Gülmeden geçirilen her günün boşa geçmiş olduğunu söylemiş Charlie Chaplin. Onun kılığına girerek etrafına neşe saçan fotoğraftaki kişiyi tanıdınız mı?
Bizim sevgili Ayşe Maydamız…
80’li yaşlarında katıldığı Norveç fiyortları gezisinde düzenlenen bir eğlence gecesinde Şarlo kılığına girip sahneye bile çıkmış sevgili Ayşe Mayda. Tam da Charlie Chaplin’in dediği gibi her zaman gülerek, neşesini ve hayata olan bağlılığını hiç kaybetmeden yaşadı bu güzeller güzeli Cumhuriyet kadını. Geçtiğimiz temmuz ayında emboli atağı neticesinde felç geçirmesine rağmen mücadeleyi bırakmadı. Tutunarak da olsa bir koltuktan bir diğerine geçmeyi bile başarabilmişti ama olmadı. 20 Aralık 2021’de 105 yaşında çekilip gitti bu dünyadan.
Bu hayatta tam 105 yıl. Hayatının son 10 yılını, hele hele salgınla geçen son iki yılın neredeyse her anını birlikte geçirdiği yakın dostu Ender Uyguç’un dediği gibi 105 yaşında da olsa Ayşe Ablası genç ölmüştü. Bence de öyle çünkü Ayşe Mayda o 105 yılın
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Bornova’ya gelişinde konuk olduğu İplikçiyan Köşkü’nde geçenlerde yaşadığımız kuvvetli fırtına nedeniyle, katlar arasındaki yatay kornişlerin düştüğü çatıdan da içeriye su girdiği belirtiliyor. Zarar daha fazla büyümeden harekete geçilmeli...
Sosyal paylaşım sitelerinde, özellikle Facebook’ta üyeliğiniz varsa, yaşadığınız şehrin ya da semtin eski fotoğraflarını paylaşan sayfaları mutlaka bilirsiniz. Hele belli bir kaliteyi yakalayabilmişse çok da keyiflidir. Şehrinizin geçmişine dair çok şey öğrenirsiniz o sayfalardan. Dahası, fotoğraflar sayesinde şehrinizin 100-150 yıl öncesini gözünüzde rahatça canlandırabilir, o sokaklarda dolaşırsınız.
Şimdi, 1861 yılında günümüzde ağaçlı yol dediğimiz yolun açılması, 1865’te de demiryolunun hizmete girmesiyle, şehre yakın bir kasaba durumundan çıkıp bir banliyö semti haline gelen ve müthiş bir canlılık kazanan Bornova’nın, 19. yüzyılın son çeyreğindeki ve 20. yüzyılın
Var oluşundan bugüne kadar hep bir yerden bir başka yere göç edip durmuş insanoğlu. Giderken de doğal olarak medeniyetini, kültürünü ve becerilerini yanında götürmüş, gittiği yerleri de gönendirmiş.
Bilirsiniz... bizim çilekeş Anadolumuz da bu hareketliliğin merkezinde yer alan, en önemli coğrafya olmuş. Büyük göçler, savaşlar... Hâlâ öyle değil mi? Evet hâlâ öyle ama, bu göçler ve savaşlar nedeniyledir ki, neresine kazma vursanız ya da hangi köşesine gitseniz, tarih ve kültür fışkırır. Farkında değilizdir ama dilimizde bile binlerce yıl geriden izler vardır aslında.
Mesela, daha pratik çözümler bulunduğu için evlerimizde pek kalmasa da sineklerden korunmak amacıyla yatakların üzerinde kullanılan cibinlikleri hatırlarsınız.
Hiç düşündünüz mü, ona neden cibinlik deriz?
Cibin, tam 5 bin yıl öncesinden günümüzdeki Türkçemize kadar ulaşmış, müthiş bir mirastır. Cibin, Sümercede sinek demektir.
Anadolu, üzerinden gelip geçen her
Demlediği çayı kendi başına içmemek için elinde demlikle tereddütsüzce karşı komşuya geçiveren annelerin ablaların yaşadığı, çocukların sokakta oyun oynarken, “Acıktım” diyerek eve gitse annesinin öğlen uykusuna yatıracağını bildiği için alt sokaktaki Hatice teyzeden salçalı ekmek isteyebildiği yıllarda donup kalmış bir mahalleyi ziyaret ettim geçtiğimiz hafta.
Bir önceki yazımda bahsettiğim Bornova Kültür Adası Projesi çerçevesinde örnek bir projeyi incelemek amacıyla yürütme kurulu olarak Söke’ye Kemalpaşa Mahallesi’ne gittik. Yüzyıllar boyunca birlikte geçen bir yaşamın ardından Söke Rumlarının mübadele yüzünden ilçeden ayrılmasıyla bir yanı eksik gibi dursa da Kemalpaşa Mahallesi Koruma ve Yaşatma Projesi sayesinde eski yapıların restorasyonu ile sokak ve çevre düzenleme çalışmalarıyla mahalle adeta yeniden hayat bulmuş.
