01.09.2021 - 01:01 | Son Güncellenme:
Elbette, Ermeni bir ailenin ortanca çocuğu olarak İstanbul’un Kurtuluş semtinde doğdum. Bir abim ve bir de erkek kardeşim var. Annem ve babam hayatta değiller. 20 yaşıma kadar Kurtuluş’ta yaşadım. İstanbul’a aşık bir çocuktum. En büyük tutkularım yazmak ve şarkı söylemekti. Hatta şarkı söylemek gelecekteki mesleğim olarak gördüğüm, hayallerimi süsleyen tek şeydi. Ta ki profesyonelliğe geçiş için ilk adımı atana kadar. O adımın sonrasında fark ettim ki benim için asıl kıymetli olan şey sadece şarkı söylemekmiş. Ve bu duygumu besleyen de amatör ruhla, sadece sevdiğim için yapmakmış, iş olarak değil.
İş olarak yapmaya başladığımda içimdeki tutkunun köreldiğini, özgürce şarkı söyleme lüksünden mahrum kaldığımı hissettim. Dolayısıyla hayatımın iş odağı yön değiştirdi.O tarihlerde günlüklerim Atatürk ve İstanbul (özellikle)Beyoğlu için yazdığım şiir, şarkı ve yazılarla doluydu:) Kurtuluştan ayrıldıktan sonra İstanbul’un pek çok güzel semtinde yaşadım… Çalışma hayatına ise reklam sektöründe başladım. 2003 yılında Sayın Güneri Cıvaoğlu ile tanıştık. Milliyet Gazetesi’nde asistanı olarak çalışmaya başladım. İş hayatıyla eş zamanlı Radyo ve TV programcılığı okudum. Ardından Kanal D’de ‘Güneri Cıvaoğlu ile Şeffaf Oda’ yapım sorumlusu olarak devam ettim. Güneri Bey’in hayatımdaki yeri çok kıymetlidir. Dolu dolu 16 yıl süren bu birliktelikte iş hayatına ve hayatın kendisine dair çok şey öğrendim.
Aslında benim için İstanbul dışına taşınma ve yerleşme ilk kez 2019 baharında Kaş ile gerçekleşti. Şöyle bir hikâyesi var taşınmamın: “2017 yılının sonbaharında çok sevdiğim dostlarım evlendiler, düğünlerinden hemen sonra balayı tatillerinde onlara eşlik ettim :) (Çok tuhaf olduğunu biliyorum. Ama çok ısrar ettiler. Üç kişilik harika bir balayı geçirdik. En azından benim için öyleydi:) Neyse, sonradan anladık bu içten, ısrarlı ve nazik davetin aslında kadere vesile olduğunu. Çünkü o tatilde bir dalış teknesinde ve dalış denemesinde eşimle tanıştım. Eşim orada yaşıyordu. Sırasıyla önce Kaş’a, tanıştıktan sonra ise eşime aşık oldum. Elif ve Volkan’ın farkında olmadan yaptıkları bu balayı tercihleri bizim tanışmamız için Evrenin tatlı bir oyunuymuş meğer. Onlara Tayland’da bir balayı sözüm var. Gelmelerini dört gözle bekliyoruz:)
Kaş’a gelmeden bir süre önce tatil için İtalya’da Amalfi, Positano kıyılarında bulundum. Hemen ardından Kaş’a geldim. Ve tek kelimeyle hayran oldum. Bence dünyanın en güzel yerlerinden biri. Türkiye’nin Amalfi’si kesinlikle Kaş’tır. Eşimin orada yaşıyor olması sayesinde ben de Kaş’a yerleşmiş oldum. Tayland konusuna gelince, Kaş’ta yaşarken biz bu kararı aldık. Çok hızlı bir karar ve toparlanma süreci olsa da. Aslında benim kalbimde ve aklımda uzunca bir süredir farklı bir ülkede yaşamayı deneyimlemek ile ilgili bir istek yatıyordu. Beni bunu yapmaktan –elbette gönüllü olarak- alıkoyan şey annemin 20 seneyi aşkın bir süre boyunca çok ağır bir Multiple Skleroz hastası olması idi. Annemi ve babamı kaybettikten birkaç sene sonra da işte buradayız…
Aslında çok uzun değil 2 yıldır yaşıyoruz Tayland’da. Bu süre zarfı içinde sadece bir kez çıktık ülke dışına. Tayland’ın Güney sınır komşusu Malezya’nın kuzeybatısında yer alan Penang eyaletine gittik. George Town’da kaldık. George Town Penang’ın başkenti. 1786 yılında, Kaptan Francis Light tarafından kurulmuş şehir. Adını Büyük Britanya Kralı III. George'tan almış. Biz çok etkilendik. Sömürgecilik dönemi mimarisinin çok güzel örnekleri var. Zaten şehir Unesco dünya mirası listesine dahil edilmiş. Sokak sokak büyülenmiş şekilde gezdik. Sosyal yaşam olarak da pek çok farklı kültürü içinde barındırıyor. Mutlaka ziyaret edilmesi gereken etkileyici bir yer.
