Hepimizin alışık olduğu bir uygulamadır, asansörlerin aynalarına veya bina girişindeki panolara asılır. Bilin bakalım nedir? Cevabınızı duyar gibiyim. Evet, aidatını ödemeyenlerin listesi ve yanında borç miktarı.
Malum bunun amacı ödeme yapmayanları toplum önünde rencide ederek ödemeye zorlamak oluyor genellikle.
Bu uygulama hala var olmakla birlikte kişisel veri koruması bakımından değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Binanın giderlerine katılmak, aidat borçlarını ödemek apartmandaki bağımsız bölümü sakininin bir yükümlülüğü olmakla birlikte bu yükümlülüğün ve diğer yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde Kat Mülkiyeti Kanunu’nun koyduğu temel kurallar var. Kanun, apartman sakinlerince ödenmeyen aidatlar bakımından, yöneticiye dava ve icra takibi yolunu açmaktadır. Ancak borçluların isimlerini ve borç miktarlarını ilanen duyurma yöntemine kanunda yer verilmemiştir.
İlanen duyurma yönetiminin kişisel veri ihlali uygulamasının bir örneği olduğu çok açık
İzmir depremi hepimizi sarstı. Hatta fiziksel olarak beni bile…
Deprem esnasında ben Bodrum’daydım, evden çıkıp arkadaşlarımla buluşayım diyordum. Tam evden çıktım, kapıyı kilitleyeyim dedim, birden başım döndü. Yer yerinden oynadı.
Çok ani hareket ettim ondandır diye düşündüm. Ancak dışarı çıkınca başı dönenin yalnız ben olmadığını anladım…
Benim yaşadığım deprem baş dönmesi şeklinde tezahür ederken, İzmir halkının deprem deneyimi içler acısı.
Sosyal medyada enkaz görsellerini görüyorum, görüyoruz. Hepimiz çok duygulanıyoruz ve artık bazı şeylerin daha farklı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bizi en çok etkilen ise sosyal medyada paylaşılan küçük çocukların fotoğrafları… Bu fotoğraflar “yaşama tutunma motivasyonu”, “deprem yardımı”, “yardım ekiplerinin özverisi” gibi amaçlarla paylaşılıyor.
Peki bu paylaşımları yaparken çocuklarımızı ne kadar düşünüyoruz?
Çocuklarımızın bu fotoğraflarını paylaşırken onları bugünkü ve gelecekte
Sosyal medya üzerine hukuki düzenlemeler hız kazandı. 02.10.2020 tarihinde BTK (Bilgi Teknolojileri Kurumu) “Sosyal Ağ Sağlayıcı Hakkında Usul ve Esaslar” konulu bir karar yayınladı.
Bu kararda en çok dikkat çeken hususlarda biri, sosyal ağ sağlayıcılarının “temsilci belirleme zorunluluğu” idi. Bu yazıda temsilci belirleme yükümlülüğüne değinmek istiyorum.
Bu konu benim için çok önemli. Neden dersek; sosyal sağ sağlayıcılarının çoğunun merkezi yurtdışında olduğu için hukuksal ve idari soruşturmalarda ve davalarda, kimlik tespiti, veri ve belge temini açısından çok zorlanıyoruz.
Hatta veri temin edilmediği için birçok mağduriyet giderilemiyor. Çünkü tüm deliller sosyal ağ platformu üzerinde olabiliyor. Bu verilere her zaman erişilemediği gibi erişildiği durumda dahi ekran görüntüsü karşı taraf kabul etmiyorsa geçerliliği şaibeli oluyor. Zira, teknolojik imkanlarda yapay bir sohbet vs. görseli veya fotoğraf üretmek mümkün.
Dahası işlemi gerçekleştiren kişilerin kimlikleri
Genelde aile hukukuyla ilgili çok yazmıyorum. Neden derseniz, bu alanda bilgi veren çok fazla meslektaşım var.
Lakin benim aile hukukunda rahatsız olduğum ve düzenleme gerektiren bir mesele var: süresiz nafaka.
Her gün güncel mevzuatı ve Resmi Gazete’de yayımlanan kararları takip etmeye çalışıyorum. Bugün (23.09.2020 tarihinde) yayımlanan kararlara baktığımda Anayasa Mahkemesi’nin “nafaka” üzerine bir kararını gördüm.
Başvuran kişi, süresiz nafaka ödemenin kendisinin “maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı”nı ihlal ettiğini öne sürüyor ve nafakaya ilişkin aile mahkemesi kararını Anayasa Mahkemesi’ne taşıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını çok önemli buluyorum.
Zira, başvurucu Anayasa Mahkemesi başvurusunda “çok kısa süre evli kaldıklarını, müşterek çocuklarının olmadığını, buna karşın ömür boyu yoksulluk nafakası ödemesinin hakkaniyete uygun olmadığını” belirtiyor.
