Sesi, müziği, duruşu, aile hayatı ile yıllardır hayranlıkla takip ettiğimiz bir sanatçı Funda Arar. Geçtiğimiz günlerde oğlu Aras’ın 5. yaş gününü kutlayan Funda Arar’la nasıl bir anne ve nasıl bir çocuk olduğunu konuştum.
Hayranı olduğum insanlara bakarken, hep nasıl bir çocuk olduklarını, bugün geldikleri noktaya gelmelerinde nelerin etkili olduğunu düşünürüm. Ve tabii eğer çocukları varsa, nasıl bir anne ya da baba olduklarını… Sevdiğimiz sanatçıları, kameralar aracılığıyla çok yakından tanıyoruz. Peki ya kameraların arkasında anne, baba, evlat, eş rolleriyle nasıl bir hayatları var? Yıllardır büyük bir sevgi ve saygı ile dinlediğimiz Funda Arar’a nasıl bir anne ve nasıl bir çocuk olduğunu sordum.
- Annelik hayatınızda neleri değiştirdi?
Yaşamımda bana verilen en büyük ödül çocuğum. Aşk neymiş evlat sahibi olunca anlıyor insan. Ne yapsam onu düşünüyorum. Anne olduktan sonra daha çok çalışıp, daha çok üretmem gerektiğini anladım.
- ‘Anneliği 3 kelime ile anlatın’ desem, nasıl tanımlardınız?
Aşk, koruma, fedakarlık.
- Biz sanatçı Funda Arar’ı tanıyoruz. Ebeveyn Funda Arar nasıl biri?
Her fırsatı oğlumla geçirmek istiyorum. İşten eve büyük bir özlemle geliyorum. Onun gözünden bakmaya ça
Her bebek kullanım kılavuzu ile dünyaya gelse, hayat ne kolay olurdu! Özellikle çocuğumuzun bizden uzaklaştığı hatta bizi beğenmediği ergenlik yıllarında bir kullanım kılavuzu olsa, şahane olmaz mı? Korkulu rüya ergenlikle ilgili aklımdaki tüm soruları Prof. Dr. Sinan Canan’a sordum, anlattıkları bu zorlu yolda ebeveynlere rehber olacak.
Ergenlerin kafası karışık, aileler tedirgin, herkes gardını almış, ortalık sanki savaş alanı. Bir de onları bekleyen pornografi tuzağı var ki… Aileler ne yapacağını bilemiyor. Beyin ve sinirbilim üzerine araştırmalar yapan Üsküdar Üniversitesi öğretim üyesi, fizyolog Prof. Dr. Sinan Canan, “Şu an internetin çok ciddi bölümü pornografik içeriklerden oluşuyor. Çocukların buna ulaşması da çok kolay. Bu konu ergenler için el bombası gibi. Sapkınlığa giden her türlü uyaran, ergen beynini bloke ediyor” diyor.
- Ergenlik döneminde beyinde neler oluyor? Neden bu kadar sancılı bir süreç?
Ergenlik dediğimiz mesele insan hayatında her şeyin değiştiği, zihinsel donanımın baştan aşağı şekillendiği çok özel ve önemli bir dönem. Biyolojimizi çok iyi bilmediğimiz için bazı şeyleri, kapris ya da şımarıklık olarak görebiliyoruz. Ergenlik döneminde, anne karnından
Geçtiğimiz günlerde hepimizi kahreden yavru köpeğin ölüm haberinin üzerine, her gün farklı bir hayvana şiddet haberi geliyor. Ya tecavüz, ya işkence ya yaralama. Delirmemek mümkün değil.
Hayvana şiddet insanın olduğu her yerde var maalesef. Ama Türkiye, araştırmalar net olmasa da, bu konuda başı çeken ülkelerden biri.
Bir insan neden bir hayvana şiddet uygular ya da tecavüz eder?
Sosyopatlık psikolojik bir bozukluk olarak tanımlanır. Sosyopatların vicdani sorumluluk ve empati duyma yetileri yoktur. En belirgin özelliklerinden biri de hayvanlara zarar vermeleridir. Hayvana zarar veren, çok kolay insana da zarar verir. Bana göre hayvana eziyet edenle, çocuk istismarcısının hiçbir farkı yok. Hep kendinden küçüğe ve acize yönelen, karşı koyamayacak olana zarar veren tipler. Aslında özünde çok korkan olan, kişilik gelişimi tamamlanamamış zavallı mahluklar.
