Bu sütunda 27 Ağustos 2015 tarihinde yani 4,5 ay önce yayımlanan yazı şu cümleyle son buluyor:
“PKK belası yetmemiş gibi başımıza bir de IŞİD belası sarılıyor... Haberiniz olsun...”
Neden söylemişiz bunu... Şu haber üzerine:
“Türkiye ve ABD’den yapılan açıklamalarda... Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesi konusunda tüm teknik detaylarda anlaşıldığı ve Türkiye’nin de koalisyon ile birlikte örgüte karşı operasyonlara en kısa zamanda katılacağı bildirildi”...
O tarihe kadar IŞİD’le belirgin bir çatışma yaşanmamıştı. Gerçi 20 Temmuz Suruç katliamının bir IŞİD üyesi tarafından yapıldığı öne sürülmüş ama olayın arkasında gerçekten IŞİD’in olup olmadığı kesinleşmemişti.
Türkiye 27 Ağustos’ta ABD’nin zorlamasıyla IŞİD’ e resmen savaş ilan ediyordu.
Aynı yazıda Prof. Ümit Özdağ’ın şu tespiti yer alıyordu:
“IŞİD, bu saldırılara saldırı ile cevap verecektir. IŞİD, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi kentlerde sivil hedeflere yönelik saldırılar ile kamuoyunu derinden sarsmayı hedefleyecektir.”
Kanal D’de Beyaz’ın programına telefon açarak “bebekler ölmesin”diyen öğretmenle 1128 akademisyenin imzaladığı “Suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi aynı masumiyet kabına yerleştirmek doğru değil. Akademisyenlerin bildirisi farklı. Orada iktidarı eleştiriyor görüntüsü altında devletin teröre karşı verdiği mücadeleye itiraz var. PKK’nın adı anılmadığı gibi o tarafa en küçük eleştiri yok. Sadece şu cümleye bakmak kâfi:
“Hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz”...
Özetle deniyor ki:
“HDP’nin, PKK’nın, Kandil’in taleplerini karşılayacak bir program hazırla ve uygula...”
***
Bu bildirinin hak ettiği nedir? Okkalı bir cevap. Bir karşı eleştiri...
Ama iktidardan gelen ifadeler... YÖK’ün durumdan emir çıkartarak akademisyenlere ceza vermeye hatta bazılarını işten atmaya hazırlanması... Savcıların hareketlenmesi.. Mafyanın akıl almaz tehditlere başvurması...
Sosyal medyadaki linç harekâtı...
Yine bir canlı bomba ve yine acı bilanço; 10 ölü, 2’si ağır 15 yaralı.
Ülkemiz dünyanın gündemine bir kez daha bomba ile, kan ile, terör ile birlikte düştü. Gelecekle ilgili kuşku ve kaygılar, insani acılar katmerlendi. Her olaydan sonra manşetlere çıkan “hain saldırı, alçakça eylem” gibi deyimler artık etkisini kaybediyor... Yapılan hatalar böyle bir geleceği haber vermişti, gibi tespitlerin de etrafa bunca acının saçıldığı bir dönemde galiba pek değeri kalmıyor...
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bombalı eylemden sonra yaptığı açıklamada iki cümle özellikte dikkat çekiyor;
“Bugünkü olay tamamıyla Suriye’deki boşluktan kaynaklanmaktadır... Terörün en büyük kaynağı Suriye’deki iç savaştır.”
Her iki tespite aynen katılıyoruz. Ancak sormadan edemiyoruz...
Suriye’deki sözünü ettiğiniz o boşluk hangi güçler ve devletler tarafından oluşturulmuştur? Oluşturulurken iktidarınızın tavrı ne olmuştur?
O iç savaş ortamının oluşmasında ve bugüne kadar gelmesinde Batı’yla beraber iktidarınızın da payı, sorumluluğu var mıdır? Zamanı geriye almak mümkün olsaydı Suriye’deki rejim muhaliflerine yine destek verir... Bugün, “Terörün en büyük kaynağı” dediğiniz Suriye’deki iç savaşta taraf
Zahir Çoban, İstanbul Beylikdüzülü, Semih Kaymak ise Konya Ereğlili iki TIR şoförü... İkisi de şu sıralar Habur sınır kapısının Irak tarafındalar.
