Celladına âşık olmak

29 Mayıs 2012

Stockholm’de 23 Ağustos 1973 günü bir soygun oldu.

Soyguncu, bir bankayı silahla bastı içerdekileri rehin aldı.

Polis hemen binayı kuşattı.

Buraya kadar her şey “normal”di.

Ancak kuşatma 5 güne uzayıp polis de korsan da taviz vermeyince rehinelerde huzursuzluk başgösterdi.

Halk, soyguncuyu sevmeye, polise tepki vermeye başladı.

Sonunda kriz, polis baskınıyla çözüldü ama yaşananlar, psikolojiye bir terim kazandırdı:

“Stockholm Sendromu.”

Yazının Devamı

Fazıl Say “yakın tehlike” mi?

27 Mayıs 2012

Fazıl Say benim arkadaşım. Tel Aviv’den Floransa’ya Moskova’dan Frankfurt’a kadar dünyanın farklı köşelerinde konserlerini izledim.
Her coğrafyada ayakta alkışlanışına gururla tanıklık ettim.
Arada buluşur, sıkça mesajlaşırız.
Muhalif yorumlarını, twitter türü polemik mecraları yerine, kalibresine yaraşır ortamlarda, daha derin analizlerle savunmasından yana olmuşumdur hep...
Olmadık adamlarla kafa göz yaran polemiklere girişmesini yadırgamışımdır.
Ama Fazıl kabına sığmaz bir sanatçı, inandığı değerler için ölesiye çarpışan bir savaşçıdır.
Kızdı mı mecraya, dengeye bakmaz çatışır.

Yazının Devamı

Batı’da korku, Doğu’da umut

26 Mayıs 2012

Diyarbakır
Osman Ulagay’ın sağlam analizlerini, olgun üslubunu özlemişiz. Milliyet’te hissettiğimiz eksikliğini, kitabıyla giderme şansı bulduk.
“Türkiye Kime Kalacak”ta (Doğan Kitap, 2012) Ulagay, gayet yalın ve akıcı bir dille, son 10 yılda dünyanın ve Türkiye’nin yaşadığı değişime kuşbakışı bakıyor.
Kitabın pek çok kayda değer analizinden biri üzerinde duracağım:
“Batı’da korku, Doğu’da umut” teşhisi...
* * *
Aslında Ulagay’ın kitabına aldığı tezin asıl sahibi Fransız siyaset bilimci Dominique Moisi...

Yazının Devamı

Önce vicdan!

24 Mayıs 2012

8 yaşındaki Tayfun, gazetenin manşetinden bana bakıyor.
Bir helikopterin içinde... Ellerini kucağında kilitlemiş. Gözlerinde şaşkın bir ifade...
Babası hemen ayakucunda, albayrağa sarılı tabutun içinde...
Baba-oğul, son yolculuktalar.
* * *
Top atışı kazası olduğunu yazıyor gazete...
Wall Street Journal araştırsa da aslında ne olduğunu öğrensek(!)

Yazının Devamı

Fatsa, 12 Eylül, İpekçi, Öz, vd...

22 Mayıs 2012

1980 Temmuzu’nda Fatsa’daydım. Bağımsız Belediye Başkanı Terzi Fikri, partili rakiplerinin toplamından daha fazla oy alarak seçilmiş ve Fatsa’da bir tür “halk yönetimi” kurmaya girişmişti.
Darbeye birkaç ay kala asker, büyük yığınakla Fatsa’ya girmiş, direnişi kırmış, Terzi Fikri’yi tutuklamıştı.
Ben gittiğimde duvarlarda sloganlar, yollarda barikatlar, her yerde zırhlılar vardı. Kasaba eve kapanmıştı.
Muhbir olarak göreve çağrılan, yüzü maskeli ülkücülerin gösterdiği evler askerlerce basılıyor, yakalananlar karakolda işkenceye çekiliyordu.
Yankı Dergisi’ndeki izlenimlerime “Ağrımayan Dişe Kerpeten” başlığını atmıştım.
* * *
Dünkü Milliyet’te Türker Karapınar ve Gökçer Tahincioğlu, Genelkurmay tarafından 12 Eylül davasına bakan mahkemeye gönderilen “Fatsa Operasyonu” planlarını yazdı.

Yazının Devamı

Bekir Coşkun’u bırak da Uludere’nin hesabını ver!

20 Mayıs 2012

Her ülkenin ordusu vahim hatalar yapabilir. Nitekim yapmıştır da...
Şimdi Türk Genelkurmayı’nı suçlayıcı haberler sızdıran Washington’un işgal ordusu Irak’ta, Afganistan’da nice sivil hedefi “yanlışlıkla” vurup katliamlar yapmadı mı?
Türk ordusu da 28 Aralık gecesi Uludere’de tarih boyu utançla hatırlanacak bir hataya imza attı.
Ancak, en az bu hata kadar vahimi, Genelkurmay’ın faciaya ilişkin kamuoyuna hesap vermeye tenezzül etmemesi, aradan 5 ay geçtiği halde sorumluları saptayıp ceza vermemesi oldu.
Bu devekuşu tavrı, “Ortada ihmal filan değil, bilerek girişilmiş bir katliam var” diyenleri haklı çıkaracak bir izlenim yarattı.
Konunun Wall Street Journal’a yansımasından sonra Genelkurmay’ın yaptığı iki cümlelik açıklama, kamuoyunu zerrece önemsememenin bir başka örneği olarak kayıtlara geçti.
“Bu faciaya kimin yanlış teşhisi yol açtı” konusunda hiçbir şey söylemeyen, katliamın hesabını vermeyen, “İlk görüntüyü biz tespit ettik” diyerek işin özünü gizleyen bir açıklama kimi kandırabilir?

Yazının Devamı

İşte 19 Mayıs böyle kutlanır

19 Mayıs 2012

İtiraf edeyim ki ben de resmi bayramların asık suratından müşteki idim. Bütün o hamasi şiirler, bayrak öpmeler, elden ele taşınan meşaleler, resmigeçitler, ses sınırını aşan jetler, heyecanını çoktan yitirmiş bir bayramın köhnemiş ritüelleri gibiydi.
Ta 1995’in 19 Mayıs’ında “Her Türk asker doğar” diye geçit yapan gençler adına “Doğumda meslek seçimi serbest bırakılsın” diye yazmıştım.
* * *
Bayramlarda Cumhuriyet, haki renk bir kılıkta yürüyordu.
Oysa temelleri çok renkli bir sivil direnişle atılmıştı.
Öğrencilere sorun bakalım:
Mondros’tan hemen birkaç ay sonra Anadolu’nun değişik yerlerinde yerel kongreler toplanmaya başladığını, hatta Karslıların “Kars İslam Şzrası” adında bir “Cumhuriyet” ilan edip Japon İmparatoru’ndan tanınma talep ettiğini biliyorlar mı?

Yazının Devamı

6 kadınla sahnede

17 Mayıs 2012

İsveç’ten Figen Solmaz arayıp “Sahnede bir kadını canlandırmanı istiyoruz” dediğinde nutkum tutuldu önce...
Peşinen reddediyordum.
Anlattıkça ikna oldum.
Bahsettiği “7” adlı oyun, İsveç Turne Tiyatrosu’nun projesiydi. 7 ülkeden, insan hakları savaşçısı 7 kadını anlatıyordu.
Kadına yönelik şiddete dikkat çekme amacı taşıyordu.
Oynamayacak, okuyacaktık.
Benim de sahneden sesini duyuracağımız o kadınlardan biri olmam isteniyordu.

Yazının Devamı