Mikonos’ta Türklerin en sevdiği beach club Nammos’tu.
Ta ki Scorpios açılana kadar.
Bundan tam 4 yıl önce sezon başı Mikonos’a gittiğimde büyük bir heyecan vardı, nedeni ilk defa rafine tasarımı olan, gösterişle değil sanat, müzik ve ruhsal gelişimle öne çıkan, içinde mağazası olan, çalışanların üniformalarının tasarımını bile beğendiğiniz ve satın almak istediğiniz, yemekleri de iyi olan yeni bir beach club Scorpios’un açılmasıydı.
Malum, Mikonos’ta kolay kolay yeni yer açılmıyor, klasikler değişmiyor.
İşte bu yüzden, hemen Scorpios’un yaratıcıları Thomas Heyne ve Mario Hertel ile tanışıldı ve 4 yılda Scorpios sık sık ziyaret edildi.
Şimdi gelelim bu yazla ilgili bir gelişmeye, Scorpios, Soho House ailesine katıldı.
Bu da demek oluyor ki Soho House İstanbul üyeleri artık aynı zamanda ‘Friends of Scorpios’ olacak ve burada öncelikli rezervasyon hakkından özel partilere birçok avantajdan yararlanacak.
Scorpios, sadece üyelere açık olmayacak, herkese hizmet verecek.
Contemporary Istanbul’un kurucuları Rabia Bakıcı ve Ali Güreli, Tomtom Mahallesi’nde gençlere hitap edecek, daha uygun fiyatlı bir etkinlik düzenliyor: Step İstanbul.
‘Sanata bir adım daha yaklaş’ sloganlı Step İstanbul’un çıkış noktası biraz da Contemporary Istanbul ziyaretçilerinin yüzde 64’ünün 35 yaş altı gençler olması.
Lansmanı 16 Şubat’ta TomTom Kırmızı’da büyük bir partiyle yapılan Step Istanbul, Mamut Art Project ve Base Istanbul’dan sonra gençlerin koleksiyonerliğe ilk adımlarını atabileceği sayılı çağdaş sanat etkinliğinden biri.
Çağdaş İstanbul ve Tomtom Designhood iş birliğinde, sanat herkesin hayatının bir parçası olmalıdır fikriyle bu yıl birincisi gerçekleş-tirilecek Step Istanbul 25-28 Nisan tarihleri arasında TomTom Kırmızı ve İtalyan Lisesi’nin bahçesinde.
“500 TL-20 bin TL arasındaki fiyat skalasında seçilmiş eserlerin sergileneceği Step Istanbul sanat alımı yapmak isteyen yeni koleksiyoner adayları için bir adım niteliğinde olacak yepyeni bir platform yaratıyor. İstanbul, Step projesinin ilk durağı. Proje ilerleyen zamanlarda sanatı demokratikleştirerek herkese ulaştırma heyecanıyla İstanbul’dan başlayarak, Türkiye ve dünyanın farklı şehirlerine yayılacak” diye
“Sabırsızlıkla beklenen gün yaklaştı ve her zamankinden daha büyük bir coşkuyla bahçemizi 23 Nisan şenliğimize hazırlıyoruz...
Bu yıl 19’uncu kez çocukları ve halen çocuk kalabilenleri ‘Bayram gibi bir bayram’ için bahçemizde ağırlayacağız.
Her zaman yaptığımız gibi yine çocukların eğlence malzemesi olmadıkları, aksine, aktif olarak eğlendikleri bir bayram daha gerçekleştireceğiz.
Bahar gibi bir bahçede çocukların gün boyunca gönüllerince eğlenebilecekleri onlarca etkinlik olacak.
Yüzleri rengârenk boyalı çocuklar oradan oraya koşacak, minik ellerini boyaya daldıracak, seramik standında çamura bulanacaklar.
Sanki cıvıl cıvıl sesleri yetmezmiş gibi bir de davulların üstünde tepinecekler, yüzlerce çocukla şenliğimizi duymamışlara sesimizi duyuracak, hoplayıp zıplayacak, yeri göğü inleteceğiz.
İlk yıllar 300-400 kişilik katılımlarla gerçekleştirdiğimiz bayramlar artık binlerce kişinin katıldığı kocaman bir şenliğe dönüştü.
Berlin’deki Yahudi Müzesi ve New York’taki Dünya Ticaret Merkezi ana planıyla tanınan efsane mimar Daniel Libeskind’i Londra RIBA’da izliyorum. Bakın efsane mimar neler anlatıyor?
Dünyanın en önemli müzelerinden biri: Berlin’deki Yahudi Müzesi. Tam 30 yıl önce genç bir mimar projesiyle yarışmayı kazanıyor. Henüz bir stüdyosu bile yok, ne ekibi, ne malzemeleri var. Yarışmayı kazandıktan sonra eşi Nina ile birlikte Studio Libeskind’i kuruyor Daniel Libeskind. Kendisi ne kadar çılgın görünüyorsa, eşi ve aynı zamanda ortağı olan Nina da bir o kadar sakin ve ağırbaşlı duruyor. “Bakmayın böyle durduğuna, Nina’nın politik becerisi olmasa bugünlere gelemezdik” diyor Daniel Libeskind. Stüdyoyu kurarken özellikle hiç tecrübesi olmayan mimarları topluyorlar. “Biraz tecrübesi olan o tecrübesini bu işte göstermeye çalışacaktı ama bu çok duygusal, ruhu olan özel bir müze, tecrübeye gerek yok diye düşündük” diyor. Ardından da ekliyor: “Ben yaşlı başladım, sonradan gençleştim.”
