İsrail’de üç ana istihbarat-casusluk ve karşı-casusluk kuruluşu var:
MOSSAD: Başbakanlığa bağlı ana istihbarat birimi; AMAN: İsrail silahlı kuvvetlerinin yedi bölümden oluşan istihbarat dairesi; ŞİN BET: İbranice adının baş harfleriyle anılan karşı-terörizm dairesi.
Lübnan’daki çağrı cihazı ve telsiz-telefon yoluyla yapılan kitle suikastının ayrıntıları belli oldukça, birçok kaynakta Hizbullah’ın gücüne, yapılanmasına ve kendi güvenliğine ilişkin kuşkulu analizler, yorumlar çıktı. Ben de bu sütunlarda, Hizbullah’ın nasıl olup da Macaristan’dan içi bomba döşeli haberleşme cihazlarını alıp, hem kendi militanlarına hem de sivil halka ulaştırılmasına aracı olduğunu anlamanın güçlüğünü ifade ettim.
O Hizbullah ki, 2013 yılından bu hafta başına kadar Lübnan’dan İsrail’e 18 binden fazla (bir kaynağa göre 26 bin) roket attı ve toplam 33 İsraillinin ölümüne sebep oldu. O Hizbullah ki, son bir yılda 17 yöneticisinin yanı sıra geçen Cuma günü de kurucusu ve lideri Hasan Nasrallah İsrail tarafından öldürüldü. O Hizbullah ki, liderin öldürüldüğü gün kendisini kuran ve geliştiren İran’ın 2013-21 arasında dışişleri bakanlığı yapmış, şu anda Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Muhammed Cevad Zarifi tarafından şu ifadeyle, adeta vekaletten azledildi:
“Kimsenin intikamını alacak değiliz. Hizbullah’a çok destek sağladık ama İsrail onlara o kadar nüfuz etti ki, artık toparlanması imkansız oldu.”
New York Times’ın İsrailli yetkililere dayandırdığı haberinde, İsrail istihbarat örgütleri bir yıldan beri Nasrallah’ın nerede olduğunu günbegün biliyorlardı ve geçen hafta onu öldürmeye karar verdi.
Zarifi, CNN’e söylediği öne sürülen bu sözleri gerçekten söyledi ise, o zaman bir iki gün önce El Arabiya televizyonuna konuşan bir Şii din adamı, Nasrallah’a şöyle seslenmekte haklıydı:
“Vasiyetini yaz. İran seni ve grubunu sattı. Başına karşılık İran’ın ne anlaşma yaptığını bilsen her şey tersine döner. Sana Kudüs’ü gösterenler seni sattı. Umarım çok geçmeden olanları görürsün…”
Soru şu: Hizbullah bu kadar kolay bir lokma mıydı? Hizbullah, 2006’daki İsrail saldırısında büyük bir zafer sağlamıştı. Belki de son zamanlarda Lübnan sınırına yakın köylerinin boşaltılmasına yol açan Hizbullah saldırılarına karşı, İsrail’in Lübnan’a kara harekatı yapmamasının sebebi bu yenilgisiydi. Ama anlaşılan o ki, İsrail, o günden sonra Hizbullah üzerinde ciddi olarak çalışmış. Hamas’ın 7 Ekim baskınından sonra Hizbullah’ın İsrail’e yaptığı saldırılar, gerçek bir destek savaşı değil, İsrail’in Hizbullah’ı kukla gibi oynattığı bir tiyatro imiş.
Meğer MOSSAD, sadece Hizbullah’ın değil Lübnan devlet aygıtının tüm birimlerine öyle bir sızmış ki, artık Lübnan’da hiçbir yetkilinin güvende olmadığı söylenebilir. Biraz aşırı bir çıkarsama saymazsanız, sadece Lübnan’da değil ama İran’ın vekalet savaşı yapmak üzere örgütlendiği her yerde, Suriye’de, Irak’ta (belki de Yemen’de) güvenlik ağlarının adeta kevgire döndüğünü söylemek bile mümkün.
Bunu İsrail’in başarıları hanesine yazmak, bir kere daha İsrail’e puan vermek ne kadar yerinde olur? Burada IMF’siyle, BM Güvenlik Konseyi’yle, Rusya’ya karşı Ukrayna-Gürcistan-Ermenistan çemberiyle, Çin’e karşı Hindistan-Japonya-Avusturya’yı içine alan yeni “Pasifik Dörtlüsü” oluşumu ile dünyayı yöneten ABD-Fransa-İngiltere şebekesinin rolünü görmemek mümkün mü? Kabul etmeli ki ortada 1917 Balfour Deklarasyonundan bu tarafa, Osmanlı’yı yok eden, şimdi de tüm Orta Doğu’ya yeniden şekil vermeye çalışan bir akıl var.
Filistin’de önce “Paylaşım,” 1967’den bu yana da “İki Devletli Çözüm” projelerinin bir tür göz boyama, Arapları, hatta daha genel ifade edersek Müslüman halkları “Büyük İsrail” projesine alıştırma çabasının yanında, Lübnan’daki tiyatro, açık söylemek gerekirse, hiç kalır.