“Ben mimarım” demek doğru bir açıklama değildir; mimarlık eğitimi almak o kişiyi mimar yapmaz. Bir kişinin gerçekten mimar olarak kabul edilmesi, yaptığı yapılarla ortaya çıkar. Daha doğrusu, biz kendimizi mimar olarak tanımlasak da ancak başkaları bizi bu unvanla nitelendirdiğinde gerçekten mimar olmaya hak kazanırız
Geçen günlerde bir konuşma esnasında genç bir meslektaşım bazı itirazlarda bulundu. Eski dönemlerde çizilen projelerin yetersiz olduğunu, günümüzde çok daha detaylı projeler hazırlanması gerektiğini söyledi. Bu görüşüne katılmadım, çünkü benim için mimar, proje çizen kişi değil, yapı yapan insandır. Üstelik “Ben mimarım” demek de doğru bir açıklama değildir; mimarlık eğitimi almak o kişiyi mimar yapmaz. Bir kişinin gerçekten mimar olarak kabul edilmesi, yaptığı yapılarla ortaya çıkar. Daha doğrusu, biz kendimizi mimar olarak tanımlasak da ancak başkaları bizi bu unvanla nitelendirdiğinde gerçekten mimar olmaya hak kazanırız.
Mimarlık eğitimi ve mimar
Mimarlık eğitimi alan insan sayısı fazla olsa da ne yazık ki gerçek anlamda mimar sayısı oldukça az. Her proje çizen kendini mimar olarak tanımlıyor, ancak şehirlerimize baktıkça insan, “Acaba gördüğüm yapıların kaçı gerçekten mimari bir eser?” diye sormadan edemiyor. Son zamanlarda büyük ve küçük müteahhitlerin yaptıkları yapıların satış kataloglarında artık projeler yer almıyor. Bu kataloglar, çoğunlukla bilgisayar ortamında oluşturulmuş renkli görsellerle dolu. Daha ortaya çıkmayan yapılarla ilgili bu görüntüler zaman zaman yanıltıcı olabiliyor. Bu nedenle katalogların okunması zor bir köşesine küçük puntolarla şu not ekleniyor: “Satıcı, bu görüntülerde ve yapılarda gerekli değişiklikleri yapma hakkını saklı tutar.”
Mimarlık eğitiminde kalite
1983 yılında gerçekleştirilen sözde üniversite reformunun sonrası çoğu öğreticinin en yüksek beklentisi bir an önce akademik kariyerde son basamağa ulaşmak oldu. “Bir an önce profesör olalım, gerisini sonra düşünürüz!” anlayışı yaygınlaştı. Benim kanaatim bu, dilerim yanılıyorumdur. Elbette her akademisyeni bu çerçevede değerlendirmek doğru olmaz, ancak büyük bir kısmının bu beklenti içinde olduğunu görmekteyim.
Orkestra şefi olarak mimar
Mimarlık, bana göre, orkestra şefliğine benzer. Orkestra şefleri genellikle iyi bir icracı değildir, ancak müziği derinlemesine anlar ve tüm enstrümanların uyum içinde çalışmasını sağlar. Elbette hemen hepsi müzik için gereken iyi bir kulağa sahiptir. Keman, piyano veya herhangi bir enstrümanı çalabilirler, ancak büyük bir kısmı yönettiği orkestra da sanatçı olarak yer alacak kadar çaldığı enstrümana hâkim değildir.
Mimar da benzer şekilde, projelendirme aşamasında statik, tesisat ve elektrik projelerini yönetebilmeli, uygulama aşamasında ise olası sorunları önceden görebilmelidir. Bazıları, “Ben sadece mimari projeyi hazırlarım, diğer mühendislik disiplinleri de kendi işlerini yapar” diyebilir. Ancak bu yaklaşım, mimarlığın özüne aykırıdır. Mimarlık, yalnızca çizim yapmaktan ibaret değildir; farklı disiplinleri yönetmek ve koordinasyonu sağlamak da mimarın sorumluluğundadır. Farklı düşünen dostlarıma mimarlık mesleğinin bir büyüğünün, Vitruvius’un binlerce yıl önceden bize ilettiği öneriyi hatırlatmak isterim; “Mimarın eğitimli sayılması için çizimi kuvvetli olacak, geometriyi iyi bilecek, geniş çaplı bir tarih bilgisi olacak, felsefecileri dikkatle dinlemiş olacak, müzik bilecek, hekimlikle bir tanışıklığı olacak, hukukçuların dilinden anlayacak, astronomiyi ve göğün mantığını iyi kavramış olacak.” Binlerce yıl öncesinden gelen bu tanımlama, bugün bile mimarlık mesleğinin ne kadar çok yönlü olması gerektiğini göstermektedir.
