğretmenlerimizin mutsuzluk gerekçelerini sıralamaya kalksak, buradan Çin’e yol olur. Daha biri çözülmeden, üzerine yenileri ekleniyor. Elbette öküzün altında buzağı aramamak gerekir ama tesadüfün bu kadarı da abartılı değil mi?..
Öğretmen yetiştirmeden atamaya, kariyerden yer değiştirmeye, norm kadrodan statü
Bazı kurumlar ve bazı alanlar vardır ki, onlara zarar vermeye hiç ama hiçbirimizin hakkı yok. Yönetenlere kızıp ülkeyi ya da kurumları sorgularken çok titiz olmak gerekiyor. Yönetenler gelip geçicidir ama ülkeler ve kurumlar her daim vardır. Hele ki kendi ülkemiz ve sahip olduğumuz kadim kurumlar söz konusu olduğunda bu titizliğimiz en üst düzeye çıkmalıdır.
Bir de eğitim, bilim, hak, hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi en temel insani haklar vardır ki onları günün koşulları çerçevesinde şirazesinden çıkarmaya da hiç kimsenin hakkı yoktur.
Bazen stratejik olarak öylesine hatalar yapıyoruz ki, haklıyken haksız duruma düşüyoruz. En çok savunduğumuz ilkelere ve bir parçası olmaktan onur duyduğumuz kurumlara zarar veriyoruz. Eleştirdiğimiz noktaya kendimiz geliyoruz…
Herkesin kendine göre bir doğrusu var ve bunu ne kendisi sorguluyor ne de başkalarına sorgulatıyor. Oysa en azından bizi biz yapan ortak değerlerde uzlaşı sağlamamız gerekiyor ama nafile…
Ülkemizin
Okumanın en büyük erdem olduğu çağımızda çocuklarımızı okuduklarına bin pişman ettik. Böyle bir tablo mu istiyorduk?
Kesinlikle hayır.
Hem devlet hem de millet olarak çocuklarımıza bırakacağımız en önemli mirasın eğitim olduğu konusunda hemfikiriz ama nedense devamını getiremiyoruz. Bırakın farklı iktidarları, aynı iktidar dönemlerinde de bir ahenk yakalayamıyoruz. Her Bakan döneminde eğitime sil baştan yeniden yön vermeye çalışıyoruz.
Sayısal anlamda büyük yol yol katettik. Erişilebilirlik konusunda ülke geneline yayıldık.
Okullaşma oranlarında da düne göre çok daha iyiyiz. Peki ya içerik, kalite, ulaşılabilirlik, sürdürülebilirlik, liyakat, planlama ve en önemlisi de okuyana ve diplomaya verilen değer!
LGS, YKS, KPSS benzeri sınavlar, eğitim sistemimizin kimyasını bozdu. Yeni eklenen sınavlarla da bozmaya devam ediyor.
Peki nereye kadar?
Sınavların kaldırılmasını ya da en aza indirilmesini istemeyen yok gibi ama maddi ve manevi olarak hem devleti hem de öğrenci, öğretmen ve velileri üzmeye devam ediyoruz.