Balbay’dan Avrupa’ya mektup var

20 Mart 2012

Mustafa Balbay, geçen cumartesi “9 karoya 5 karoluk” hücresinde Avrupa Parlamentosu milletvekillerine bir mektup yazdı.
4,5 sayfalık mektubu dikkatle inceledim, el yazısı okunaklı başlıyor, giderek bozuluyor. Bunun nedeni “Zulümhane” kitabında (Cumhuriyet Kitap, 2010) yazılı:
Nazım Hikmet mahpushanede daktilo kullanabiliyordu; 70 yıl sonra Balbay’a daktilo yasak.
Hücrede bilgisayar da yasak.
Elle yazmak zorunda... Kantindeki kalemler, 5 sayfada tükeniyormuş.
Kötü el yazısını Silivri’de yaza yaza biraz düzeltmiş.

Yazının Devamı

Ses

18 Mart 2012

Nedim Şener telefonda kısık sesle konuşuyordu. “Kusura bakma” dedi, “İçerdeyken en küçük bir ses bile, boş zeminde öyle büyüyüp yankılanıyordu ki, kısık sesle konuşmak bende alışkanlık haline geldi. Artık istesem de sesimi yükseltemiyorum.”
Tuhaf aslında, ama biz de dışarıda ne kadar bağırırsak bağıralım sesimiz öyle kalın bir duvarda ufalanıp kayboluyor ki, her şeyi yüksek tondan söylemeyi alışkanlık haline getirdik.
Liderlerimiz düşük perdeden konuşamıyor artık...
En munis yazarımız bile kaleminden öfke saçıyor.
Bağırmayan, haksız sayılıyor.
Ama sessiz çoğunluk bu gürültülü dövüşü, nicedir dili tutulmuş bir ahraz gibi, sükut içinde kenardan izliyor.
* * *

Yazının Devamı

Erdoğan’a hoşgörü ödülü mü?

17 Mart 2012

Başbakan bugün Almanya’da Steiger ödülünü alacak. Ödül, 2005’ten beri maden işçileri anısına, Avrupa, medya, spor, sanat dallarında “hoşgörüyü ve insani değerleri ön planda tutanlara” veriliyor.
Erdoğan, “Avrupa’nın inşası” dalında ödül alacak.
Ödülü önceki yıllarda Jean-Claude Juncker, Hans Dietrich Gencher, Romano Prodi, Boris Tadic, Jose Manuel Barosso gibi Batılı başbakanlar almış.
* * *
Peki Erdoğan’ın “Avrupa’nın inşası”na ne katkısı olmuş?
Türkiye’nin Avrupa vizyonunun toprağa gömüldüğü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok suçlu bulunduğu, soykırım suçlaması nedeniyle Avrupa parlamentolarında peş peşe kınandığı bir dönemin başbakanı değil mi Erdoğan?
O halde bu ödül neye?

Yazının Devamı

Alın size kindar bir nesil!

15 Mart 2012

Dün Ahmet Şık’la konuşurken, dedi ki: “Kızım dişine tel taktırmış. Benimle görüşe gelirken annesine ‘Acaba güvenlikten geçerken öter mi’ diye sormuş. 12 yaşında bir kıza bunu düşündürenleri unutabilir miyim?”
Biz konuşurken Nedim Şener ekrandaydı.
Ayşenur Aslan’a cezaevinin nasıl gri bir tabutluk olduğunu anlatıyordu. Onun kızı da babasının tutsak gözü farklı bir renk görsün diye masmavi eteğini giyerek gitmiş görüşe... Etekteki üç metal düğme yüzünden dedektöre takılmış o da...
Giriş aramasında Doğan Yurdakul’un eşine yapılanları anlatırken gözyaşlarını tutamadı Nedim...
Ağladı, hepimizin yüreğini kanata kanata...
* * *
Kısakürek’in “Gençliğe Hitabe”sinden “kininin davacısı bir gençlik” idealini damıtanlar, asıl bu cenaha nasıl kin tohumları ektiklerinin farkında mı acaba?

Yazının Devamı

Atatürk’ün okullarında din dersi var mıydı?

13 Mart 2012

Yoktu diyebiliriz.
Daha doğrusu başta vardı, giderek azaltıldı ve sonunda kaldırıldı.
Cumhuriyet kurulup Öğretim Birliği Yasası çıkarıldıktan sonra 1924’te, ilkokullara (birinci sınıf hariç) haftada 2 saat “Kuran-ı Kerim ve Din Dersi” kondu.
Bu ders, 1929’da 3 ve 5’lerde haftada birer saate indirildi.
1930’da yalnızca 5. sınıf öğrencilerine, o da ebeveyni isterse, haftada yarım saat okutuluyordu. Sonra o da kaldırıldı.
1935-1948 arasında okullarda din eğitimi yapılmadı. (Bkz: S. Kalkanoğlu, “İsmet İnönü: Din ve Laiklik”, Tekin, 1991)
Dersin yeniden müfredata girişi, CHP’nin 1946 seçim yenilgisinden sonradır.

Yazının Devamı

Güneşle buluşma

11 Mart 2012

Uçak havalandı, çelik kanatlar gri bulutları yara yara bizi semaya taşıdı. Aylardır beyaz örtünün muhasarasında yaşayan şehir, kardan evleri, lekeli tepeleriyle kayboldu uçağın oval penceresinde...
Epeyce bir kanat çırptıktan sonra yükseldik, sarsılarak bulutları deldik ve aniden güneşe erdik.
Oradaymış meğer...
Biz nicedir yeryüzünde onun hasretini çekerken, o sanki onsuzluğa ne kadar dayanabileceğimizi test etmek istercesine gizlenmiş gökyüzünde...
Esirgemiş kendini bizden...
Aramıza yerleşen somurtkan bir bulut kümesi yüzünden, mahrum kalmışız sıcağından, ışığından, nurundan...
* * *

Yazının Devamı

Sabancı suikastı çözülürse Ergenekon da çözülür

10 Mart 2012

Bu cümleyi birçok cinayet için kurmak mümkün elbet... Ama pek azında bileşenler bu kadar bir araya gelmiştir:
Bir holding patronunu öldürmekle görevlendirilmiş bir sol örgüt militanı...
Eylemcilerden birini holdingde işe yerleştiren polis şefi...
Suikastçının teslim olduktan sonra basına konuşmasını engelleyen ve onu infazcılarıyla buluşturan yargı bürokrasisi...
Ve onu içerde öldürten, sonra da “Bize onu bir komutan öldürttü” diyen mafya örgütü...
* * *
Önceki gün Ergenekon davasında ifade veren bir gizli tanık, defalarca yazdığım manzarayı daha net görmemizi sağladı.

Yazının Devamı

Basın kartlı teröristler

8 Mart 2012

Diyor ki Sultan:
“Bazı gazeteler, devlete dil uzatıyor. Biz memleket için çabalarken, onlar fesat için yalan haber yazıyor. Devlete laf eden, ‘vatan haini’ sayılacaktır.”
Kim mi Sultan?
Abdülhamit Han...
30 yıllık diktatörlük döneminin padişahı...
Hıfzı Topuz’un “Türk Basın Tarihi” kitabından (Remzi, 2003) yukarıya alıntıladığım sözleri, Namık Kemal’in bir yazısı üzerine çıkardığı kararnamede yer alıyor.
Yıl: 1867...

Yazının Devamı