“Klişe nedir?” diye bir video var ya bu aralar meşhur olan, orada “futbol hatalar oyunu” gibi büyük bir klişeyi nasıl atlamışlar hayret! Zira hep söylenir, “e birisi hata yapacak ki gol olsun, diğeri kazansın.” Güzel ama dünkü derbide de aşırı hata yapıldı. Hatta neredeyse hata yapmayan kalmadı.
Fenerbahçe’de konu malum. RvP neden başlamadı, oyansa böyle olmazdı vs. Kimin hangi dakikada nasıl oynayacağını kimse bilemez, en iyi yapılabilecek şey bunu tahmin etmek ve özellikle Bursaspor maçından sonra Galatasaraylısı Beşiktaşlısı yoldan geçen yüz kişiye “FB’nin ileri ucunda kim oynamalı?” diye sorsanız 90’ı RvP derdi; Pereira %10’un içinde kalmayı tercih etti. Burada konu ikiye ayrılıyor: inanarak %10’da kalmak, inanmamasına rağmen “patron benim” veya “onların istediğini yapmak zorunda değilim” gibi ben merkezli düşüncelerin esaretine kapılarak %10’da kalmak. Eğer ki gerçekten inanarak formayı Fernandao’ya verdiyse Pereria’yı suçlanamaz ama açıkçası bunu hiç sanmıyorum. Velhasıl Pereira derbide formayı Brezilyalıya vererek büyük hata yaptı; sadece RvP’nin oynaşı gerektiği için değil bu işi enikonu polemik haline getirdiği için.
Bir klişe daha: “iyi orta gol getirir.” Bu söz
Hamza Hamzaoğlu’yu her konuda eleştirebilirsiniz; teknik ve taktik dışında. Şimdi aklınıza “e o zaman teknik direktörün görevi ne?” diye bir soru gelebilir fakat bu soru, konu Hamza Hoca ise doğru bir soru değil. Açıklayayım.
Hamza Hoca geçen sene Galatasaray’ın içinde bulunduğu zor dönemde en doğru adresti; kısa vadede. Zira sürekli zaman isteyen yabancı teknik direktörler ile bir türlü dikiş tutturulamamış ve camianın sabrı kalmamışken futbolcular ile çok iyi iletişim yakalayan ve “Amerika’yı yeniden keşfetmeye” çalışmayan Hamza Hoca tabiri caizse ilaç gibi geldi. Bu ilaç sayesinde Galatasaray bir anda toparlandı ve çok kötü bir sezon geçiren rakiplerinin önünde ipi göğüsledi. Fakat önemli bir ayrıntı, tüm bunlar olurken sarı kırmızılılar Şampiyonlar Ligi’nde tarihinin en başarısız sezonunu geçirdi.
Bu resmi iyi okuyan birisi bugün Hamza Hoca’yı, “neden Hakan Balta’yı orta sahaya koydun” veya “neden Emre Çolak’ı oynattın” gibi sorularla eleştirmez. Çünkü Hamzaoğlu hiçbir zaman taktik dehası değildi ve olmadı.
Fakat ortada başarısız bir takım varsa onun teknik direktörünün eleştirilmemesi söz konusu olamaz. Hamza Hoca’nın eleştirileceği noktalar takımının eksikliklerinin
Ülkenin gündemi bir türlü ferahlamıyor. Hatta bazen ferahlık bir tarafa damarlarımızda sadece üzüntü dolaşıyor. Cuma günü Fenerbahçe, dün de Galatasaray bu sezon ilk kez taraftarlarının karşısına çıktıkları anda tüm konsantrasyonumuz onlara dönükken bu heyecanlı anları boğazımıza dizen şehit haberleri geldi ülkenin diğer ucundan.
Hâl böyle olunca bir anda “her şey fani” moduna geçip futbolu “boş” işlerin en tepesine koymak işten bile olmuyor. Bir tarafta yüreği elinde savaşan ve bu uğurda bu dünyadan göçüp giden askerler varken hangi maç, hangi çalım veya hangi gol konuşmaya değer olabilir?
Fakat karalar bağlamanın da iyi bir yol olmadığını düşündüğün için, genel ve kısa da olsa naçizane bir şeyler yazacağım.