Türk Medeni Kanunu’nun 175 maddesi diyor ki “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek
Sigortasız işçi çalıştıran, elden maaş ödemesi yaparak eksik prim yatıran işveren artık kalmamıştır diyordum- ta ki Türkiye’de iş yapan, dünyanın en büyük bir şirketlerinden birinin uygulamasını duyana kadar… Ve bu büyük şirket eksik primi bırakın tamamen sigortasız işçi çalıştırma uygulamasına gitmiş...
Bir aile dostumuzun kızı, spor ürünleri satan bu şirketin yönetim binasında (İstanbul merkez ofisinde) yaklaşık 3 yıldır sigortasız çalıştırıldığını, kendisi gibi bir ekip arkadaşının da aynı uygulamaya tabi tutulduğunu söylediğinde çok şaşırdım. Neden derseniz, bu şirket global anlamda tanındığı gibi birçok spor karşılaşmasında sponsorluklar yapan, medya tanıtımına çok önem veren bir şirket olduğu için böyle hesaplar yapmaz diye düşünmüştüm. Ancak yanılmışım…
Peki, şirket kendisine nasıl kılıf bulmaya çalışmış? Çalışanların maaşlarını yurtdışından, başka isimli bir şirketten, başka para birimi ile ödüyormuş. Ama çalışılan işyeri bu şirket, personellerin tabi olduğu tüm rejim bu
Gündemde kadın hakları var ve sosyal medya şiddet olaylarıyla çalkalanıyor. Kadın hakları deyince aklıma gelen en önemli isim Nazan Moroğlu…
İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda MEF Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi olan Nazan Moroğlu için kadın hukukunun Türkiye’deki öncüsü diyebiliriz.
Moroğlu, kadın hukuku alanında ilk akademik çalışma olan “Kadının Soyadı” adlı master tezini 1998’da yayınlandı ve o zamandan bu yana gerek akademik camiada gerek baro kadın hakları komisyonunda gerekse de sivil toplum alanında önemli işlere imza attı.
Nazan Moroğlu’nu, benim de üyesi olduğum İstanbul Barosu’nda ziyaret ettim ve uzun zamandır yapmak istediğim söyleşimizi gerçekleştirdik. Nazan Hanım’ın verdiği bilgiler ve yaptığı işler ilham verici…
OK: Kadın hakları konusunda yıllardır önemli işlere imza atmış birisiniz. Sizi İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı olarak tanıdık. Şimdi ise İstanbul Barosu Başkan Yardımcısısınız. Kariyer yolculuğunuz biraz da kadın haklarının
Covid-19 süreciyle dünya hiç olmadığı kadar değişti. İnsan türünün, Covid-19 virüsünün saldırısı altında olduğu malum. Köşe bucak saklanıyoruz, maskelerimizin altına gizleniyoruz. Kendimizi büyük bir tehdit altında hissediyoruz. Bu tehdidi savuşturmak adına tıp ve sağlık hizmetleri, ilaçlar en büyük umut kaynağımız.
Peki, sağlık ve tıp alanındaki mahremiyet konusunda tereddütlerimiz yok mu? İlaç şirketleri ne kadar masum? Covid-19 ve sonrasında gelmesi muhtemel diğer virüs saldırıları nasıl yok edilecek? Bu ve benzer birçok soru hepimizin kafasını kurcalıyor. Sosyal medyada ve basında yer alan röportajlarda da birçok komplo teorisini okuyoruz. “Sağlığımız öne sürülerek” hepimiz takip edilecek miyiz, bizlere çip takılacak mı?
Kişisel veri, gerçek kişiye ait her türlü bilgi olarak kabul ediliyor. Sağlık verilerimizin, kişisel veri olduğu konusunda şüphemiz yok. Üstüne üstlük sağlık verileri “özel nitelikli kişisel veri”. Çünkü sağlık verilerinin öğrenilmesi
Geçmişin insanın peşini bırakmaması, dijital ortamlardaki kayıtların uzun süre kalması, bazen çok acı verici olabiliyor. Ancak buna tahammül etmek zorunda değilsiniz. Unutulma hakkınız olduğunu biliyor muydunuz?
Unutulma hakkı, “geçmişte yaşanılan olumsuz olayların ve/veya kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme hakkı” olarak tanımlanıyor.
Dijital platformlardaki ve arama motorlarındaki kayıtların uzun süre kalması, silinememesi, yayılması, kişilerin “kişisel verilerinin ihlali” olarak kabul ediliyor.
Kişisel Verilerin Korunması Kurulu (Kurul) yakın zamanda önemli bir karara imza attı. Kurul’un 23.06.2020 tarihli kararının konusu kişilerin ad ve soyadı ile arama motorları üzerinden yapılan aramalarda çıkan sonuçların indeksten çıkarılmasına yönelik taleplerdi.
Kurul söz konusu kararında:
-Arama motorlarını, üçüncü taraflara ait internette topladıkları verilerin işlenmesinin amaç ve vasıtalarını belirledikleri göz önünde bulundurularak "veri sorumlusu" olarak kabul etmiş,
-Arama motorları tarafından