İzmir’in koşuşturmacası, trafiği ve telaşından sonra kısa süreliğine de olsa Söke, hele hele o mahalle çok iyi geldi bana. Sakin,
Bir gün bir bakarsınız, elinizde tuttuğunuz ya da hatırladığınız küçücük, hiç beklenmedik bir eşya ya da herhangi bir şey adeta bir zaman makinesi gibi sizi alır, onlarca sene geriye, çocukluğunuza götürür.
Daha önceki yazılarımdan birinde Bornova Büyük Çarşı’daki sevgili Sebahattin Ülkü’nün mekânını anlatmıştım size. Mütevazı bir çay ocağıdır, ama iddia ediyorum tadına doyulmaz Bornova sohbetleriyle bir kültür merkezinden çok daha fonksiyoneldir. Geçtiğimiz gün öyle küçücük bir şey sayesinde tam bir zaman yolculuğu yaşadık orada. Mekânın girişindeki masanın üzerinde bir torba dolusu ayvayı görünce “Birileri reçel yapacak galiba, ben de alayım bari, ayva reçeli kışın güzel olur” diye lafa girdim hemen. Müdavimlerden biri olan sevgili kardeşim Ahmet Kızılırmak, “Ayva rendesi varsa rendeleyerek yapın. Muhteşem olur” diye cevap verince zaman yolculuğumuzun start düğmesine basılmış oldu. İlk defa duyuyordum ‘ayva rendesi’
Uzun yıllardan bu yana kültür gezilerinde, sunumlarımda, köşe yazılarımda ya da fırsatını yakaladığım her yerde Bornova’nın muhteşem tarihi, turistik ve kültürel zenginliklerini anlatır dururum. Bilirsiniz… Etkisi var mıdır bilmem ama her yerde şikâyet ettiğimiz harap durumdaki Levanten köşklerinin neredeyse tamamı geriye dönük 5 yıl içinde restore edildi. Ayrıca 5 tane de müzesi var artık Bornova’nın.
Şimdi bu çabalar yepyeni bir seviyeye taşınıyor.
Bundan 6 ay kadar önce Bornova’nın en seçkin yeme içme mekanlarından biri olan Buenas’ın bir köşesinde aralarında benim de bulunduğum birkaç kişiyle birlikte ilk adımları atılan “Bornova Kültür Adası Projesi” adım adım hayata geçiriliyor. Projenin fikir annesi Buenas’ın sahibesi sevgili Gülper Ergün kardeşimdir. Süreç boyunca çok çaba sarf etti, büyük emekler verdi. Ellerine aklına sağlık Gülper kardeşim.
Dünya Kenti İzmir Derneği, Levantenler Derneği ve Hizmet Sektörü Çalışanları Eğitim ve Dayanışma
Amcam: “Kahraman aslanlar… Göreyim sizi… Önümüzden kaçan sürüyü Bornova’yı aldıktan sonra tepeleyeceğiz. Hadi aslanlar peşimden kısa kararla süratli…”
Hep birden amcamın peşinden atlarımızı kısa kararla süratliye kaldırdık. Bornova’nın bir tarafından düşman müfrezesi çıkarken diğer tarafından da biz giriyorduk. Sokak aralarında saklanmak isteyen bir iki düşman askerini hemen esir alıverdik ve Ahmet Çavuşa teslim ettik. Bornovalılar dün akşamdan beri bizim süvarileri bekliyorlarmış. Manisa’nın kurtuluşunu kaçan düşman askerlerinden işitmişler. Dağınık kaçan düşman askerleri, “Türkler yarın muhakkak İzmir’e girer” diye konuşmuşlar.
Bugünkü harp amcamı öyle coşturmuştu ki, Bornovalıların bizi candan karşılayışlarına dayanamadı. Meydanlıktaki bir taşın üzerine çıktı. Kendisini delicesine alkışlayan Bornovalılara hitaben coşkun bir nutuk söyledi:
“Muhterem Bornovalılar: Biz zafere hak kazandık. Damarlarında hürriyet ve istiklal ateşi dolaşanların zafer peşinden
Yüzbaşı İbrahim Hakkı Caddesi, Bornova’nın en çok bilinen caddelerinden biridir. Yüzbaşı İbrahim Hakkı kimdir? Ve neden Bornova’nın en büyük caddelerinden birine onun adı verilmiştir?
Yakın zamana kadar bu soruların cevabı, “9 Eylül sabahı, Bornova’ya giren ilk askeri birliğin komutanıymış” şeklinde bir açıklamadan öteye gidemiyordu.
Birkaç yıl önce bir sahafta bulduğum ‘Bu Vatan Bizimdir’ adlı anı kitabı, Bursa’da Emir Sultan Kabristanı’nda yatmakta olan Yüzbaşı İbrahim Hakkı ve emrindeki bölüğün, o sabah Bornova’da yaşadıklarını biraz da olsa gün ışığına çıkardı.
Kitabın yazarı Celal Sıtkı Gürler. Henüz 17 yaşında bir gençken, kitabında ‘amcam’ diye bahsettiği Yüzbaşı İbrahim Hakkı Erginakın’ın yaveri olarak Büyük Taarruz’a katılan Celal Sıtkı Gürler amcasıyla birlikte Bornova’ya ilk girenler arasında yer almış. Gürler, kurtuluşun ardından bir Cumhuriyet öğretmeni olarak kurtuluş ve kuruluş günlerinde yaşananları gelecek nesillere taşımak amacıyla