17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonuyla ilgili ‘sahte delil’ iddiaları Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili mahkeme kararlarını da tartışmalı hale getirdi.
AK Parti Genel Başkan Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın yanlış anlaşıldığını söylese de “Orduya kumpas kuranlar” yönündeki ifadeleri, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Ergenekon ve Balyoz gibi davaların yeniden gözden geçirilmesini dile getirmesi ve TSK mensuplarının yargılandığı davalarla ilgili yapılan suç duyurusu basında geniş yer buldu.
Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda yapılan hukuksuzlukları hatırlatan bazı okurlarımız basının konuyu gündemine hükümet açıklamalarından sonra almasına sitem ediyor. Metin Sezer adlı okurumuz şöyle diyor:
Hep gündemimizdeydi
“Biz yıllardır bu davalarda yapılan adaletsizliği anlattık ama bizi dinlemediniz, sustunuz. Ne zaman ki Başbakan’ın danışmanı ‘Orduya kumpas’ diye yazdı, Genelkurmay harekete geçti o zaman bu konuyu gündeminize aldınız.”
Görünen o ki; Türkiye medyasına olan güven kaybı artık okur gözünde genel geçer bir kural haline gelmiş. Milliyet’te dâhil olmak üzere merkez medya; gazetecilik ilkelerini ön planda tutarak, güven, doğrulama ve referans olarak konumlandığı
AK Parti Milletvekili Anayasa hukukçusu Burhan Kuzu yolsuzluk soruşturmaları ve operasyonlarla ilgili basında çıkan haber ve yorumlara dikkat çekmek amacıyla sosyal medya üzerinden gazetecileri ilgilendiren iki tweet attı: “Soruşturmanın gizliliği için yayın yasağı hep vardı. Ergenekon ve Balyoz davalarında ihlâl edilince cezasını artırdık. Açılmış 4000 dava var. Basında çıkan çarşaf çarşaf belgeler, gizli belgeler. Bunları servis eden de yayınlayan da suç işliyor.”
Soruşturmalar ertelendi
Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun sözünü ettiği 4 bin dava; Ergenekon sürecinde gizliliği ihlal, adil yargılamayı etkileme gibi gerekçelerle adliye ve yargı muhabirlerine açılan ancak 3. yargı paketinde yapılan düzenlemeyle ertelenen soruşturmalardır. 2007- 2009 tarihleri arasında gazeteciler hakkında 4 bin 139 soruşturma açılsa da 31 Aralık 2011’e kadar bu şekilde açılmış 5 yıldan fazla ceza öngörülmeyen bütün basın davaları ile düşünce açıklamayla işlenmiş suçların, soruşturma, dava ve cezaları 3 yıl benzer bir suç işlememe şartıyla ertelendi. Buna karşın yargı paketi yasalaşırken, Kuzu’nun da belirttiği gibi basına cezalar artırıldı.
Medyada iç denetim şart
Kamu yararı olmayan;
Türkiye’de “gazetecilik” son on yıldır kamuoyunu ilgilendiren soruşturmalar, operasyonlar ve açılan davalar üzerinden şekilleniyor. Deniz Feneri, Ergenekon, Balyoz, OdaTV, KCK’yla başlayan, şimdiler de devlette yolsuzluk ve rüşvetle ilgili soruşturma ve operasyonla süren tartışmalar basında da mevcut kutuplaşmayı giderek derinleştiriyor.
Öyle ki; dün Ergenekon gibi davalara tam destek veren, külliyen inkâr eden ya da ‘büyük fotoğrafa bakalım’ diyen gazeteciler bugün yolsuzluk ve rüşvetle ilgili soruşturma ve operasyon haberciliği konusunda birbirleriyle yer değiştiriyor. Haliyle her biri bumerang etkisi yapıyor.
Demokratik bir hukuk devletinde; gazetecilerin bir soruşturmayı ya da o soruşturmaya konu olan davayı nasıl izleyeceğinin etik kriterleri bellidir. Bir gazetecinin sunuş şekli, soru sorma tarzı davalara ya da soruşturmaların rengine göre değişmez. ‘Taraftar habercilik’ anlayışımızı sorgulamadığımız ve bununla yüzleşmediğimiz sürece “medya etiği” her defasında karşımıza çıkacak. Masumiyet karinesi
Savcılık makamlarının iddialarını, polisin operasyon şeklini, mahkemeye sunulan delilleri tartışabilirsiniz ama suçlu algısı yaratamazsınız. Dolayısıyla bugüne
Hükümetten muhalefete, sivil toplum örgütlerinden akademisyenlere ve hatta Avrupa’daki bazı kurum ve kuruluşlara kadar hemen hepsinin elinin altında Türkiye’de insan hakları ihlalleriyle ilgili bir rapor bulunuyor.
Öyle ki; Adalet Bakanlığı işkence ve kötü muamele iddialarında artış yaşandığını istatistiklere dökerken, muhalefet ve bazı sivil toplum kuruluşları yaşam hakkını ihlal edenlerin ‘cezasız’ bırakıldığını, insanların demokratik hak ve özgürlük talepleriyle ilgili eylemler sırasında polis şiddetine, ağır cezalar içeren yargılamalara nasıl maruz kaldıklarını kayıtlara geçiyor, ihlalleri rapor olarak yayınlıyor. Bazı üniversiteler ise insanlık onuru, insan hakları üzerine yapılan çeşitli akademik çalışmaları, araştırma ve raporları, paneller ve toplantılarla kamuoyunun gündeminde tutmaya çalışıyor.
Raporlar, süreç içerisinde sorunlara çözüm üretmek yerine, hak ve özgürlüklere yaşam hakkına ilişkin ihlallerin gittikçe daha da vahim bir hal aldığını ortaya koyuyor. Hemen her insan hakları raporunda önce ihlallere ilişkin bir durum tespitinde bulunuluyor. Ardından resmi, ideolojik, kurumsal algılamalara göre çözüm önerileri sıralanıyor. İstatistiklerin, akademik
Geleneksel gazeteciliğin dar boğaza girdiği, buna karşın teknolojiyle var olan sosyal medyada da bilgi kirliliğinin, hak ihlallerinin giderek arttığı artık bilinen bir gerçek. Daha öncede belirttiğim gibi Uluslararası Haber Ombudsmanları Örgütü’ne (ONO) göre; bu durum sadece doğru habere, kaliteli analitik gazeteciliğe talebi artırmıyor aynı zaman da, itibar ve algı yönetiminin önemini de ortaya çıkartıyor. Bu da Ombudsmanlık kurumunun da yeni pozisyonlar almasını gerekli hale getiriyor.
Bu pozisyonlardan biri neyin gazetecilik ‘olmadığını’ eleştirel bir dille anlatmaktan çok, neyin gazetecilik ‘olduğunu’ anlatmak olunca son bir hafta içerisinde “Medya Günleri” panellerinin dışında, İletişim Fakülteleri’nin derslerine de Milliyet’i temsilen katıldım.
Yeni medya düzeni
Önümüzdeki yıllarda medya alanında çalışmayı planlayan üniversiteli öğrencilerin sorularından anlıyorum ki; yeni medya düzeninde mevcut tüzüklerin değişmesi, kurum içi bildirgelerin yenilenmesi, kurumların ihtiyaca göre yeniden düzenlenmesi gibi medya etik değerleri sorunu iletişim fakültelerinin de ilgi alanında.
Dünyanın değişim ve dönüşümünde önemli rol oynayan medya, kendi içinde de bir dönüşüm