Nasreddin Hoca’nın fıkralarında çözümlenmesi gereken birçok öğreti ve nasihat bulunur.
Ana tanrıça Kibele’nin kült merkezi olan Pessinus antik şehrinin günümüzde hemen yanıbaşında Sivrihisar kasabası bulunmaktadır. Pessinus deyince bin yüzyıllar süresince Kibele ve onun iğdiş edilmiş rahipleri aklımıza gelirdi. Aynı bölgede MS. 13. yüzyıldan günümüze kadar da Sivrihisar denilince yüzümüzde beliren tatlı tebessümün kaynağı Nasreddin Hoca gelir.
Sivrihisar’ın Hortu Köyü’nde doğan Nasreddin Hoca, Hz. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran ve Yunus Emre başta olmak üzere birçok sufinin çağdaşıdır. 1284 yılında Akşehir’de vuslata eren hoca, almış olduğu disiplinli medrese eğitimini mizahi yönü ağır basan meşrebi üslubuna göre içerisinde yaşadığı topluma öğretici bir şekilde aktarmıştır.
Günümüzde fıkra başlığı altında dilden dile anlatılan nüktelerinin içerisinde çözümlenmesi gereken bir çok nasihat ve öğreti bulunmaktadır. Hem alim (Bildiğini ve bilmediğini bilen) hem de alimliği gereği arif (Anlayan ve anlayabildiği kadarıyla da anlamlandıran) olan hocanın yüzlerce diyaloglarından birkaç örnekle bu pazar biraz gülümseyeceğiz ve aynı zamanda da elbette düşünce dünyasının
Birbirlerinden habersiz tanrı, kral ve kahramanların tamamından haberdar olan sadece bir gözü kehribar diğer gözü mavi renkli olan Van kedileridir.
Anadolu’nun mavi boncuğu elbette Van Gölü’dür. Suyun rengi mavi, kıyısı Ahlat, Erciş, Gevaş ve Tatvan’da her türlü yeşil belirgindir; Gevaş tarafında sere serpe uzanarak gölü çevreleyen Artos dağları, karşı yakada ise Adilcevaz’ın üzerinden göklere tüm görkemiyle yükselen Süphan Dağı... Urartu medeniyetinin başkenti üzerinden her sabah yükselen ve her akşam mavi olan suyun rengine kırmızılık katarak mor algısı yaratan güneş hakimdir Selene’nin Ege’deki egemenliğine nispet edercesine.
Güneş Tuşpa Kalesi üzerinde yükselirken her sabah sarıdan öte kehribar rengi yayar; göl üzerinde zenit noktasına ulaştığında ışınlarıyla gölü maviye boyar. Kehribar asalet kokar, mavi Selene gibi aşk, neşe saçar.
Tanrı Haldi hayal ürünü sözler döneminin göksel tanrısıydı, Kral Sarduri Urartu kavminin baş su mühendisiydi, yüzyıllar sonra da Sarıkamış yollarında kar altında canlarını memleket için feda eden yüzyirmiler de gelincik çiçeğidir Van şehrinin.
Tek başınalığın gururu
Birbirlerinden habersiz tanrı, kral ve kahramanların tamamından haberdar olan
Umarım bu nevbahar mevsiminde yeniden kavuştuğumuz ramazan ayında oruç tutanlar iftar sofralarını donatacaklarına fakirlerin gönüllerini, nefislerini doyurarak fakirlik hırkasını giyerler.
Gül kokulu Kur’an-ı Kerim’in yüce Yaradan tarafından Hz Muhammed vasıtasıyla indirilmeye başlandığı ay olan ramazan bu yıl lale mevsiminde hoş geldi. Yüce Yaradan Kur’an-ı Kerim’i “Ramazan ayı insanları kurtuluş yoluna götüren, doğruyu yanlıştan ayıran Kuran’ın indirildiği aydır” diye Bakara suresinin 185. ayetinde buyurur. Ve aynı ayet içerisinde oruç tutulması kullarına farz olarak bildirilir.