Türkiye’den Tayland’a ilk gelişimizde henüz dünya, hatta Çin bile Corona ile tanışmamıştı. O nedenle bizimki farklı bir ülkeye/kültüre hızlandırılmış bir adaptasyon süreci şeklinde oldu:) Nasıl derseniz, o tarihte Koh Samui’de yaşıyorduk. Birkaç ay sonra pandemi nedeniyle ülke sınırlarını kapattı. Elbette adaya giriş çıkışlar da öyle. Ve biz dünyanın en güzel ve en fazla turist alan tropik adalarından birinde aylarca yerli halk ve bizim durumumuzda olan kişilerle hayatı ve adayı paylaştık.
Biz bize bembeyaz kumlar ve palmiye ağaçlarının altında müthiş bir akış içine girdik. Tabi şaşkındık. Dünya yeni bir düzene adapte olmaya çalışıyordu. Daha doğrusu uzun zamandır devam eden evirilme süreci artık daha görünür bir hale gelmişti. Geleceğe dair hiçbir fikrimiz yoktu. Ya da beklentimiz. Bencillik, hırs, kibir, öfke, şiddetten uzak bir hayat deneyimliyorduk. İzolasyon adamız Samui’de tanıdığım çok sevdiğim dostum Başak’la kendimizi yoga ve meditasyonun tarafsızlığına teslim edip bu konuda uzun derin sohbetler ediyorduk... Daha sonra ben hızımı alamayıp uzun yıllardır istediğim “sessizlik inzivası” için bir Budist Manastırında kaldım. Orada bir süre Budist rahiplerle benzer şekilde bir yaşam sürdük. Sabah 4:30’da uyanmak ve meditasyona oturmak, sadece sabah erken saatte yemek yiyerek 20 saati aç geçirmek. Şiltesi olmayan tahta bir yatak ve yastıkta yatmak. Günün 8 ila 10 saatini meditasyonda geçirmek. Elbette iş bölümü ile temizliğe katkıda bulunmak. Bedeni terbiye etmeden ruhu terbiye etmenin mümkün olmadığını bir kez daha görmüş oldum.
Tayland’a gelirken sadeleşmeyi, her türlü (eşya, giyim, kuşam) bağımlılıktan, alışkanlıklardan kurtulup hayatımda bir devrim yapmayı istiyordum. Öyle de oldu. Yaşamak için belirlediğimiz ilk yer Andaman Denizi kıyısında yer alan Koh Lanta adası oldu. Şanslıydım adaya geldiğimizin daha ilk haftası yoga eğitimi vermek için ilk görüştüğüm yerde işe kabul edildim.
Denize 100 metre uzaklıkta, sanırım 10-15m2 civarında bir bungalovda yaklaşık 2 ay yaşadık. Evde kertenkele mi ararsın, banyoda kurbağa mı:) Çamaşır elde yıkanıyor. Sivrisinekler dolaysıyla bacaklarımız tanınmayacak halde:) Ama ben çok mutluydum….Hayat boyu yaşadığınız yer 10 m2 de olabilir 1000m2 de lüks içinde yaşayabilir ya da sade bir hayatı tercih edebilirsiniz. Hayat tercihlerden ibaret. Ve tercih size kalmış.
Ama alıştığınız şartlar olmadan bir şort, bir t-shirt ile kurbağalar, kertenkeleler vb., mutfağı olmayan bir evde ya da çamaşırınızı elinizde yıkayarak da mutlu olmak mümkünmüş. Hatta manastırda kaldığım süreçte gördüm ki tahta yatak, tahta yastıkta da uyuyabiliyor insan ya da 20 saat aç da kalabiliyor. İnanın bunu bilinçli olarak tercih etmek ve başarmak hayata özgürleşmek demek. Zamanla duvarlarınız yıkılıyor ve hayatınızda gölgede kalan her ne varsa birer birer aydınlanıyor. Sorunuzun cevabı biraz uzunca oldu ama bendeki değişimler böyle. Artık biliyorum ki şartlar ne olursa olsun ayak uydurabilir ve yaşayabilirim. Bunu hissetmek insana büyük özgüven veriyor. Bhagavad Gita’da yazdığı gibi: “Bağlanmaktan, tutunmaktan azade bir şekilde eylemde bulun çünkü bağlanmadan yapılan eylem kişiyi nihai gidilecek yere götürendir.”