Mimarın işi zordur
Her mimarlık eğitimi gören insanın bu niteliklere sahip olması kolay değildir. Üstelik mimarın yaptığı işin ortaya çıkması uzun bir süreci gerektirir ve ciddi bir finansman kaynağına ihtiyaç duyar. Bir edebiyatçı, ressam, besteci ya da heykeltıraş, bir mimara kıyasla daha özgürdür. Örneğin, bir yazar yalnızca kâğıt ve kalemle eserini oluşturabilir. Ancak bir mimarın tasarladığı yapı, insanların içinde yaşayacağı bir mekân olacaktır. Mimari ürün, insanları soğuk ve sıcaktan koruyacak, onların güvenliğini sağlayacak ve hayatlarına doğrudan etki edecek bir yapıdır. Yaşadığımız ortamı şenlendirmesi de gerekir.
Mimar çizer mi, yazar mı?
Mimarlar düşüncelerini çizgi ile ifade ederler. Son dönemde, özellikle Koruma Kurulları’na sunulan projelerin çok sayıda yazılı açıklama ile desteklenmesi isteniyor. Niçin böylesi bir yola gidildiğini doğrusu merak ettim? Genç meslektaşlarım özellikle raportör ve karar vericilerin projeyi okumakta güçlük çektiklerini bu nedenle yazılı açıklama istediklerini söylediler. Zaman zaman aynı isteklere muhatap olduğumda onların bu teşhisinin büyük oranda doğru olduğunu anladım. Uzun yıllardır hem hocalık hem de serbest mimarlık yaptığım için edindiğim bir deneyim var. Bazı insanların sunduğunuz projeye bakışları veya sordukları sorular, baktıkları projeden hemen hiçbir şey anlamadıklarını ortaya koymakta. Eskiden bu eksikliği gidermek için bazıları renkli, bazıları siyah beyaz perspektiflerle yapıyı anlatmaya çalışırdık. Bazı insanlar ise size güvenip isteklerini söyler ve ortaya çıkacak yapıyı bize emanet ederlerdi. Sık sık gündeme getirdiğim ahlak erozyonu bu konuda da kendini gösteriyor diye düşünüyorum. Baktığı projeden hemen hiçbir şey anlamayan yetkili insanlar, bizim de çok az şey bildiğimizi, kendilerini kandırmaya çalıştığımızı düşünüyor ve akıllarınca bizi yazılı belgelerle bağlamaya çalışıyorlar.
Proje mi, laf mı?
Eğer yalnızca yazılı belgelerle yapı inşa edilebilseydi, sanırım en başarılı mimarlar ozanlar olurdu. Günümüzden yaklaşık dört yüz yıl önce Francis Bacon, bu konuya dikkat çekerek şöyle demiş: “Yalnız güzellik uğruna kurulan büyülü sarayları, bunları sudan ucuza kuran ozan takımına bırakın.”