Yılın her günü Yaradan’ın muhabbeti rahmet olarak yukarıdan aşağıya sağlık, bereket, huzur olarak akar; ancak ramazan ayıyla birlikte bu muhabbet bin kat daha artırılır. Her kim rahmeti bu manasıyla bilirse Yaradan onu daha da yakınına alır. Yaradan’a ne kadar yakın olduğumuzun delili O’nun muhabbetine karşı gösterdiğimiz vefadır. Neticede muhabbet yukarıdan aşağıya rahmet ile iner, aşağıdan yukarıya doğrudan vefa ile döner.
Ramazan ayı bizi bize birlikte gösteren muhabbet ve vefa aynasıdır. Bu aynanın parlaklığı ise oruçla elde edilir. Oruç belirli saatler aralığında midenin aç bırakılması değildir, oruç
Tüm dünyanın kanını emen sömürgeci güruhun önünde yeniden duvar olabilmek için ilkin biz kavramının ne anlama geldiğinin tarifini yapmalıyız, akabinde de biz olmayı öğrenmeliyiz.
Merhaba Hellas Pontus Boğazı olarak bildiğimiz Çanakkale su yolundan. Denizin deniz gibi olduğu tek deniz olan Ege’nin bu dar boğazına MÖ. 12. yüzyılda Spartalı barbarlar saldırarak Anadolu’nun gözbebeği Troya şehrini yıkmışlardı. Troya’da saldıran taraf Ege’nin öte yakasının barbarları olan Sparta’dır, savunma savaşı veren ise topyekun olarak Anadolu’dur. Malum maddi ve manevi değerden yoksun olanlar yağmayı savaş sebebi olarak görürlerken uygar toplumlar sadece sahip olduklarını korumak için savaşmak zorunda kalırlar. Bu bağlamda Troya savaşının çıkış nedeni Homeros’un dediği gibi Paris’in Helena’yı kaçırması değildir.
Hezimete uğramışlardır
Bin yıllar sonra emperyal emelleri için yeniden Çanakkale Boğazı’nın önlerine gelen Batı’nın her türlü değerden yoksun yeni moda barbarları bu defa yenileceklerdir. Her savaş mutlaka bir kahramanın ya ölümüne ya da doğumuna neden olur. Troya’da Hektor yiğitçe şehrini korurken hayatını kaybederken Çanakkale Savaşı’nda mavi gözlü dev adam olan Mustafa Kemal Atatürk
Paris’e gül motifli vitray pencereleri vasıtasıyla gül kokusu yayan katedral gotik üslubun hiç tartışmasız en görkemli eseriydi.
Dünya kültür mirasının en önde gelen dini mirari örneklerinden biri olan Notre Dame Katedrali’nin yangında büyük ölçüde zarar görmesine duyarsız kalamayacağımızdan bu hafta ilk kez Anadolu’dan dışarıya çıkacağız. İsmini Troya şehrimizin prensinden alan Paris şehri, tarihinin en önemli eserini neredeyse kaybetti; şehre “gül” motifli vitray pencereleri vasıtasıyla “gül” kokusu yayan katedral gotik üslubun hiç tartışmasız en görkemli eseriydi.
1163 yılında küçük Paris şehrinin piskoposu olan Sully’nin hayaline Papa 3. Alexander destek verir ve yaklaşık 170 yıl sürecek inşaat başlar. Piskoposun düşünce dünyasının özgürlüğüne cevap veren mimarlar vasıtasıyla yeni bir sanat Notre Dame Katedrali’nin inşasıyla doğar.
Manastır ve kilise mimarisi başlangıçta şehirlerin dışında inşa edilmişlerdir. Bunun temel nedeni korkulan bir Tanrı kavramına dayalı inançtır. Kalın duvarlar, basık tavanlar, yatay gelişen bir mimari yapı olarak karşımıza çıkar.
Birçok tarihsel olaya şahitlik eder
Tanrı’yla birlikte olmaktan ziyade Tanrı’ya olan korku ve duyulan endişe onları adeta bu
İlkbaharın çocuksu heyecanında, yaz mevsiminin kabına sığmayan neşesinde, sonbaharın hüzün saçan renk çeşitliliğinde ve kış aylarının vakur, görkemli gerçekliklerinde insanı her türlü besleyen, değerlendiren coğrafya hiç şüphesiz Kapadokya’dır.
Yeryüzünde sadece kendisine benzemesiyle ön planda olan Kapadokya miladi 1. ve 6. yüzyıllar aralığı olan erken Hristiyanlık dönemiyle 13. yüzyılın Selçuklu dönemi içerisinde görkemli eserlerin inşa edildiği bölge olarak karşımıza çıkar.
