Kırsalda ormanla iç içe yaşamayı bilmeyen nüfusun artışı nedenler arasında gösteriliyor. Ormanlarımızın yangına en yatkın kızılçamlardan oluşması da riski artırıyor. Peki, ormanları korumak için neler yapılabilir?
Gözümüzün önünde, sadece ağaçlar değil, on yılların emeği, binlerce canlının yurdu ve toprağın hafızası yanıyor. Yangın görüntülerine artık alıştık, hatta zaman zaman kanıksar duruma geldik. Ancak yanan her hektar, geri döndürülemez bir kayıptan ibaret. Bir orman, sadece ağaç topluluğu değil. Aynı zamanda, bir su döngüsü, bir karbon yutağı, bir yaşam ağıdır. Ve maalesef, oluşabilmesi için onlarca yıl gereken bu dev ekosistem, birkaç saatte kül oluyor.
Peki neden? Neden son dönemlerde orman yangınlarının sayısı artıyor? Mesela İzmir. Neden, bu kadar sık yangın yaşanıyor? Yangın ekolojisi uzmanı Prof. Dr. Ali Kavgacı’ya göre nedenlerden biri, kırsalda ormanla iç içe yaşamayı bilmeyen nüfusun artması. Geçmişte orman köylüsünün yanıcı otları yakacak olarak toplayarak yangınları doğal yollarla önlediğine işaret eden Kavgacı, günümüzdeyse ormana yakın bölgelerde yapılan evlerde yaşayanların yeterli bilince sahip olmadığına vurgu yapıyor.
Bahçedeki otların temizlenmesi için yakılacak bir ateşin büyük felaketleri başlatabildiğine değinen Kavgacı, insan ile orman etkileşiminin son yıllarda çok fazla arttığına dikkati çekiyor. Zaten orman yangını nedenlerinin ilk sırasında da insan var. Bir anlık dikkatsizlik ya da bilinç eksikliği, yüz binlerce ağacın küle dönmesine yol açıyor. Tabii sadece kayba ağaç olarak da bakmamak gerekiyor. Bir hektar orman, ortalama 200-300 ton karbon tutuyor. Yüzlerce hektar alanın yanması, yaklaşık 50 bin ton karbondioksitin atmosfere salınması demek. Bu durum, aynı zamanda yerel hava kalitesinin çökmesi anlamına da geliyor. Diğer yandan yangınlarda, toprağın verimli üst tabakası yok oluyor, mikroorganizma kolonileri ölüyor. Ortamdaki su buharlaşıyor, yer altı su kaynakları azalıyor. Oksijen üretimi kesilince nem dengesi de bozuluyor. Yani yanan aslında doğanın ritmi!
Bu döngüyü kırmak mümkün mü?
Yangınları önlemek amacıyla bazı teknikler gündeme getiriliyor. Ama bunlar çoğu zaman konuşulmayan, önleyici stratejiler. Oysa biz hâlâ siren sesinden sonra konuşmaya başlıyoruz. Türkiye ormanlarının büyük kısmını oluşturan kızılçamlar, yüksek reçine oranları ve kolay tutuşmaları nedeniyle yangına en yatkın ağaç türlerinden biri. Bu nedenle yangınlar hızla yayılıyor, özellikle rüzgârlı havalarda kontrol altına alınmaları çok zorlaşıyor. Ancak son yıllarda medyaya yansıyan bir öneri dikkati çekiyor: “Kızılçam ormanlarının kenarına servi (Cupressus sempervirens) gibi düşük yanıcılığa sahip ağaçlar dikmek.” Yani kızılçam ormanlarını ‘servi perdeleriyle’ çevrelemek. Servi ağacı, kızılçama göre daha az yanıcı. Kolay kolay alev almıyor. Hızla uzaması sayesinde de ‘rüzgâr perdesi’ görevi görebiliyor.
Prof. Dr. Ali Kavgacı, bu yöntemin teorik olarak işlevsel olduğunu, özellikle de yol, tarla ve yaşam alanlarıyla orman arasında servi perdelerinin yapılabileceğini belirtiyor. Ancak pratikte yangınların mega yangınlara dönüştüğüne dikkati çekerek, uygulamanın katma değerinin çok da fazla olmayabileceğini dile getiriyor.
Elbette, servi ya da daha az yanıcı meşe gibi diğer ağaç türleri, tek başına bir mucize olamaz. Uygulama sahalarının genişliği, toprak yapısına uyum, ekolojik dengeyi bozma riski gibi birçok parametre dikkate alınmalı. Ayrıca bu tür ‘doğal bariyer’ sistemlerinin yanı sıra yangın kuleleri, insansız hava araçlarıyla erken tespit, orman yollarının genişletilmesi, toplumsal bilincin artırılması ve yangın eğitimi gibi önlemlerle entegre düşünülmeli.
Yangından etkilenenler için yol haritası
Türkiye Psikiyatri Derneği ‘Yangın Sonrası Erken Dönem Halka Yönelik Ruhsal Bilgilendirme’ broşürleri hazırladı. Broşürde, yangından etkilenerek kaygı ve korku yaşayanlara yönelik şu önerilerde bulunuluyor: “Böyle zamanlarda kaygı, uykusuzluk, huzursuz hissetme gibi ruhsal belirtiler yanında kaygıya bağlı sık nefes alıp verme, çarpıntı, nefes almakta güçlük, titreme gibi bedensel belirtiler ortaya çıkabilir. Bunlar kişinin kendisini tehlike altında hissettiğinde meydana gelen olağan belirtilerdir. Tehlike anında ya da olaydan sonra bir korunma refleksi olarak kendiliğinden oluşur, bir süre devam eder. Bedensel belirtiler nedeniyle ayrıca endişe yaşanılmamalıdır. Kaygı azaldığında bu belirtiler de zamanla kendiliğinden kaybolacaktır. Yaşadığınız olayı sizi dinleyebilecek bir yakınınızla konuşmaktan kaçınmayın. Mümkünse insanlarla (arkadaşlar, aile, komşular gibi) olumlu ve destekleyici ilişkiler kurun. Sosyal destek kişilerin ruhsal travma sonrası etkilenmeleri üzerinde iyileştirici etkiye sahiptir. Duygularınızı, üzüntünüzü bastırmaya çalışmayın. Olayla ilgili duygu ve düşüncelerinizi sizi dinleyebilecek kişiler ile paylaşın. Etkilenmiş diğer insanlara ulaşın. Olayın dehşet verici ayrıntılarını konuşmamak koşuluyla ortak iletişim ve dayanışma size ve onlara iyi gelecektir. Kalabalık ortamlara girme ve seyahat etme kaygı verici ise kaygı düzeyi azalana dek güvendiğiniz diğer insanlarla ve grup hâlinde bunları gerçekleştirin. Yangına ait görsellere ve videolara maruz kalma süresini kontrol altına alın. Özellikle çocuklarınızın, afete maruz kalmasalar bile, gördüklerinden etkilenebileceklerini ve afeti deneyimleyenlere benzer tepkiler verebileceklerini unutmayın. Hareket edin. Bedeninizin bakımına özen gösterin. Alkol ve sigara kullanımı gibi sağlığınızı olumsuz etkileyecek baş etme yöntemlerini kullanmayın, nefes egzersizi, gevşeme egzersizi gibi sağlıklı yöntemler deneyin.”