İyot yetersizliğinin önemine dikkat çekmek için her yıl 1-7 Haziran ‘İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi Haftası’ olarak anılır.
İyot, tiroit bezinin normal fonksiyonları için gereklidir. Tiroit hormonlarının üretiminde yer alır ve bu hormonlar metabolizma, büyüme ve gelişme için son derecede önemlidir. Bunu daha iyi anlamak için iyot yetersizliği olan bir kişide olabilecek belirtiler sıralarsak:
1 Guatr (Tiroit bezinde şişlik): İyot yetersizliği, tiroit bezinin büyümesine yol açabilir, bu da boynun ön kısmında şişliğe neden olabilir.
2 Yorgunluk ve halsizlik: İyot yetersizliği olan kişilerde sürekli yorgunluk ve halsizlik hissi olabilir.
3 Kilo değişiklikleri: Genellikle iyot yetersizliği olan kişilerde kilo alma eğilimi gözlemlenir.
4 Soğuğa duyarlılık: İyot yetersizliği olan kişiler soğuğa karşı daha duyarlı olabilirler.
5 Cilt ve saç problemleri: İyot yetersizliği, cilt kuruluğu, saç dökülmesi ve tırnak kırılması gibi cilt ve saç problemlerine neden olabilir.
6
Farklı sektörlerde büyük başarılara imza atıp dünyanın en zenginleri sıralamasında başı çekenler artık şaşırtıcı bir şekilde sağlığa yatırım yapmaya başladı. Sağlıktan kastettiğim öyle hasta olunca iyileşmek amacıyla gidilen hastaneleri kurmak ya da hastalıklardan kurtulmak için kullanılan ilaçların fabrikalarını kurmak değil, nasıl hasta olmadan uzun süre yaşanılabilir veya yıllar geçtiği halde nasıl genç kalınabilir cinsten yatırımlar. Düşününce hayal mahsülü bir filmin konusu gibi gelen bu düşünce bilim insanları sayesinde gerçeğe dönüşmek üzere. Nereden para kazanılacağı konusunda uzmanlaşmış bu kişiler bence doğru yolda ilerliyorlar çünkü genç kalmak ve hasta olmamak elbette ki herkesin arzu edeceği bir avantaj. Aynı zamanda ülke yönetimleri için de iş gücü kaybından kaçınmak ve sağlıkla ilgili masraflardan özellikle de yaşa bağlı kronik hastalıklarla ilgili harcamalardan kurtulmak için iyi bir seçenek.
Tersine çevirmeyi hedefliyor
Bu senenin başındaki yazılarımdan birinde
Özellikle bahar alerjisi olanların şu günlerde daha da belirgin hissettiği gece artan burun tıkanıklığı uykuya geçişi de zorlaştırır.
Solunum alerjisi nedir?
Alerji, vücudun alerjen adı verilen yabancı maddelere karşı gösterdiği uygunsuz bağışıklık reaksiyonudur. Bağışıklık sisteminin bozulması nedeniyle normalde zararsız görünen maddelere karşı bazı kimselerde aşırı tepki ortaya çıkar. Bu tepki bazen ciltte ürtiker veya dermatit şeklinde, ödem ya da döküntülerle, solunum yolunda rinit veya astım şeklinde ya da genel ve şiddetli olarak da anaflaktik şok şeklinde kendini gösterir. Rinit, burun tıkanıklığına yol açan, burun içi dokunun şişmesiyle kendini gösteren bir alerjik olaydır. Beraberinde burunda kaşıntı ve akıntı da olabilir.
Solunum alerjisi genellikle soluduğumuz havada bulunan belirli alerjenlerin solunması ile bağlantılıdır. İlkbahar ve yaz aylarında alerjik rinitin sorumlusu daha çok polenlerdir. Kış aylarında kapalı mekanlarda daha fazla zaman geçirdiğimiz için evlerimizde havalandırma eksikliğinden kaynaklanan kirlilik, tütün, toz akarları, hayvan
Dün Anneler Günü’ydü. Bizi hayata getirene kadar karnında taşıyan, hayat veren, ondan sonra da hayatımız boyunca hem kalbinde hem de aklında taşıyan annelerimizin kıymeti kelimelerle ifade edilemez. Hamilelik boyunca annelerimizin bedeninde olan değişikliklerle birlikte varlığımız sadece karnında bir yük olarak değil kalbinde de bir yüke sebep oluyor. Bunu mecazi değil mekanik anlamda söylüyorum. Buradan size sağlıkla ilgili konuları, bilgileri sunduğum için ben tıbbi boyutuyla aktarmak istiyorum.
Kalpte olan değişiklikler
Gebelikte kan hacmi hormonal değişiklikler sebebiyle neredeyse yarı yarıya artıyor. Bu artış ilk üç ayda başlıyor, 20-24. haftalarda en üst düzeyine ulaşıyor, doğuma kadar ise bu düzeyini koruyor veya hafif azalıyor. Ancak bu artışın hızına kırmızı kan hücrelerinin sayısı yetişemediğinden annede kansızlık baş gösteriyor. Hamilelik boyunca bu hücrelerin yapımında yer alan demire ihtiyaç artıyor.
