Sadece teknik kadrosunu değil, teknik kadroya inancını da değiştiren Fenerbahçe'nin transferleri hiç şüphesiz bu yaza damgasını vurdu. Sadece Nani veya bugünlerde resmen açıklanması beklenen (hatta siz bu yazıyı okurken açıklanmış dahi olabilir) Robin Fan Pörsi (RvP) gibi dünya yıldızları değil, Kayer gibi görev adamlarının veya De Souza gibi çok bilinmedik isimlerin de Topuk Yaylası'na getirilmesi transferlerin bir plan dâhilinde gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Her ne kadar ardı arkası kesilmeyen transferler takımın gücünü artırmak için oldukça faydalı hamleler olsa da bugün itibariyle olası on birin sekiz buçuk oyuncusunun yeni olması teknik direktör Pereira'nın omuzlarına çok büyük bir yük bindirecek. Terraneo her zaman işin içinde olacaktır ama görüntü, Terraneo'nun tüm bu transferlerle üzerine düşeni tamamlamasından sonra topun Portekizli teknik adama geçeceği şeklinde.
Bu aralar Fenerbahçe taraftarının en büyük zevki yeni kadroyu oluşturmaya çalışmak olsa gerek. Bunu yaparken unuttukları yıldız bir ismi sonradan hatırlamak onları bir kat daha mutlu edecektir. Peki, geçtiğimiz sezonu ve son iki devre arasını tek bir transfer ile kapatan Fenerbahçe'nin şimdiki
Bizim takımlarımızın transferleri genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Ya gelenden çok şey beklenir ya da gelen oyuncu amiyane tabirle burada yatışa geçer. Fakat bunların hiç birisi gönül verilen takımlarla anılan yeni bir ismin dedikodusu, pazarlık aşaması, imza günü derken camiada bir heyecan ve mutluluk yarattığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ayrıca bu heyecan ve mutluluk, adı ilk defa duyulan isimler için birse, tanınmış markalar için ondur.
Yeni sezon öncesi şu ana kadar en çok Fenerbahçe taraftarı transfer heyecanı/mutluluğu yaşadı; hem takıma katılan hem de takımdan ayrılan isimler nedeniyle. Öyle ki, bir yandan futbol bir yandan da basketbol takımına ardı ardına katılan yeni isimlerden kimin hangi takıma alındığı taraftarlarca neredeyse takip edilemez oldu.
Sarı lacivertlilerin tüm bu yeni isimleri kadrolarına dâhil etmek için gerekli parayı nasıl buldukları veya bu konudaki planları bu yazının konusu değil fakat bir cümle söylemek gerekirse Fenerbahçe’nin bu alandaki “gömü” sınıfına dâhil edilebilecek kaynağı başta stadın isim hakkı olmak üzere yeni sponsorluk anlaşmaları olabilir.
Aslında her şey bir gün ansızın ortaya çıkan “Fenerbahçe’nin yeni Sportif
Son yıllarda ligimizi özetleyen bir cümle var “kalitesiz ama çok heyecanlı”. Bu tabirin olumsuz tarafı biz futbolseverleri üzerken olumlu tarafı ise sevindiriyor. Zira ligimizde bu sezondaki gibi son üç haftaya üç iddialı takımla hiçbir zaman girilmemişti.
Elbette Galatasaray hangi durumda olursa olsun her sezonun olağan şampiyonluk adayıdır fakat bu heyecanlı sezonun sonunda, özellikle Avrupa’da üst üste farklı yenilgiler alındığı dönemlerde, sezon sonuna bakan Galatasaray camiası, tünelin ucunda bir mum ışığından fazlasını görmüyorken sarı kırmızılıların şampiyonluk unvanını elde etmesine “sürpriz” demek sanırım çok da yanlış olmayacaktır.
Umutların kırılması bir takımın başarısı için soyut bir olumsuzluk. Fakat sarı kırmızılılar için ziyadesiyle somut olumsuzluk da gerçekleşti geride kalan sezonda. Esame listesinin teknik direktör kısmında Prandelli, Taffarel ve Hamzaoğlu olmak üzere üç, başkan kısmında da Aysal ve Yarsuvat olmak üzere iki (aslında Özbek ile pratikte üç) farklı isim yazılması, her yeni ismin yeni bir başlangıç olması nedeniyle her seferinde takım için aşılması gereken yeni bir dağ oluşturuyordu.