Telefonda anlattıklarını dinliyoruz:
“Silopi ve Cizre taraflarında yol güvenliği sağlanamadıği gerekçesiyle Habur kapısı 14 Aralık’ta geçişlere kapatıldı. Şu anda sınır kapısının Irak tarafında yaklaşık 10 bin araç haftalardır geçiş izni bekliyoruz. Durum Türkiye tarafında da pek farklı değil. Orada da uzun TIR kuyruğu var. Geçen salıya kadar hiç geçiş verilmiyordu, salıdan itibaren günde 50 -100 araca izin verilmeye başlandı. Bu sayı değişmezse demektir ki daha aylarca burada bekletileceğiz. Biz yaptığımız sefer sayısına göre para alıyoruz. Cebimizde para bitti. Yakında resmen açlık başlayacak. Biz burada, çoluk çocuğumuz evlerimizde perişan durumdalar.
Araçlarımızda yatıp kalkıyoruz. Banyo hiç yok, tuvaletler yetersiz. Resmen bitlendik. Az gerimizde Suriyeli mültecilerin kampı var. İnanın orası bize göre Hilton! Lanet olsun deyip TIR’ımızı burada bırakmak, Erbil’e gidip uçakla Türkiye’ye dönmek diye bir şey de söz konusu değil. Çünkü peşmerge, buna da izin vermiyor. Araçla geldin, ancak aracınla çıkabilirsin, diyor.
Çok büyük ve güçlü
Moda’da bir avuç aydın bu nadide semtin yozlaşıp bozulmaması için adeta savaş veriyor. Bugünlerde başlıca kaygı konusu Moda iskelesidir. Bu tarihi yapı yeni bir işletmeciye ihale edilmiş. O da kafasına göre bir tadilat yapıyor. Ortaya ne çıkacak bilinmiyor.
İstanbul âşığı usta yazar Afif Yesari, 1987 yılında yayımlanan “İstanbul Hatırası” adlı kitabında Moda iskelesini pek güzel anlatır:
“Moda Vapur İskelesi’ne uzanan rıhtım, Kadıköy’ün karakteristik gezinti yerlerinden biriydi…
O yıllarda, İstanbul, Kadıköy ve ‘yaşamak’ bir başka güzeldi…
Yaz akşamları rıhtımda birkaç tur attıktan sonra, vapur iskelesinin üstündeki terasa çıkardık. Orada, Bariton Reşit opera aryaları, Kürt İhsan, o dönemde Jan Kiepura adlı tenorun çevirdiği filmle üne kavuşturduğu Ninon adlı parçayı söylerdi..
Reşit Erkul’un (sonraları film de çevirmiş ve jön oynamıştır) çok güzel bir bariton sesi vardı, Kürt İhsan da (İhsan Unan; o da aktör oldu ve çoğunlukla doğulu taklidi yaptığı için Kürt İhsan olarak ünlendi) ondan aşağı kalmazdı.. Onlar, arya ve şarkılarını bitirince, aşağıda, rıhtımda toplanıp, onları dinleyen kızlı, erkekli gençler, coşkuyla alkışlar, Reşit’le İhsan, onların alkışlarına reveranslarla
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop, öngördükleri başkanlık sistemini Millet gazetesine açıklamış. Şentop sistemin ABD başkanlık sisteminden esinlendiğini söylüyor. Ancak üç fark varmış!
- ABD’de federal yapı var, Türkiye’de başkanlık üniter yapı üzerine kurulacak,
- ABD’de bir senato ve bir temsilciler meclisi var. Türkiye’de tek meclis olacak,
- ABD’de Başkan’ın Kongre’yi fesih yetkisi yok. AKP’nin öngördüğü sistemde ise Başkan’ın Meclis’i fesih yetkisi olacak.