Fenerbahçe konuşmayı yeni öğrenen bir bebek gibi. Eskişehirspor karşısında “anne” ve “baba” demeyi başardı ve bu ebeveynleri ziyadesiyle memnun etti. Bu bebek henüz başka bir kelime söyleyemiyor ve cümle kurmaktan da çok uzak ama bu şartlar altında konuşmayı kısa sürede başaracak gibi görünüyor.
De Souza’nın gelmesi şart mıydı değil miydi tartışılır ama kendisi Topal’ın daha isabetli pas yapanı ve ayağına daha hâkim olanı gibi görünüyor. Onca önemli transfere ek
Fenerbahçe’nin bu turu geçebilmesi için her şeyden önce şana ihtiyacı vardı. Çünkü uzun yıllardır birlikte oynamanın ötesinde artık gözü kapalı oynayabilme mertebesine ulaşmış bir Luçesku takımının Fenerbahçe’nin yeni doğmuş takımı karşısında istediklerini çok daha fazla yapacağı aşikârdı; sürpriz olmadı.
İlla bir sürprizden bahsedilecekse bu, sarı lacivertlilerin onca usta ayağına karşın iki maçta da gol kaydına muvaffak olamamasıdır. Evet, Şahtar’ın mükemmel bir savunma anlayışı var ve her iki maçta da gidişatlar bu sıkı anlayıştan ödün vermelerini gerektirmedi fakat yine de topun ağlarla buluşturulamaması kabul edilebilir bir durum değil.
Fenerbahçe’nin ağır yenilgisi için “hazır olmama” kozunun oynanması bir yandan haklı, bir yandan da anlamsız. Bu açıklamada haklılık payı var zira takım dört haftadır idman yapıyor, anlamsız zira bu durum karın doyurmuyor.
Maçı izlerken bir an için Fenerbahçe’nin hazırlık maçlarından birinde olduğunu düşündüm. Çünkü sarı lacivertlilerin temposu oldukça düşük, organizasyonu belirli belirsiz ve oyuncuları arasındaki uyum gözle görülemeyecek kadar yetersizdi. Öyle ki onlar için üst üste dört pas yapmak lüksken, rakipleri on dört pası bir
Bu ara vizyonda bir film var, adı: “Biz Gençken” ve başrol oyuncusu Ben Stiller. Filmin daha ilk sahnelerinde kullanılan bir bilgisayarın markasının bu kadar açık seçik gösterilmesi garibime gitmişti ki daha sonra aynı sahnede ışıklar kapatılıp o ısırılmış elma logosu daha da belirgin hale getirildi. Bu “reklam”ı diğer sahnelerde birçok kez görünen ayfonlar hatta onların klasikleşmiş melodileri izledi. Filmin son sahnesinde bir bebeğin elindeki ayfonla uzunca bir süre oynamasıyla da reklamların kapanışı yapılmış oldu. İnanın film bittikten sonra, onun ana fikrini düşünmek yerine malum markanın uzunca bir reklamını izlediğimi ve bunun için bir de para verdiğimi düşündüm.
Modern dünyada bu tür “sırt kaşıma”ların olabileceğini biliyorum. Fakat bunun şart olduğundan emin değilim. Başka bir ifadeyle Noah Baumbah bu filmi çekmek için filmin ve filmdeki mesajların güvenilirliğine gölge düşüren bu reklamı yapmak zorunda mı? Belki filmi izleyen birçok kişi bu duruma dikkat etmemiş veya dikkat etse de onu önemsememiştir fakat söz konusu olay benim, filmin amacını sorgulamama neden oldu; sanat m yoksa para mı?
Bu durumun futbol ile yakından ilgisi var, özellikle de Felipe Melo ile.
Öncelikle şunu söylemek gerek: bu eşleşme Şampiyonlar Ligi 3. ön elemesi için çok fazlaydı. İkisi de grupları ayarında olan iki takımdan birinin bu turnuvaya veda edecek olması Şampiyonlar Ligi adına önemli bir renk kaybı. Bu eşleşmenin, Fenerbahçe’nin geçtiğimiz yıllardaki Avrupa’dan men cezalarından kaynaklanan anormalliğini artıran bir diğer neden de hem Şahtar’ın hem de Fenerbahçe’nin kategorilerindeki en yüksek puanlı takımlar olarak birbirleri ile eşleşmeleri oldu. Nitekim bu eleme turundaki diğer takımlara göz atıldığında durum kendini çok rahat anlatıyor.
