TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu, 1995’teki raporunda Hizbullah’ın Güneydoğu’da nasıl devlet eliyle kurulup silahlandırıldığını açıkça yazmıştı.
Devlet, legal mücadele ile baş edemediği PKK’yı illegal yollarla bastırmak için Hizbullah’ı kullanmıştı.
O süreçte yüzlerce faili meçhul cinayet işlendi.
1990’ların sonunda Hizbullah-devlet işbirliği fiyaskoyla sonuçlandı ve ortaklık, 17 Ocak 2000 günü Hizbullah liderinin evinde öldürülmesiyle bitti.
Yönetici kadro tutuklandı. Haklarında dava açıldı.
* * *
Sonra Hizbullah unutuldu. Daha doğrusu biz unutmuştuk. Ta ki geçen hafta çıkarılan örtülü affa kadar...
RTÜK’ün “Muhteşem Yüzyıl, tarihe mal olmuş bir şahsiyetin mahremiyetini ihlal etti” diye ceza kesmesi her açıdan ibretlik...
Sanatçının ifade özgürlüğünü daraltması açısından da...
Devletin müdahale sınırlarını genişletmesi açısından da...
Tepkinin sansür getirdiğini göstermesi açısından da...
“Dizi, milli ve manevi değerlere aykırı” imiş.
Hiçbir karar, bu kadar muğlak bir kavrama dayandırılamaz.
RTÜK üyelerinin bile farklı “değer” yargısı olduğu, RTÜK üyesi Hülya Alp’in muhalefet şerhinden belli...
“Muhteşem Yüzyıl”ın senaristi Meral Okay’ı çok iyi anlıyorum.
“Mustafa”da aynısını yaşadım çünkü...
“Tarihi biz biliriz. Sadece kahramanlıkların sergilenmesine izin veririz. Ötesine girmek isteyeni ezeriz” lobisinin yeni hedefi Meral ve dizisi...
Lobinin kimisi Osmanlıcı, kimisi Cumhuriyetçi geçiniyor.
Görüşleri farklı, ama tahammülsüzlükte ortaklar:
Tabuları var ve resmi tarihi kutsal sayıyorlar.
Dokunanı cezalandırıyorlar.
1975 yılı... Nâzım Hikmet’in 75. yıldönümü için bir grup sanatçı kolları sıvamış. Kimi onu şiire, kimi heykele, kimi öyküye dökmüş.
O dönem Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci olan Mehmet Aksoy da bir büstle katılmış seferberliğe...
Okul bitince, eserlerini bir kamyonun kasasına yükleyip Türkiye’nin yolunu tutmuş. Edirne gümrüğünde durdurmuşlar kamyonu... Kasayı açtırmışlar. Gümrük memuru:
“-Nedir bunlar” diye sormuş
“-Heykeller, büstler...”
“-Şu kim? Nâzım Hikmet mi?”
“-Evet.”
Tahliyeler konusu daha çok hukuki boyutuyla tartışılıyor, oysa büyük resmi göz ardı etmemek gerek.
Büyük resimde yürütme ile yargının savaşı, daha doğrusu, “yüksek yargı oligarşisi”ni yıkmaya azmetmiş bir iktidar görünüyor.
“Oligarşi”de Anayasa Mahkemesi vardı; dizginlendi.
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu vardı; kontrol altına alındı.
Sırada Yargıtay var.
* * *
Kavganın ne kadar eski ve derin olduğuna dair bir hatırlatma yapayım:
TV’de AK Parti’ye yürümek isteyen ODTÜ’lü öğrenciler var. Polis, kampüs kapısına barikat kurmuş. Savaş nizamında bekliyor. Az sonra çatışma başlıyor. Öğrenciler polisi taşlıyor; polis önce tazyikli suyla, sonra biber gazıyla cevap veriyor.
Çatışmanın ortasında bir son dakika bilgisi geliyor:
“Gül, yarın (bugün) Çankaya Köşkü’nde öğrenci temsilcilerini ağırlayacak.”
Büyük gol!
Planlansa yapılamaz.
* * *
Rektörlerle görüşen Erdoğan’ı protesto edecek öğrenciler İstanbul girişinde dayakla durdurulmuştu ya... Muhtemelen Köşk’ün kararı o dayaktan sonra alınmış.
Mardin, ki haklı olarak dünyada çok kültürlülüğün başkentlerinden biri olmakla övünür, vitrinlerine yılbaşı süsü astı diye fırça yedi kendi milletvekilinden...
AKP Mardin milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey, partisinin “alternatif yılbaşı” toplantısında “Benim bir acım var” diye söze girdi ve esnafı dükkânlarına yılbaşı süsü asıyorlar diye eleştirdi. “Modernleşme adına özümüzü kaybediyoruz” dedi.
Bunun Mardin’in farklı dinleri bir arada barındıran ortamıyla da, dünyaya yaymaya çalıştığı “hoşgörünün başkenti” imajıyla da nasıl çeliştiğini dün Aslı Aydıntaşbaş gayet iyi yazdı.
Ben, modernleşmenin getirdiği sorunlar faslında sayın vekilin ilgi alanına girmesi gereken başka bir soruna değineceğim.
Bir köyde 32 Faslı kadın
Şahkulubey’in temsil ettiği ilin sadece bir köyünde Fas’tan para karşılığı getirtilmiş 32 Faslı kuma olduğunu biliyor muydunuz?
15 yıl önceydi. Duygu Asena’nın çıkardığı Negatif dergisinden genç bir muhabir röportaja geldi. Sohbet esnasında öğretmen olduğunu öğrendim.
Tayini çıkmış, Diyarbakır’ı çekmişti.
İstanbul’u, doğduğu şehri, ailesini, işini, köpeğini, konforunu bırakarak gidecekti. Öyle coşkulu ve kararlıydı ki, idealizmine hayran kalmıştım.
Röportaj dergide basıldıktan sonra teşekkür için aradığımda Silvan’daydı.
Bambaşka bir hayata başlamıştı.
* * *
Bir süre sonra Diyarbakır’da dört öğretmenin öldürüldüğü haberi geldi.