Peki bir insan neden sosyopat olur?
Bunun tek bir nedeni yok. Pek çok neden ve pek çok yaşam olayı belirleyici olabilir. Hatta çevrenin etkisi kadar, genetik faktörler üzerinde duran çalışmalar da var. Ama şunu söyleyebilirim ki; çocukluğunda şiddet ya da istismar gören herkes yetişkinliğinde sosyopat olur, aynısını
Sokakta oyun döneminin bitmesi, çalışan annelerin sayısının artması, çocuğun bakımını paylaşacak insan sayısının azalması, güvenlik kaygıları, bütçesel engeller derken aileler için yaz tatilleri kabus haline geldi. Tatiller; çocuk zamanını organik olarak dolduramadığı için, çocuğun zamanını doldurmaya çalıştığımız uzun bir zaman dilimi bizim için.
Okul olmadığında zamanını nasıl değerlendireceğini bilemeyen bir nesil var. Hal böyle olunca çare teknolojiye sarılmak oluyor. Peki ne yapacağız?
Çocuğum sıkıldım diye geldiği zaman ne hissediyorum?
Anne/babalar bu soruya genelde “sinirleniyorum” ya da “panik oluyorum” diyor. Çünkü kendimizi boş alanları doldurmaktan sorumlu hissediyoruz. Tabii zamanın ruhunun da bunda payı büyük. Biz de hiç boş kalmıyoruz. Boş kalmak nasıl bir şey unuttuk belki. Pek çok yetişkin zamanını yönetememekten şikayetçi. Bu durum çocuklara da küçüklüklerinden itibaren yansıyor. Zaman planlaması yapmayı öğrenemiyorlar çünkü ebeveynler bunu çocukların yerine yapıyor.
Yaz tatillerini planlarken mutlaka çocukları da işin içine katmalıyız. Çocuğumuzun yaşına uygun olarak, onun da fikirlerini ve isteklerini dinlemeli, demokratik bir şekilde tüm tatili
Okulların kapanma, karnelerin alınma zamanı geldi çattı. Karne hediyesi doğru mu, değil mi tartışmaları sürse de pek çok aile çocuğuna karne hediyesi alacak. Çocuğunuza karne hediyesi ne alırsınız bilmem ama ne almamanız gerektiğini biliyorum. Bir kedi, köpek ya da farklı bir hayvan karne hediyesi olamaz.
Avrupa’da herhangi bir ülkeye gittiyseniz, eminim siz de aynı soruyu kendinize sormuşsunuzdur. “Nasıl oluyor da sokaklarda bir tane bile sahipsiz hayvan bulunmuyor?”
Resmi olmayan rakamlara göre İstanbul’da 200 bine yakın sokak hayvanı var. Bu rakam her yaz sonu biraz daha artıyor. Çünkü karne hediyesi olarak alınan hayvanlar, çocuğun hevesi kaçınca, tuvaletini eve yapınca, havlayınca ya da büyüdü diye sokağa terk ediliyor. Yarısından fazlası da bir yılı geçmeden sokaklarda ölüyor.
Avrupa’nın yaptığı ama bizim yapamadığımız nedir diyerek, aklımdakileri HAYTAP (Hayvan Hakları Federasyonu) Genel Başkanı Ahmet Kemal Şenpolat’a sordum. Şenpolat, sokağa terk etmenin ve kaçak hayvan ticaretinin önüne geçilmediği sürece, sokaktaki hayvan sayısının daha da artacağını söylüyor ve ekliyor: “Sokak hayvanları sorunu diye bir şey yok. Sokak hayvanlarının sorunu var. Sorunu da biz insanlar
Eğer soru, “Karnesi kötü olan çocuğa nasıl davranılmamalı?” olsaydı cevap basit olurdu: Öfkeli, cezalandırıcı, yıkıcı davranılmamalı.
Peki nasıl davranılmalı?