Fakat hayat gibi futbol da acımasız ve bugün bu eşleşmenin şanssızlığından ziyade içerdiklerine ve yansıttıklarına odaklanmak gerek.
Şahtar’ın klasik bir Luçesku takımı olduğunu söylemeye hiç gerek yok. Kadrosunda yıllar itibariyle değişiklikler olsa da Ukrayna ekibinin Rumen teknik adamın DNA’larını taşıdığını anlamak için onları 15 dakika izlemek yeterli. Çok sıkı ve orta alan destekli bir savunma, ani atak yapabilecek çabuk oyuncular ve her şeyden önemlisi stoperinden golcüsüne kadar buram buram uyum kokan on bir oyuncu…
Bu “dişli” rakibe karşılık Fenerbahçe’nin elindeki koz her ne kadar onlar kadar birbiri
Beşiktaş için geçen sezon başarı kriteri şampiyonluk olarak belirlendi ve sezon sonunda ip göğüslenemeyince faturayı ödemek Biliç’e kaldı. Aslına bakılırsa siyah beyazlılar geçtiğimiz sezonda gayet iyi bir performans sergilemiş ve şampiyonluğu stat farkıyla kaçırmıştı. Nitekim Biliç yönetimindeki genç ekip bir önceki sezonun tecrübesizliğini biraz daha ortadan kaldırmış, uyum seviyesini yukarı taşımış ve birçokları tarafından “en iyi oynayan takım” olarak tanımlanmıştı. Sezon sonunda en çok onların futbolcularına talep gelmesi de bu durumu destekleyen bir gerçeklik oldu.
Biliç’ten boşalan koltuğun Şenol Güneş ile doldurulmasına itirazım yok ama bu işin nedenini Biliç’in “kaybeden” bir teknik direktör olmasıyla açıklamak, Şenol Güneş’in kaybettiği finaller düşünüldüğünde çok mantıklı gelmiyor. Fakat hem tecrübesi hem de Türk Futbolu’nu en yakın takip eden isimlerden biri olması nedeniyle Şenol Hoca, siyah beyazlılar için en az itiraz edilecek teknik direktörlerden biri.
Bir takımın futbolcu kadrosu tamamen aynı kalıp sedece teknik direktörünün değişmesi o takımın yaklaşık %25 oranında değiştiği anlamına gelir. Zira futbolcular olduklarından ziyade teknik direktörlerin
Fenerbahçe iki yıl önce Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Arsenal ile eşleştiğinde iki takım taraftarı da aynı yorumu yapmıştı “zaten hep en zorunu çekeriz.” Nitekim Arsenal Fenerbahçe için, Fenerbahçe’de Arsenal için olası rakipler arasındaki en güçlüsüydü. Dünkü kuradan sonra Luçesku’nun: “kuralarda genellikle en güçlü takımı çekiyoruz” açıklamasını duyunca bu eşleşmeyi de hiç yadırgamadım. Bu eşleşme ile, her ne kadar kastedilen bu olmasa da, sene boyunca Kadıköy’e gelmesi dört gözle beklenen Luçesku da Kadıköy’e gelmiş olacak.
Bu arada hemen belirteyim Şaktar’ın adının kesinlikle Shakhtar diye yazılmaması gerek. Zira “Shakhtar” Ukraynaca’da “????a?” diye yazılıyor ve bu altı harfin bire bir karşılığı “Şahtar”. İngilizce’de “ş” harfi olmadığı için “sh”, “h” sesini kalınlaştırmak için de “kh” kullanılıyor. Bizim alfabemizde “ş” de, kalın söylenen “h” de olduğu için garip sözcükler yazmaya hiç gerek yok hatta bunu yapmak yazım hatası.
Tekrar futbola dönersek Avrupa kupalarındaki eşleşmelerimizden sonra atılan klişe bazı başlıklar vardır. Rakip kolay olunca “lokum gibi kura” veya zor olunca “imkânsız değil” denir genelde; rakip çok tanınmayan bir takım olunca da “kapalı