Zira anne kendisine kan hücresi yapacakken karnında bir de ona ortak taşıdığı için annenin depolarındaki demirden bebeği de kendisine lazım gelen demiri
Geçen hafta leptinin beynimizde doyma merkezini uyararak tok kalmamızı sağladığından ve tıpkı insülin direnci gibi leptine karşı da bir direnç gelişebildiğinden bahsetmiştim. Gelin leptin hormonunun tok kalmamızı sağlayarak kilo kontrolünü sağlamanın dışında hangi etkileri olduğuna ve leptinimizi korumak için neler yapabileceğimize bir göz atalım.
Leptinin kan konsantrasyonunun vücuttaki yağ miktarı ile orantılı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle de serum düzeyleri kadınlarda (yağ dokusunun fazla olması nedeniyle) erkeklere oranla daha yüksektir, ayrıca testesteron leptin seviyesini baskılamaktadır.
Direnci
Leptin direnci de tıpkı insülin direncine benzer şekilde gelişerek etkisiz kalan leptinin kandaki düzeyinde artışla seyreder. Leptin direnci olan kişiler insülin direnci olanlar gibi obeziteye yatkındır. Birçok kronik hastalığın temelini oluşturan yangı dediğimiz kronik enflamasyona da yol açar. Hücre düzeyinde oksidasyon yani paslanmanın rol oynadığı bu süreç vücutta da birçok metabolik bozuklukların oluşmasına sebep olur. Hücre yaşlanmasının da bir
Leptin size tokluk hissini veren ve vücut tarafından doğal olarak salgılanan bir proteindir. Yunanca leptos kelimesinden türeyen leptin zayıf ve ince anlamına gelir.
Metabolizmadaki rolü nedir?
Leptin, vücuttaki yağ depolarını ve iştahı düzenleyen bir sindirim hormonudur. Tokluk hissi verdiği için ‘tokluk hormonu’ olarak da anılır. Ghrelin veya kortizol gibi iştahı artıran hormonların aksine iştahı kesen bir hormon olarak karşımıza çıkar. Leptin beyaz yağ dokusundan ve aynı zamanda mideden de salınır.
Leptin, enerji metabolizması üzerindeki etkilerinin yanı sıra bağışıklıkta da rol oynayan bir sitokin olarak da kabul edilir. Kemik metabolizması ve üreme fonksiyonunda da rol oynar.
Yapısal olarak leptin, kromozom 7 üzerinde bulunan ob geni tarafından kodlanan bir protein. Fizyolojik olarak leptin düzeyleri kadınlarda erkeklerden daha yüksektir.
Kilo vermeyi sağlar mı?
Leptin esas olarak yağ dokusu tarafından salgılanır. Ayrıca kemik iliği, iskelet kası, mide mukozası, bağırsak, karaciğer, meme, testis ve yumurtalıklar tarafından da üretilebilir. Kan dolaşıma karıştıktan sonra beyinde Hipotalamustaki spesifik
Kalbin esas görevi hepimizin bildiği gibi kanı pompalamaktır. Bu sayede yaşamı devam ettirecek şekilde organları besleyecek ve oksijenlendirecek kanı damarlar yoluyla iletir. Çok basit gibi görünen bu iş hayatın temelini oluşturur. Pompalama gücü kalp kasının gücüyle orantılıdır. Bu kasla ilgili herhangi bir problem olduğunda pompalama işlemi aksar ve kalp yetersizliği ortaya çıkar.
Bizim en sık gördüğümüz problem kalp kasını besleyen ve koroner arter olarak adlandırdığımız damarlardaki tıkanıklıkla seyreden kardiyovasküler hastalıklardır. Bu hastalık yüzünden kanlanamayan bölgede enfarktüs oluşur ve o bölge az kasılır veya kasılamaz hale gelir. Sonucunda da değişik derecelerde kalp yetersizliği ile karşılaşılır. Kimi zaman da kalbin içindeki odacıkları ayıran kapaklarda bir problem vardır. Bu problem kapakların açılmasında zorluk ile seyreden kapak darlığı ya da kapanmasındaki kusurla seyreden kapak yetersizliği şeklindedir. Kalp içi basınçlarında ve boyutlarında değişikliklere de yol açan bu tür problemler sonunda kalp yetersizliğine de yol
Dilerim herkes çok güzel bir bayram geçirmiştir. Bayramların dostluk, kardeşlik, birlik beraberlik duygularını, aile buluşmalarını teşvik etmesi adeta bir şölen gibi geçmesi hayatımıza da pek çok güzellik katar. Özellikle de Ramazan Ayı’nın ardından oruç sonrası gelen bayram ziyafetleri ile mideler de neye uğradığına şaşırır. Sağlık için, kilo almamak için yediğimize içtiğimize her zaman dikkat etmeliyiz. Ancak bu durum bayramlarda çoğu zaman ister istemez biraz aksayabilir. Hele bir de bu bayram şeker bayramıysa ve dolayısıyla da her gelene şeker ikram ediliyorsa daha da zorlaşır.
Kalp, hipertansiyon, diyabet gibi kronik hastalıklar yediğimiz ve içtiğimiz yiyecek ve içeceklerden etkilenir. Şekerli ve glisemik indeks oranı yüksek yiyecekler ve içecekler kandaki şeker miktarını artıracağı için diyabet hastalarına önerilmez. Glisemik indeksi yüksek dediğimiz gıdalar arasında beyaz unlu hamur işlerini, ekmek, poğaça, börek, çörek, pilav ve makarna gibi gıdaları sayabiliriz. Tatlı meyveler, meyve suları ve kuru meyveler de bu gruba