Önce kendinize şu soruyu sorun lütfen: “Çocuğumun karnesi benim için ne ifade ediyor?” Başarısının karşılığı mı, motive olması için bir araç mı, gelişimine destek mi yoksa prestij nedeni mi? Bu sorunun cevabı, karnenin iyi veya kötü gelmesine verilen tepkiyi de belirliyor. Karne bir sürecin sonucudur. Ya da bazen değildir. (Bu da ayrı bir yazı konusu) Süreci görmezden gelip, sonuca tepki vermek, sonucu değiştirmeyeceği gibi, kişiyi ileriye de taşımaz. Oysa sürecin en başından itibaren çocuğun gelişime ve öğrenmesine destek olmak, karneye yüklenen beklentiyi düşürüp, karne günü yaşanacak çatışmaları da azaltır.
Kendimize itiraf edelim
Ebeveynler olarak her zaman çocuklarımızın büyümesini ve başarılarıyla gurur duymak isteriz. Çoğu zaman çocuklarla ilgili gizli hedeflerimiz vardır. (doktor olacak, bilim insanı olacak gibi) Ve ne yazık ki çocuklarımız hakkında başkalarının ne düşündüğünü çok önemseriz. Tabii iş sadece ailede de bitmiyor. Eğitim sistemi öğrenme ve gelişim üzerine kurulu olmadığı için, çocuğun aldığı
Dislektik olan ünlüler arasında kimler yok ki… Einstein’den, Muhammed Ali’ye, Stephen Spielberg’den, Picasso’ya pek çok deha dislektik. Çocuklarda üstün zeka ve yetenek eğitimi üzerine çalışmalar yapan akademisyen ve yazar Dr. Bahar Eriş, literatürde “öğrenme güçlüğü” olarak tanımlanan disleksinin, “öğrenme farklılığı” olduğunun altını çiziyor. Alfa Yayınları‘ndan çıkan son kitabı “Gölgedeki Yıldızlar“da disleksi hakkında bilinmeyenleri ya da doğru sanılan yanlışları gözler önüne seren Eriş, “Bu çocuklar tembel ya da geri olarak etiketleniyor. Halbuki sadece beyinleri farklı çalışıyor. Eğitim sistemine uyum sağlayamadıkları için bir ülkenin insan kaynağı boşa harcanıyor” diyor.
- Disleksinin tanımı ve yaygınlık oranı nedir?
Disleksi, bütünü görme, güçlü sezgi, hayal gücü, yaratıcı düşünce, problemlere farklı açıdan bakabilme, güçlü görsel hafıza, üç boyutlu düşünme gibi güçlü yönleri olan bir beyin farklılığıdır. Bu farklılık nedeniyle çocuklar belli şeyleri rahatlıkla yaparken, en basit ifadesiyle okumakta güçlük yaşarlar. Benim şahsi tanımım yetenek odaklı. Literatürde “özgül öğrenme güçlüğü” olarak tanımlanıyor. Oysa ortada ne hastalık var ne zekada bir gerilik. Bilakis, zeki
LGS’ye sayılı günler kala her yerde sınav stresi ile başa çıkmanın yolları konuşuluyor. Ben yapılacaklara geçmeden önce, konuya başka bir açıdan bakmak istiyorum. Stresten çok korkuyoruz. Hemen yok etmeye çalışıyoruz. Halbuki stresin bir miktarı hayat için gerekli. Stres bizi uyaran, harekete geçiren, vücudumuzun bir savunma mekanizması aslında. Önümüzde hayatımızın geri kalanını etkileyecek, önem verdiğimiz bir etkinlik var ise strese girmemiz çok doğal. Sanki çocukların stresli olması çok felaket bir durummuş algısı yaratılıyor bu da iyice strese sebep oluyor. Önemli olan nasıl baş ettiğimiz. Strese rağmen değil, stresle yaşamayı bilmeli ve çocuğumuza da bunu öğretmeli. Çünkü günümüz dünyasında her tarafımız stres kaynağı.
Anne/baba olarak stresle nasıl baş ediyoruz?
Burada kritik olan bizim anne-baba olarak stresle nasıl başa çıktığımız? Biz perişan olurken, çocuktan soğukkanlılık beklemek anlamsız. Her insanın mizacına göre stresi algılayışı ve yaşayışı da farklı oluyor. Heyecanı, stresi yönetebilmek de güç kazandırıyor insana.
Her durumda yanında olun
Sınav gibi stres katsayısının arttığı dönemlerde ailelere düşen en büyük görev, her ne olursa olsun çocuğumuza