Şentop anlaşılan şakayı seven biri... Çünkü bu üç fark Türk tipi başkanlığın ABD sistemiyle benzerlik ve ilgisini tamamen ortadan kaldırıyor. İktidarı eyaletlerle paylaşmayan, aldığı kararlar ve yaptığı atamalar Senato denetiminden geçmeyen bir “başkan”ın, ABD sistemiyle ne ilgisi olabilir. Üstelik meclis’i fesih yetkisi de her daim Meclis’in üzerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı duracak...
Şentop’un sözünü ettiği model sanılır ki AKP’nin 2012’de Meclis Anayasa Komisyonu’na sevk ettiği 32 maddelik modeldir.
Bu modelde bir de “Başkan’ın kararname çıkarma yetkisi” var ki... Bir benzeri sadece Hitler Almanyası’nda bulunur.
Başbakan Davutoğlu neden CHP ve AKP ile yaptığı görüşmelerde bu modelin sözünü etmedi? Hadi o zaman
Enerji işkolunda örgütlü Tes - İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Şahin’in başkanlık ettiği yaklaşık 10 kişilik bir sendikacı grubu geçtiğimiz aralık ayının ilk haftasında iki gün sürecek bir toplantı için Kamboçya’ya gitti. Türkiye’den uçakla 11 saat uzaktaki bu ülkeye seyahatin sebebi ne miydi :
“Kamboçya tekstil işçileriyle dayanışma!”
7 Aralık günü Sabiha Gökçen Havalimanı’nda başlayan seyahat 8 gün sonra aynı havalimanında sona erdi. Bizim enerjik! sendikacılarımızın Kamboçyalı tekstil işçileriyle dayanışma uğruna yaptıkları bu özverili uzun ve yorucu seyahatin onlara, bilgi ve görgülerini artırma dışında ufak bir katkısı daha oldu. Harcırah adı altında ceplerine attıkları, günlüğü 710 dolardan toplam 5 bin 680 dolar. (Yaklaşık 17 bin TL).
Peki, kişi başına 2 bin 100 dolar olan uçak parası mı? Tabii o da Tes - İş Sendikası’nın kasasından, daha doğrusu Tes - İş üyesi işçilerin cebinden çıktı.
***
Bu ballı seyahati Yıldırım Koç Aydınlık’taki köşesinde yazdı. Dün kendisine ilgili sendikadan herhangi bir itiraz gelip gelmediğini sorduk.
“Yazımda verdiğim bilgiler kesinlikle doğruydu. Dolayısıyla en küçük bir itiraz gelmedi. Zaten aynı şeyi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Davutoğlu’nun anayasa ziyaretini anlatıyor:
- Geldi, oturdu, anayasa konusunu görüştük. Başkanlıkla ilgili hiçbir ayrıntı vermedi. Neyi öneriyorlar doğrusunu isterseniz ben şu ana kadar anlamış değilim.
***
Davutoğlu anlaşılan daha ilk görüşmede maraza çıkmasın diye nasıl bir başkanlık sistemi açıklamamış. Oysa hem o, hem AKP’nin diğer sözcüleri ucundan kıyısından akıllarında hâlâ 2012 yılında Meclis’e verdikleri 32 maddelik başkanlık teklifinin bulunduğunu açık ediyorlar.
***
AKP ve CHP anayasayı görüşürüz ama başkanlığa karşıyız, diyorlar. Buradan sanki bazı maddelerde uzlaşırız ama başkanlık masaya geldiğinde kalkarız gibi bir hava ortaya çıkıyor. Oysa yeni anayasa ya başkanlık ya parlamenter sistem esasına göre inşa edilecek. İki eksenden biri tercih edilecek. Öyle olunca anayasa komisyon toplantılarının ilk oturumlarında bu konunun karara bağlanması gerekiyor. AKP’nin bütün derdi başkanlık olduğuna... CHP ve MHP de başkanlığı kabul etmeyeceğine göre... İlk oturumlarda ipler kopacak demektir.
Partiler şimdilik uzlaşmaz görünmek istemiyor. Ama uzlaşmaları da mümkün