İzmir depremi hepimizi sarstı. Hatta fiziksel olarak beni bile…
Deprem esnasında ben Bodrum’daydım, evden çıkıp arkadaşlarımla buluşayım diyordum. Tam evden çıktım, kapıyı kilitleyeyim dedim, birden başım döndü. Yer yerinden oynadı.
Çok ani hareket ettim ondandır diye düşündüm. Ancak dışarı çıkınca başı dönenin yalnız ben olmadığını anladım…
Benim yaşadığım deprem baş dönmesi şeklinde tezahür ederken, İzmir halkının deprem deneyimi içler acısı.
Sosyal medyada enkaz görsellerini görüyorum, görüyoruz. Hepimiz çok duygulanıyoruz ve artık bazı şeylerin daha farklı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bizi en çok etkilen ise sosyal medyada paylaşılan küçük çocukların fotoğrafları… Bu fotoğraflar “yaşama tutunma motivasyonu”, “deprem yardımı”, “yardım ekiplerinin özverisi” gibi amaçlarla paylaşılıyor.
Peki bu paylaşımları yaparken çocuklarımızı ne kadar düşünüyoruz?
Çocuklarımızın bu fotoğraflarını paylaşırken onları bugünkü ve gelecekteki travmalarını düşünüyor muyuz? Sizce bu çocukların ilerde görselleri karşılarına çıktığında travmaları tetiklenmeyecek mi?
Araştırmalar deprem yaşamayanların dahi enkaz ve kurtarma videoları izleyerek travma yaşadıklarını gösteriyor. Bir de göçük altında kalan küçük çocukları düşünün…
Küçük yaşta göçük altına kalan bir çocuğun göçükten çıkışına ilişkin bir fotoğrafın çekilmesi ve sosyal medyada fütursuzca çeşitli motivasyon temelleri ile paylaşılması kesinlikle doğru değil. Bu çocuğun ve ailesinin kişisel haklarının ihlali niteliğinde ve artık buna dur demeliyiz.
Çocuğun sosyal medyanın oyuncağı haline gelmesi, yaşadığı mağduriyetin ve özel görüntülerinin her detayıyla paylaşılması çocukta ve hatta ailesinde uzun vadeli psikolojik tahribat yaratıyor.
Konumuz açısından bir hukuki değerlendirme yaptığımda meselenin bir tarafında çocuğun kişilik hakkı, diğer tarafında ise ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü bulunuyor.
Kişiyi kişi yapan tüm değerler kişilik hakkı kapsamında; örneğin, haysiyet, özel hayat, resim ve ses, sırlar kişilik hakkı kapsamında korunması gereken başlıca değerlerdir. Özellikle konumuz açısından, zarar görenin çocuk olması, kendisinin resmi, görüntüsü, özel hayatı üzerindeki mevcut ve gelecek ihlalleri algılayacak ve engelleyecek güce sahip olmamasına dikkat edilmesi gerekiyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi de çocuğa ilişkin hukuki işlemlerde, “çocuğun yüksek yararı” (the best interest of child) ilkesinin esas alınması gerektiğini belirtiyor.
Peki bizim sosyal medyadaki ifade özgürlüğümüz? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü herkese tanınan bir hak. Ancak bu temel hak bazı sınırlamalara tabi…
İfade özgürlüğü kapsamında sosyal medya kullanıcılarının veya basının, veri objesi/sujesi olarak çocuğu kullanmasının, çocuğun kişilik hakkını ihlal edip etmediğinin belirlenmesi bu nokta önem kazanıyor... Kendi çekirdek alanında herhangi bir sınırlamaya tabi olmayan özgürlüğün, bir başka kişinin hak ve özgürlük alanına girdiğinde sınırlamalara tabi olması kaçınılmaz. Çocuğun menfaati ile bir başka hak çatıştığında, pek tabii çocuğun yüksek menfaati diğer hakka tercih ediliyor. İfade özgürlüğünün, çocuğun menfaati ilkesiyle sınırlandırılması, hukuki dayanağını hem Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 3 ve 19 maddeleri ve ayrıca Anayasa’nın 41/3 maddesinde buluyor.
Diğer yandan, deprem ve çocukların mağduriyetine ilişkin söyleyeceklerimizi çocuklarımızın fotoğraflarını çekmeden veya halihazırda çekilmişleri paylaşmadan da ifade edebiliriz. Açıkçası görsel paylaşmadan da duyarlı olmak mümkün…
Demem o ki çocuklarımızın bugününü ve yarınını düşünelim. Sosyal medyadaki duyarlılığımıza bir yenisini ekleyerek çocukların özel görüntülerini paylaşmaktan imtina edelim.
Çocuklarımız depremi bir kez yaşadı, ilerde onlara bir daha yaşatmayalım.
Av. Oğuz Kara
(kara@oguzkara.av.tr)