Önceki hafta Münih Türkiye Halk Derneği’nin Uğur Mumcu’yu anma etkinliğinde konuşmacıydım.
Derneğin Başkanı Necip Şahin, hem CHP’nin, hem Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) üyesi...
İkisinin de kurultaylarını izlemiş.
Kıyaslamasını istedim.
“Öncelikle, CHP kurultaylarındaki düzensizlik çarpıcı” dedi Şahin:
“Genel Başkan’ın içeri girmesinden itibaren büyük bir kargaşa yaşanıyor. Sonra da neredeyse sadece Genel Başkan konuşuyor. Sonrakileri kimse dinlemiyor bile...”
* * *
Yazıdaki fotoğraflarda ne görüyorsunuz? İnce bacaklı, sivri gagalı, rengârenk kanatlı iki arıkuşu değil mi?
Göç molasında, bir ağaç dalında konaklamışlar.
Erkek arıkuşu, oracıktan geçen bir kelebeği yakalayıp dişisine sunmuş.
O da bu zarif ikramı alıp afiyetle midesine indirmiş.
* * *
Bazılarımız ise aynı fotoğrafa bakıp gagada esir düşmüş bir kelebek gördü.
Yalancı bahara kanıp dolaşmaya çıkmıştı. Saatlerle sınırlı ömrünün ilk uçuşuydu bu... Birden gövdesinde korkunç bir acı hissetti. Yakalandığı gaganın mengenesinde çırpındıkça arttı acısı... Can çekişirken, bir başka gaganın kıskacına devredildi.
12 yaşındaki kızı sözleşmeyle satın alan adamı, kızın annesine sormuşlar:
“Mümkün değil. O, 5 vakit namazında, saygıdeğer bir hacıdır” demiş.
Dinine bağlı saygıdeğer insanları tenzih ederim; fakat demek ki sadece “dindar” olmak, bazen el kadar kıza köle muamelesi yapmayı engelleyemeyebiliyor.
* * *
İnsanlar muhafazakâr, dindar, liberal, sosyalist olabilirler.
Doğru cümle bu...
“Olmalıdırlar” derseniz; despotizmin yoluna çıkarsınız.
İki hafta önce kanalları gezinirken Ülke TV’de bir tekzip gördüm:
Telaşlı bir spiker sesi, yaptıkları haberin yalan olduğunu açıklıyordu. Merak ettim.
Meğer 5 Ekim gecesi, Deniz Feneri savcısının Ankara’da bir restoranda CHP milletvekilleriyle buluştuğunu duymuşlar. Hemen restorana yayın aracı yollamışlar.
Muhabir, restoran kapısından yayına başlamış:
“Şu anda Savcı Nadi Türkaslan, içerde CHP’li Süheyl Batum, İlhan Cihaner, Emine Ülker Tarhan’la yemek yiyor. Restoranın kuytu bir köşesinde, bir sütunun ardına saklanmış vaziyette oturuyor. Bizi içeri almıyorlar.”
Kanal, haberi “Son Dakika: Sürpriz Buluşma” diye duyurmuş. Restoran çıkışında bir emekli müsteşar, “Evet, gördüm içerde” demiş. Spiker, Adalet Bakanı’nı göreve çağırmış.
* * *
1992’de görüşmüştüm Keriman Halis Ece’yle... O günleri anlatırken hâlâ 1932’yi bütün sıcaklığıyla yaşadığını hissettim. Dünya güzeli seçildiği törenden sonra balkonda bekleyenleri selamlamasını istediler, ‘Bayrağım olmadan çıkmam’ dedi
“Hep prompter istiyoruz” diye yazmıştım bir seferinde...
Biliyorsunuz; Başbakan’la dinleyicileri arasında camdan bir levha var. Başbakan, konuşmalarını oradan okuyor; ama karşıdakiler ve ekran başındakiler bu şeffaf ekranı görmediğinden, doğaçlama konuştuğunu sanıyor.
İşte önceden yazılmış bu konuşmalarda çoğunlukla Başbakan’ın ağzından bal damlıyor.
Mesela Zaman’ın yaş gününde basın özgürlüğünden söz etti.
“Yasaklayan, kısıtlayan, engelleyen anlayışa tevessül etmiyoruz. Hiç kimsenin ifade özgürlüğünü engellemeyiz, engellemek isteyenlere müsaade etmeyiz” dedi.
Alkışlanacak sözler.
Peşinden ne geldi?
Tabii talebenin çoğu, muhtemelen milli güvenlik dersi yerine kimya ya da fiziğin kaldırılmasını isterdi.
Ne de olsa milli güvenlik, kolayından geçilen, tam notun neredeyse garanti olduğu, ortalamayı yükselten bir dersti.
O açıdan kaldırılması, sınıflarda yeterince destek bulmamış olabilir.
Lakin bir yandan da bazı disiplinli askerlerin elinde bu dersin bir militarizm tahsiline dönüştüğü sır değil.
Dolayısıyla kararı alanları tebrik ederken milli güvenlik yerine mesela “sivil toplumun önemi” gibi bir dersi tercih ve tavsiye ederiz.
Belki bu sayede okullarda “Hazır ol!”dan “Rahat”a geçeriz.
* * *
İki polis, genç karı kocanın evini basıp arama yaptı.
Onları “Ergenekoncu”luk suçlamasıyla gözaltına aldı.
Elde delil yoktu, bir tanık ifadesiyle dava açıldı.
Hâkim, savunmaya kulak asmadı.
Basın ise cezayı çoktan kesmişti bile...
O dava, hukukun ayaklar altına alındığı, karanlık bir dönemin simgesi olarak tarihe geçti.
* * *