Peki, bu dalgalı sezonda Galatasaray nasıl şampiyon oldu?
Biliç’in derbi karnesi koca bir sıfır. Beşiktaş’ın bu maçlarda sadece puan değil, gol sayısı da sıfır! Bu istatistiği ne yaparsanız yapın kimseye açıklayamaz, onun sonuçlarına da katlanırsınız. Nitekim Biliç ile Beşiktaş’ın yolları da %99 ayrıldı.
Fakat ben Hırvat Hoca’nın başarısız olduğunu düşünmüyorum. Bunun iki nedeni var, bunlardan biri somut, diğeri de soyut. Somut olan neden, Beşiktaş’ın son on yılındaki galibiyet, puan ve sıralama ortalamasının sırasıyla 17.8, 62.1 ve 3.2 iken siyah beyazlıların bu sezon 33 hafta sonunda 20 galibiyet ve 66 puan almış ve sezonu 3. sırada bitirecek olmaları. Nitekim Biliçli Beşiktaş bu sene, geride kalan 10 yılın yedisinden daha iyi bir performans göstermiş durumda. Elbette Beşiktaş gibi her sene şampiyonluk hedefi olan bir kulüp için üçüncülüğü mazur görmek mümkün değil ancak Biliç değerlendirmelerinde bu takımın her sene şampiyon olmadığını hatırlamakta da fayda var; bir de Beşiktaş’ın bu sene stadsız olduğunu.
İşin soyut nedeni ise her ne kadar sürekliliği olmasa da Biliç’in takımının oynadığında ligin en iyisi görüntüsünü vermesi. Görüntüler sonuca götürmediği sürece pek bir anlam taşımaz ama Biliçli Beşiktaş’ın geçen sezon ve
Bu aralar Fenerbahçe ile ilgili çok yazdım ve aslında bugün Biliç ile ilgili yazmayı planlıyordum fakat dünkü maçtan sonra bu satırlar yine Fenerbahçe ile ilgili olmak durumunda kaldı.
Bazı maçlar kaybedilir bazıları ise hediye. Bir maçı olanaklarınızı en iyi şekilde kullanıp, elinizden geleni yaptıktan sonra kaybettiğinizde kaybetmiş, bunları yapmadan kaybettiğinizde ise hediye etmiş olursunuz. Bursaspor’un güzel oyunu ve zaferine gölge düşürmek istemem fakat kupanın yarı finali onlar adına bir kazanımdan çok Fenerbahçe tarafından bir hediye oldu.
İsmail Kartal’ı Fenerbahçe için, Ersun Yanal ve Aykut Kocaman’ın bir sentezi olarak bekleyenler onun sentez olmak bir tarafa yardımcılığını yaptığı iki teknik direktörü de mumla aratan performansına tanık olunca hayal kırıklığına uğradı. Nitekim bir Emenike için tüm takımı feda eden inadı, oynadığı her maçta bariz hatalar yapan Bekir’e forma vermesi, Sov’ları, Vebo’ları, Diego’ları kenarda tutması ve her şeyden önemlisi takıma asla bir kimlik kazandıramamış olması İsmail Hoca’nın mazur görülemeyecek hataları. Üstüne üstlük Fenerbahçe’nin bu “naçar” görüntüsünün, geçen seneki rekor derecede rahat kazanılmış şampiyonluğun
Fenerbahçe’nin otobüsü, şoförün vurulması suretiyle denize uçurulmak istendi. Bu olaya taraflı tarafsız çoğu “insan” tepki gösterse de (gerçi gösterilen tepki çok yetersiz kaldı) bazıları “tamam ama Fenerbahçe de dönüp kendisine bir sormalı neden bu saldırı bana oldu diye” dedi.
Volkan’a, üzerinde milli forma varken küfredildi, Emre feribottan denize atılmak istendi, bazılarının tepkisi yine yukarıdaki gibi oldu: “Volkan ve Emre aynaya bakmalı.”