Hiç olmadı diyebilirim. Ben de eşim de daha önce bu ülkeyi turist olarak ziyaret etmiştik. Dolayısıyla kültür hakkında az çok bilgimiz vardı. Çok hızlı bir kararla valizlerimizi toparlayıp yola çıktık.
Aslında eşimin 20 yıllık bir bankacılık geçmişi, benimse medyada uzun yıllar çalışmışlığım var. Eşim bankadan ayrıldıktan sonra 20 yıldır hobi olarak yaptığı dalışa eğitmen olarak devam ediyor. Ben de buraya gelmeden önce yoga eğitmenlik eğitimi aldım. Aynı zamanda pilates eğitmeniyim. Amacım yoga konusunda kendimi geliştirmekti. Adaya ilk gelişimizde tam da bu yönde devam etti hayatlarımız.
Fakat evrenin herkes gibi bizim için de farklı planları vardı. Pandemi nedeniyle tüm dalış ve yoga merkezleri kapandı. Bir süre sonra neler yapabiliriz diye araştırırken aklımızdan geçmeyecek bir sürprizle, yani öğretmenlik yapma fırsatı ile karşılaştık. Derken tekrar valizlerimizi toplayarak bulunduğumuz adadan 1000 km uzaklıktaki Kuzey Tayland’a doğru yola koyulduk. Ve Sisaket’e gittik. Sisaket, Isaan Bölgesin’de bulunuyor. 12. Yüzyılda Khmer İmparatorluğu için önemli bir yere sahipmiş. Pek çok yerde Khmer kalıntılarını gördük. Bölgede Thai dilinin dışında üç farklı dilde de konuşuluyor.
Tayland’ın genelinden farklı bir kültür yapısı var. Geçim kanyakları çoğunlukla tarım.Artık Tayland’ın turistik bir adasında değil, anakaranın göbeğinde, Tayland’ın Kamboçya sınırındaydık. Hatta eşimle aramızda espri konusuydu Sisaket’e gelişimiz.” Hadi bakalım Antalya’dan Kırşehir’e geldik” diyerek. Gerçekten değişik bir ortamdı ilk gecemizde topluca uluyan köpekler, sabah dolaşırken peşimize düştüler. Taylandlıların Soi Dog olarak adlandırdıkları bu köpekler motorla geçerken size dokunmuyorlar ancak yürüyen insana alışık olmadıkları için havlayarak kovalıyorlardı. Bu korkutucu durum ilk haftanın sonunda “acaba dönsek mi?” fikrine neden oldu. Neyse ki motor aldık ve sorun çözüldü:)
Türkiye’de yaşadığım son yıllarda hayatın ne kadar sığ hale geldiğinden, insanı özünden uzaklaştıran rutinlerden, kalıplardan, yargılardan gereksiz övgü ya da yergilerden en önemlisi de dışa bağımlılıktan kurtulmak gerektiği zihnimde tekrar edip duruyordu. Bunu gerçekleştirebilmenin nihai yolu konfor alanını terk etmekti. Ve bunun cesaret isteyen bir eylem olduğunu biliyordum. Bu yolda yürüyebilmek için bir fırsatla karşı karşıya gelmiştim. Hayat bazen istediğin şeyde kararlı olup olmadığını görmek istiyor:)Okulun ilk günü, üniversite kampüsünü andıran bir lisenin bahçesine adımımı attığımda korkudan dizlerim titriyordu.
İnanın kaçmak istedim:) Nasıl olacaktı, bu işi hiç yapmamıştım, öğrencilerle nasıl iletişim kuracaktım! Ne anlatacaktım! Sınıfa nasıl hitap edecektim! Kendime sürekli hadi bakalım “eylem zamanı!” diye tekrar edip durdum.
O benim için adeta bir dağ haline gelen stres, sınıfa girdikten 15 dakika sonra uçtu gitti. Müthiş bir diyalog oldu öğrencilerle aramızda. Ben de inanamadım. Fakat gerçekten öğretmenlere olan saygım bir kez daha arttı. Çok emek ve sabır isteyen bir meslek. Ve sonra Bangkok ardından şu an yaşadığımız Phuket yarımadası... Lise, anaokulu, ilkokul hepsini tecrübe ettik. Yüzlerce öğrenci ile vakit geçirdik. Sayısız tatlı, komik ve duygusal anı birikti.