Elbette yapı yapmak için öncelikle bir mimari proje gerekir. Ancak avan projeyle yapının işlevselliği belirlendikten sonra asıl önemli olan, uygulama projesinin hazırlanmasıdır. Uygulama projesi; statik, tesisat, elektrik ve diğer mühendislik projeleriyle uyum içinde olmalıdır. Bu sürecin koordinasyonu tamamen mimarın sorumluluğundadır. Ancak günümüzde şantiyelerde de projeyi okuyup uygulayabilecek meslek mensubu sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu yüzden projeleri taşıyıcı sistem, kaba yapı ve ince yapı olarak ayırarak göndermek zorunda kalıyoruz. Ne yazık ki, uygulama aşamasında projeyi anlamayan şantiye sorumluları, anlamadıklarını sormak yerine kendi bildiklerini uyguluyor. Sonuç ise tam bir felaket oluyor: tesisat döşenirken kolonlar zedeleniyor, kirişler deliniyor, döşeme plaklarının bağlantıları kesiliyor. Deprem bölgelerinde incelediğim zarar görmüş yapıların hemen hepsinde bu tür uygulama hataları bulunuyordu.
Mimar ne yapar?
Gelelim yazımızın başlığına, “Mimar ne yapar?” Benim eğitim aldığım dönemde hocalarımız sık sık “Proje, sizin düşüncelerinizi ifade eden bir belgedir. Ancak uygulanırsa mimarlık faaliyeti olur.” derlerdi. Çok yetenekli, ama yeterince çalışmayan, uygulama projelerinin getirdiği yoğun çalışmayı üstlenmek istemeyen birçok insan tanıdım. Mimarlık eğitimi, bireyin çok boyutlu düşünmesini ve dünyayı farklı algılamasını sağlar. Ancak eğitim sonrasında yeterince çalışmayanlar, projeyi çizmenin mimarlık yapmak olduğunu zannedenler ya da bürokraside denetleyici konumuna geçenler, mimarlık mesleğine zarar vermektedir. Hemen her konuda olduğu gibi öğretimden eğitime dönmedikçe bu konuda da yapılacak herhangi bir iyileştirme olmayacağını düşünmekteyim.
Üzüntü verici bir durum
Bugün, yüzü aşkın üniversitede mimarlık öğretimi verildiğini düşündükçe uykularım kaçıyor. “Kim bu öğrencilere eğitim veriyor? Kaç kişi gerçek anlamda mimarlık yapıyor?” diye düşünmek bile oldukça ürkütücü. Ülkemizde mimarlık faaliyetleri konusunda ne yazık ki “Kral çıplak.” Mimarlık mesleğinin gerçek niteliğine kavuşması için eğitim sisteminin ve uygulama süreçlerinin köklü bir şekilde yeniden ele alınması şarttır.
Ne yazık ki, eğitimde ve bürokraside “Kral çıplak” diyecek insan sayısı da çok az, bazı kişiler bu konudaki eleştirilerini dile getirseler de sevimsiz olup dikkate alınmıyorlar. Geçmişte ustalık isteyen kişileri denetleyen loncalar vardı. Günümüzde ise bu işi meslek odaları üstlenmiş durumda, başta Mimarlar Odası olmak üzere her meslek odası bu konuda çalışma yapmalı, meslektaş olarak aramızda yer alacak kişilerin gerçekten bu işi yapılacak ehliyete sahip olup olmadığını denetleyecek mekanizmalar oluşturulmalı.
Yalnızca konuşarak bir şeylerin oluşmasını beklemek Godot’yu beklemek gibidir. Önce kendimizi düzeltmek için meslek mensupları olarak eyleme geçmemiz lazım.
Sultan II. Selim döneminden bir hatıra:
Hassa Mimarımın başı Sinan’a hüküm ki Rumeli’den ve sair yerlerden gelip, marangozluk ve yapı ilminden haberleri olmayan kişilerin ellerine metre alıp mimarlık yapıp, güvenli olmayan yapı yaptıkları, bu evlerin çoğunun ocaklarının tutuşup binaların yandığı bildirildiğinden buyurdum ki bu konuda dikkatli olup bunlar gibi yapı ve dülgerlik ilminden haberi olmayıp ellerine metre alıp mimarlık yapanlara mâni olup, senin iznin olmadıkça bu gibi cahil kişilere mimarlık ettirmeyesin. 17 Safer 980/29 Haziran 1572
Anlaşılan pek fazla değişen bir şey yok, o dönemde yangınlar, günümüzde depremler yapı ilminden haberi olmayan kişilerin icra-i sanat etmesinin acı sonuçlarını ortaya koyuyor.