Volkan’ı, Emre’yi veya Fenerbahçe’yi savunmak veya aklamak benim ne haddime ne de onların buna ihtiyacı var. Fakat bu yapılanlar bana, bir tecavüz davasında “fakat kız da mini etek giymişti” savunmasını hatırlatıyor. Savunmanın devamında “neden kapalı bir kıza tecavüz edilmiyor, dolayısıyla kızların dönüp bir kendilerine bakmaları gerek” deniyordu.
Psikolojide bunun adı savunma mekanizması. Yapılan bir iş, hata veya suç sonrası kendi kendinize bir bahane veya açıklama bulduğunuzda kendinizi rahatlatıyor adeta “bu yaptığım aslında onun suçu” diyorsunuz. Böylece kendi kafanızda kendinizi veya faili aklıyor, yola devam ediyorsunuz. Peki, bu savunma ne derece doğru?
Banker Bilo filminde Banker Maho’nun saf Bilo’ya defalarca
Babam koyu Fenerbahçelidir. Çok heyecanlandığı için derbileri izleyemez ve bu maçlar sırasında çoğunlukla geceleri Ankara’nın en sessiz yerlerinden biri olan Anıtkabir etrafında yürüyüşe çıkar. Onu dünkü maçın ardından aradığımda, ilk yarı sonunda kendisini yine sokaklara attığını öğrendim. Bir derbi olmamasına rağmen onun maçın heyecanına dayanamamasına neden olan şey elbette Fenerbahçe’nin ilk yarıdaki kötü oyunuydu.
Aslına bakılırsa Fenerbahçe’nin bu seneki kıyasıya yarışta an itibariyle rakiplerinden geride değil önde olması gerekirdi. Zira sarı lacivertliler sezona, geçtiğimiz yılı rakiplerinin açık ara önünde tamamlamış “hazır” bir kadro ile başladı. Fakat bu avantaj kullanılamadığı gibi Fenerbahçe’nin otuz haftalık performansı da taraftarını hiç tatmin etmedi. Bu durumun başlıca nedenleri şu şekilde:
Bu açıdan bakıldığında eleştirilerin merkezinde İsmail Hoca yer alıyor. İsmail Kartal’ın teknik direktör olarak ilk yılında olmasından dolayı acımasızca eleştirilmesi doğru değil fakat onun Emenike ısrarının da açıklanabilir hiçbir tarafı yok. Bu konu ile ilgili “onun oynamasını Başkan istiyor” söylentilerini bir kenara bırakıyorum ama artık taraftarın dayanamayıp
Düşünmeden yazmak istemedim. Dünden beri okudum, izledim, dinledim. İşte aklımdakiler…
Olayın vahametini anlamak için tespitleri iyi yapmak gerek. Otobüse saldırı alelade bir yolda değil, bir viyadükte yapıldı. Rastgele veya korkutmak amaçlı değil, direkt şoför hedef alınarak ve birkaç el ateş edildi. Tüm bunların korkunç sonucu şu: amaç otobüsü denize uçurarak tüm kafileyi öldürmekti.
Bu olayın iki senaryosu olabilir. Birincisi Trabzonspor taraftarının yıllardır bitmeyen Fenerbahçe nefreti, sağlıksız ruha sahip bir bedenle birleşmiş ve bu beden hıncını almak için pusuya yatıp tüm takımı ortadan kaldırmayı planlamış.
İkinci senaryo ise, başka bir sağlıksız ruh veya ruhlar topluluğu oturup bu ülkede ne yaparsak hem ülkeye ve ortama en büyük zararı veririz hem de buna bir kılıf uydurabiliriz diye düşündükten sonra bu saldırı kararını vermiş.
Komplo senaryolarına bugüne kadar hiç itibar etmedim zira bunlar çoğu zaman gerçeklere kalkan edildi. Fakat dünkü olayın çapını düşünmenin yanı sıra, bu olayı son günlerde meydana gelen elektrik kesintisi, Savcı Kiraz’ın makamında öldürülmesi ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne saldırı ile birlikte düşündüğümde tüm bunlar için altı