Benim öğretmenlik maceram 9 ay sürdü. Öğrencilerimle hala mesajlaşıyoruz:) Ben şimdilik ara verdim. Farklı bir heyecan içinde farklı bir yola giriyorum. Eşim ise öğretmenliğe devam ediyor. Bu arada Tayland’daki tecrübelerimizi ve yaşanmışlıklarımızı, merak edenlerle paylaşacağımız bir Youtube kanalı projesi geliştiriyoruz. İsteğimiz eğlenceli bir yol haritası oluşturmak.
Hayır hiç yabancılık hissetmedik. İnsanlar daima güler yüzlü, samimi ve saygılılar. Kendimizi en yabancı hissedebileceğimiz yer Sisaket olabilirdi. Çünkü sadece yerel halkın yaşadığı bir yer.
Halk tek kelime İngilizce bilmiyor. Bu yüzden başta her ne kadar anlaşmakta zorlandıksa da hiç yabancılık hissetmedik. Hatta çarşıda pazarda pop star gibi ilgi gördük diyebilirim. Bu arada öğretmenlere karşı da çok çok saygılılar. Sisaket insanını, öğrencilerimizi, Kuzey’in yemeklerini ve inanılmaz doğasını unutmayacağız.
Tüm Uzak Doğu kültüründe olduğu gibi Taylandlılar da çok saygılı bir toplum. Birbirlerinin haklarına saygılılar. Market sıralarında ya da öğrenciler okul sıralarında bu hep böyle. Herkes sırasını sabırla bekler.
Eğer sabah 4:30-5:00 civarı dışardaysanız turuncu kumaştan giysileri, çıplak ayakları, ellerinde metal kapları ile yürüyen Budist rahipleri mutlaka görürsünüz. Rahipler öğretileri gereği paraya asla el sürmezler. Her sabah dışarı çıkar ve halkın onlara sunduğu yemekleri alırlar. Manastıra döner dua ve meditasyona otururlar. İnsanların rahiplerden tek beklentileri dualarıdır. Rahiplerinin karşısında ayakta durmaz, diz çökerek otururlar.Bir de öğretmenlere karşı:) Şöyle bir anım var:
“Öğretmenlikte ilk haftamdı, çocuklardan kitaplarında bulunan bir alıştırmayı yapmalarını istedim. Bir süre sonra öğrencilerden biri bitirdi ve kitabını kontrol etmem için saygıyla eğilerek yanıma geldi. Kitabını aldım. Ben kontrol ederken çocuk masamın yanına diz çökerek beklemeye başladı. Yerler taş ve çocuk dizlerinin üzerinde yerde! Karşımda kimsenin diz çökmesine alışık değilim. Küçük bir şoktan sonra, gözlerim doldu. Telaşla kaldırdım onu. Ardından her bitiren öğrenci gelip sıra eşliğinde diz çökerek beklemeye başladılar. Ne yapacağımı şaşırdım. Onlar orada oturmasınlar diye nasıl hızlıca ödevlerini kontrol edip yerlerine yolladığımı inanın bilmiyorum. Ve bu hep böyle sürdü.
Ama bize ne kadar tuhaf gelse de bu onların geleneği. Bir süre sonra rahatsız olmak yerine saygı göstermeyi seçtim. Yine de ödev okuma konusunda hızımla iddialıyım:) İlerleyen günlerde emekliye ayrılan öğretmenler için düzenlenen bir törende, genç öğretmenlerin de emekli olacak öğretmenlerin önünde saygıyla diz çöktüklerine şahit oldum. Bizim kültürümüzde alışık olmadığımız bir şey dolasıyla bana en ilginç gelen gelenek bu oldu.Bir diğeri ise resmi görevlilerin tamamının üniforma giyiyor olması. Haftanın günlerine göre de farklı renkler kullanıyorlar. Buna öğretmenler de dahil. Hatta ne zaman üniformalı bir öğretmen görsek aramızda “dikkat komutan geldi” diyerek espri yapıyoruz.:)
Gülümsemek kültürlerinin bir parçası. Budizm geleneği. Erkek, kadın, çocuk, konum, yaş fark etmeksizin daima gülümseyerek yaklaşıyorlar size ve birbirlerine. (Elbette nadiren de olsa istisnalar olabiliyor.) Eğlenmeyi seviyorlar. Baskıdan hoşlanmıyorlar. Okullarda öğrendiğim ilk şey Tay bir çocuğa tek bir kelime bile öğretmek istiyorsan bunu eğlenceli bir yolla yapmak zorundasın. Ciddi, disiplinli bir eğitim sistemi yok.