Daha mütevazı projeler
Daniel Libeskind’i Londra’da Royal Institute of British Architects’te (RIBA) 450 kişilik bir salonda Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile birlikte RIBA-Vitra konuşmalar
Bu hafta İngiliz basınının gündeminde bizi ilgilendiren bir haber vardı:
İngil-tere’nin en önemli tarihi anıtlarından Stonehenge’in Türkiye’den göçmenler tarafından yapıldığı manşetlerdeydi.
İlk tepkim, ne güzel her taşın altından biz çıkıyoruz oldu.
Peki ama nasıl?
Doğa Ekolojisi ve Evrim adlı bilimsel yayın kaynaklı BBC haberine göre, araştırmacılar İngiltere’de Neolitik Dönem insan kalıntılarından elde edilen DNA’yı, o dönem Avrupa’da yaşayanların DNA’larıyla karşılaştırdı.
DNA araştırması, İngiltere’deki Neolitik Dönem topluluklarının Anadolu’dan göç ettiğini ortaya çıkardı.
“M.Ö. 6000’de Anadolu’da başlayan büyük göç dalgası sırasında bir grup, Tuna Nehri’ni izleyip Orta Avrupa’ya yönelirken, bir grup da Akdeniz boyunca ilerleyip bugün İspanya ve Portekiz’in bulunduğu coğrafyaya ulaştı.
"Bu serüvende seninle birlikteyiz, karşımızda buzdağı var, endişeliyiz’ diyoruz.
‘E, haklısınız ama bizim gemimiz buna göre inşa edilmedi’ diyorsun, son derece sakin.
Biz ise dışarıdan son derece endişeli izliyoruz ve dümeni kır diye seni uyarıyoruz.
Dinliyorsun, iyi bir dinleyicisin ama hiçbir şey yapmıyorsun...”
Önceki gün düzenlenen TED Konferansı’nın hem izleyiciler, hem moderatörler, hem de konuk konuşmacı için en sinir bozucu olan konuşmasından minik bir bölüm yukarıda okuduklarınız.
Peki ama kimler arasında geçiyor bu konuşma?
TED’in başındaki isim Chris Anderson, Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey’e söylüyor bunları.
Jack Dorsey de sessiz sakin dinliyor bu suçlamaları, çünkü kendisi de farkında 13 yıl önce yarattığı platformun günümüzde ne kadar zehir saçabildiğinin.
Tam 13 yıl önce İstanbul Life’a Sezen Aksu’yu kapak yapmak istedik.
“Nasıl ikna ederiz?” diye uzun uzun düşündük.
Sonunda bir isimde kilitlendik.
Kimsenin, Sezen Aksu’nun bile ona “Hayır” diyemeyeceğini biliyorduk.
Söz konusu Ara Güler olunca, akan sular durdu.
Sezen Aksu da Ara Güler’in objektifinin karşısına memnuniyetle geçeceğini söyledi.
İşte o zaman anladık ki asıl mesele Ara Güler’i ikna etmekten geçiyor.
Milano Tasarım Haftası bugün sona eriyor. Tasarım meraklıları Milano’da hangi mekanlara uğramadan dönmüyor, bu yıl fuarda ve sergilerde hangi konular öne çıkıyor?
Wes Anderson imzalı Bar Luce
Tasarım haftası için Milano’ya gelenlerin uğramadan dönmedikleri bir yer, Rem Koolhaas’ın mimarlık firması OMA’nın eski bir içki fabrikasını dönüştürerek tasarladığı Fondazione Prada. Fondazione Prada, çağdaş sanat sergilerinin yanı sıra mimari, sinema ve felsefe projelerinin de paylaşıldığı bir platform. Venedik’te ve Milano’da merkezleri var. Milano’daki merkezin girişinde Amerikalı yönetmen Wes Anderson’ın tasarladığı bir kafe-bar bulunuyor: Bar Luce. Anderson niyetinin film seti değil, gerçek hayat için bir mekan tasarlamak olduğunu söylese de Bar Luce daha çok bir film setini andırıyor.
Mekanı kadar stil sahibi: Rossana Orlandi
Tasarım haftasının favori mekanlarından biri de Rossanna Orlandi’nin eski bir fabrikaya kurulmuş olan galerisi. Bahçe de, içerisi de cıvıl cıvıl. Orlandi, İtalya’nın en stil sahibi kadınlarından biri. Dünyanın dört bir yanındaki genç sanatçıları keşfetmesiyle tanınıyor. Bu yıl “Guiltless Plastic” adlı serginin küratörlüğünü de üstlenmiş. Galerinin üst katında bir de