Hristiyan olmayan Roma’nın baskı ve zulmü altında inançlarını yaşamaya çalışan Hristiyanlar çoğu zaman can korkusu nedeniyle yeraltında onlarca şehir inşa etmişlerdir. Başta Soğanlı, Kaymaklı, Derinkuyu, Özlüce ve Özkonak olmak üzere bu şehirler inancın ve can korkusunun görkemli yapılarıdır. Dünya mimarlık tarihinin yeryüzündeki en etkili örtü biçimi kubbelerse eğer, aynı mimarlık sürecinin yer altındaki labirenti bu şehirlerdir. Havalandırma bacaları, yeraltı su kuyuları, ibadet haneleriyle kompleks bir bütünlüğe sahip yeraltı şehirlerinde insanlar hiç yeryüzüne çıkmadan bir yıl kalabilecek kadar donanıma sahipti.
Can suyu verir
Kaya oyma kale, şapel, kilise, manastır ve yeraltı şehirlerleriyle donatılmış
Bütünsellikten tekliğe doğru giden yolda her kim etrafında gördüğü her şeyi isim ve sıfatlarından tenzih ederek aşk adı ile anarsa bu yolcunun adı aşık olur.
Hiç neden demeden vardır bir sebebi diyenlerin ahlaklarının adı mı? Normal veya anormal koşullar içerisinde “ ben” yerine “sen” diyenlerin cömertliğinin adı mı? Toprak gibi koşulsuzca sevdiğinden sevgilinin yüzüne damlayan gözyaşlarında acı tadı olmayanların adı mı? Gül yüzlü, kokulu sevgiliden zaman ve mekansal uzak olsa da bülbül misali dilinden düşürmediği için her koşulda en yakınında olanın adı mı? Aşk’ı tadanlar onu uzun uzun anlatır, aşk’a aşık olanlar ise onu üç harf beş noktaya indirgeyerek sessizliğin serinliğinde aşk makamı elde ederler.
Esasında aşk davaya benzer cefa çekmek ise şahide; her kimin bu yolda şahitleri çok olursa o kişi nihayetinde davayı kazanır.
Aşk, seni sensiz sana gösteren pırıl pırıl bir aynanın adıdır; aşk her şeyi bir şeye indirgemeni sağlayan bilgeliğin kaynağının çıktığı yerdir; aşk neyim varsa senindir dedikten sonra “Hem sen bensin hem de ben senim” demenin en coşkulu birlikteliğidir.
Aşk’ı ilkbahar mevsiminde hava ve toprak, sonbahar ve kış mevsiminde ise su dile getirir. Lakin aşk sadece
Bilge, düne ait tüm bilgilerle haşır neşir olur, akabinde tahlil yapar, neticesinde ise mutlaka dünden gelen bilgiyi geliştirerek yeni bir söz ortaya koyar.
Geçmişin tüm bilgilerini bilgi arayıcılar deneysel, gözlemsel ve aklın ürünü olan felsefe kanallarıyla toplamışlardır. Doğaya, kozmoza ve akabinde insanın erdemine yönelik çalışmalar neticesinde bin yıllar boyunca elde edilen sonuçlar bilgelerin ürünleridir. Bilgelerin ürünlerini derleyenler bu yolun sadece katipleridir. Her bilge kendi zamanının eseri olma yolunda kendi meşrebince yol alır; sessiz ve sakin ahlakı ona bilmediklerinin fazlalığını her geçen gün hayretle gösterir. Keza bilge bilen iddiasında olan değil, bilgiyi arayan kişiye denir/ denmelidir. Ne muhteşem bir şey olsa gerek sonu olmayan bir yolun üzerinde sonsuzluğa doğru küçülerek yol almak. Bildiğini iddia eden kişi, kadim bilginin muhteşemliği karşısında büyüklük taslayarak özünde kendisini sonlandırır. Bu tip kişilere bilginin değerinden haberdar olmayanlar değer verir ki bu tip kişilere magazin, popüler sığ kültür denmektedir. Yani körler sağırlar birbirlerini her zaman ağırlamışlardır; ne yazık ki günümüzde bu tiplerin birbirlerini davet ettikleri meclisler