Her çocuk anaokulundan itibaren pek çok branşta eğitiliyor. Müzik, mutfak eğitimi, izcilik, spor, bilim, askeri eğitim, sağlık. Ayrıca Thai, Çince, İngilizce anaokulundan itibaren başlayan dil eğitimleri. Bunların dışında benim en fazla dikkatimi çeken şey kadınların güçlü ve becerikli karakterleri. Kadınlar yol çalışmaları, inşaat, oto tamirciliği, balıkçılık, uzun yol şoförlüğü aklınıza gelebilecek her işte çalışıyorlar. Buna rağmen tüm Uzak Doğu kadınları gibi bakımlılar.
Toplumda alıştığımız şekilde bir cinsiyet ayırımı yok. Cinsel tercihlere de çok büyük saygı duyuyorlar.Ayrıca çok güvenilir insanlar. Nedenini kısaca anlatayım. Her gün yüzlerce insanın ziyaret ettiği Bangkok otogarında eşim cüzdanını düşürdü. Otogara ancak 20 gün sonra gidebildik ve cüzdanı olduğu gibi, eksiksiz danışmaya teslim etmişler. Bu ekstrem bir örnek değil. Herhangi bir şeyinizi bir yerde unuttuğunuzda yağmur, rüzgâr vb. doğal yollarla yer değiştirmiyorsa kesinlikle bıraktığınız yerde buluyorsunuz.
Sağlık hizmetleri konusunda maalesef yeterli değiller. Burada sağlık sorunu yaşamamaya dikkat etmek gerekir. En sık karşılaşılan şey motosiklet kazası. Biz şükür yaşamadık. Ama arkadaşımın bizzat yaşadığı bir kaza ve tedavi süreci var. Ve yine onun şahit olduğu ölümcül bir motosiklet kazası ve yapılan müdahale hikâyesi düşündürücü. Mutlaka duymuşsunuzdur.
Burada yaşanabilecek en tehlikeli hastalık Dengue humması, dengue virüsünün neden olduğu sivrisinek kaynaklı tropikal bir hastalık. Haziran aylarında ortaya çıkıyor. Geçen yıl maalesef eşim yaşadı oldukça zor bir hastalık ve ölümle dahi sonuçlanabiliyor. Tayland’da yaşadığı dönemde Leyla Bilginel bu hastalığı çok ağır tecrübe edenlerden biri.
Türkiye’de de “Dang humması” onun geçirdiği bu zor süreçle duyuldu.Eşim bağışıklığı kuvvetli olduğundan daha kolay atlattı. Bir hafta - on gün sürdü. Düşünün ki hastaneye gitmek aklımıza bile gelmedi:) Tüm sağlık görevlileri, doktorlar tabi ki yine çok kibar ve güler yüzlüler. Fakat sağlık sektöründeki temel ihtiyaçlar karşılanamayınca güler yüz pek işe yaramıyor.
Ben Hristiyan bir ailede doğdum ve büyüdüm. Şanslıydım ailemde dine karşı kimsenin fanatik bir bakış açısı yoktu. Hristiyanlığa bağlıydılar. Tüm dinlere saygıları büyüktü. Aynı zamanda hümanist bir bakış açısına sahiptiler. Ben ise mistik deneyimler yaşayan bir çocuktum. Benim yönelimim felsefesi olan ve felsefesinin merkezinde hoşgörü ve insana saygı olan inanç sistemlerine doğruydu. Tıpkı Mevlana’nın yaklaşımı gibi. Biliyorsunuz Tayland halkının çoğunluğu Budist.Buda çok kıymetli bir öğretmen. Şöyle diyor: Hayat acı ve ıstırap doludur. Doğum, zorluklar, hastalıklar ve ölüm ıstıraptır. Acı zevkin sonucudur; yoksulluk, hırs, arzu, öfke, nefret, çatışma insan ıstırabının sebepleridir. Istırabın ortadan kaldırılması mümkündür. Doğru görüş, niyet, söz, davranış, geçim, çaba, düşünce, konsantrasyon vb. ile. Yani korku yerine, topluma acıdan arınabilmeleri için bir yol haritası sunuyor.Bence bu çok kıymetli.
Rasyonel, pragmatik ve pratik. Dünyaya baktığımızda pek çok insan acılarla kıvranıyor, mutsuz. Çünkü bu acılardan nasıl kurtulacaklarını bilmiyorlar. Ve inanın bu öğretilerin iyicil etkilerini çoğunlukla toplum üzerinde gözlemlemek mümkün. Phuket’de sadece Budistler değil Müslümanlar da yaşıyor. Ve inanın barış ve huzur içinde herkes dinini sonuna kadar ve özgürce yaşıyor. Dünya geneline bakınca örnek alınması gereken bir yaşam şekli.