“Hamamın ateşinden çıkıp sokakları kendine has fiyakası ile arşınlayan kabadayı” olarak bilinen külhanbeyi, folklorumuzun ünlü tiplerindendir
Yıkanmak için bilinçli olarak kapalı yerler inşa etme kültürüne ilk olarak Mezopotamya’da rastlanır. Demir (Kalkolitik) çağının tüccar halkı olarak da tanımlayabileceğimiz Asurluların ünlü kralı III. Salmanasar’a ait bir hamamın kalıntıları nispeten günümüze kadar gelmiştir. M.Ö. 3000’de gerek Mezopotamya gerek Mısır gerekse Anadolu halkları arasında su, önemli bir inançsal kült öğesi olmakla birlikte temizlik açısından da özenle kullanılmıştır. Çeşme, hamam, sebil, kastel ve sarnıç gibi yerlere temizlik ve gerektiği durumlarda kullanmak için depolanan su, çeşitli milletlerce çok çeşitli inançsal öğelere konu olmuştur. Arınma, korunma, saflık, berraklık, yeterlilik, arayış, türeyiş gibi terimlerle mitolojilere konu edilen suyun bir serüveni vardır. İlkel hamamların ilk örnekleri Anadolu’nun güneydoğusunda
Mithra, Anadolu’da görülen en gizemli inançtır. Mithras gizemciliği, bu dine kabul edilenlere açıklanan bir sır etrafında yapılanmıştır. Mithra dininin özü sır olduğundan, bu öğretiye ait hiçbir yazılı belge bulunamamıştır
Mithra dini; Anadolu, İran, Hindistan ve Mezopotamya’yı kapsayan çok geniş bir alana yayılır. M.Ö. 14. yüzyılda var olan bir dindir. Özünde İran kaynaklı olabileceği düşünülen Mithra dininde, ışık-tanrı Mithra, bir kayadan doğar ve boğayı kurban ederek dünyayı yaratır. Bütün canlılar boğanın kanından meydana gelir. Mithra, ışık-tanrı olarak kötülüklerle mücadele edecek ve onları yendikten sonra güneş-tanrıyla birleşip göğe çıkacaktır.
Mithra dini bu yüzden o dönem dünyasında bir çığ gibi büyüyen Hıristiyanlığın da en büyük rakibidir. Aynı potada uzun yıllar egemenlik için uğraş veren bu iki din arasındaki mücadele, İmparator Konstantin’in Hıristiyanlığı seçmesi ile son bulur. Kimi araştırmacıların iddialarına göre, Konstantin
An, şimşek gibi hızlı ve ateş gibi yakıcı, su gibi serinletici, hava gibi de uçucudur. Onu yakalayabilene “aşk olsun”
Kültür ve sanatın bütün katmanlarıyla ilişki kurabilmiş her insan gökyüzü ve yeryüzünde gördüklerini kişileştirir. Canlı ve cansız tüm varlıklarla kurduğu duygusal ilişkiler yumağı içerisinde mutluluk, sevinç, hayret ve çoğu zamanda şaşkınlıkla her şeyi karakterize ederek onlara yaklaşır. Merak, ilgi, kişiye bilgi kazandırır ve her şeye karşı elde edilecek bilgi de insanın bilinmeyene karşı var olan arkaik korkusunu azaltır.
Zaman ve mekan gökyüzüyle yeryüzündeki değişimleri netleştirir. Dakika, saat, gün, ay, yıl ve mevsimler bizi düzene sokar, zamanı ve mekanları toplumsal gereklilikler içerisinde sınırlandırır. Tüm zaman dilimlerinden münezzeh olan ise “an” dır. Başlangıcı ve sonu hiçbir zaman belli değildir, her zaman ve her yerde adeta yakalanmak için bekler durur. An, şimşek gibi hızlı ve ateş gibi yakıcı, su gibi serinletici, hava gibi de uçucudur. Onu yakalayabilene “aşk
Her iyiye yönelik bir düşünce, söz düşünsem aklıma Zerdüşt gelir. O der ki: “İyi düşün, iyi söz söyle, iyi iş yap”. Kadim ülke İran coğrafyasından dünyayı aydınlatan bir başka aydınlık feneridir
Ahura Mazda olarak isimlendirdiği tanrıyla samimi bütünselliğinden kaynaklanan düşünceleri günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Zerdüşt der ki: ”Ahura Mazda sana gönül gözümle baktığımda anladım ki ilk ve son olan yalnızca sensin. İnsan bir sevgi varlığıdır ve bu sevginin sınırı yoktur. İnsan kendi soydaşları gibi hayvanları, bitkileri ve bütün doğayı sevmelidir. Kötü her yerdedir; senin düşüncende, dilinde ve dolasıyla da eylemlerinde... Kötüyü ara ve ona diren; içine dön ve içini dinle. Her zaman kalp atışının hemen yanıbaşında seni baştan çıkarmaya çalışan kötünün fısıltısını duyacaksın. Ve sen ateşli doğru ile korkutucu kötünün mücadelesini kendi nefsinde yakalayacaksın. Bu sırra erdiğinde Tanrı’nın tecellisi olduğunu
Heraklitos M.Ö. 540-608 yılları arasında yaşadı. Onu anlayamayanlar için karanlık adam lakin onu anlayabilenler için ise aydınlık feneri olarak bilindi.
Anadolu’da yaşayan herkes mutlaka Anadolu’yu tanımak için çaba sarf etmelidir. İster tatilde ister başka bir isim altında yarattığımız zamanlarda yapacağımız seyahatlerin içeriğini kültür ve sanat doldurmalıdır. Özellikle de antik dönem Anadolu’sunun klasik kültür bilgisi ve 13. yüzyıl Anadolusu’nun manevi ilham kaynakları ve ürünleri bilinmekten öte öğrenilmelidir. İnsan zarafet, nezaket, bilgi ve görgüsü ölçüsünde insan gibi yaşar, anlar, davranışlar gösterir.
Şayet bu yaz yolunuz Efesus yakınlarından geçerse hemen antik şehre girin ve Odeon’un sıralarına oturarak “can dost” Heraklitos’un fragmanlarından okuyarak Efes’i dinleyin. Ansiklopedik bilgilerle yetinmeyin; soğuk ve kuru levha tanıtımlarıyla değil Anadolu’nun aydınlık fenerlerinden bir tanesi olan Heraklitos’un düşüncelerine dalarak Efes’te
Bu hafta, Kars’a gelen misafirlerin beklentilerinin karşılanması konusundaki çözüm ve önerileri paylaşacağım
Beyaz şehir” olarak bildiğimiz, sevdiğimiz ve tüm değerlerini koruyarak tanıtmaya çalıştığımız Kars’ın kültürel ve coğrafi dinamikleriyle başardığı turizm potansiyelinin beraberinde getirdiği sorunları son iki haftada dile getirmeye gayret ettik. Bu hafta ise şehre gelen misafirlerin beklentilerinin karşılanması ve memnuniyetlerinin gerçekleştirilmesi konusundaki çözüm ve önerileri paylaşacağım.
Öncelikle İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın imkan ve olanaklarını Kars’a aktarmak durumundadır. Birçok şehir tanıtılmak için ödenek almışken Kars kendi kendisini tanıtma başarısını gerçekleştirerek adeta tez konusu olabilecek bir başarı ortaya koymuştur. Kültür ve Turizm Müdürlüğü bu başarının devamlılığı için bakanlığın desteğini alarak ivedilikle müze sayısını artırmak durumundadır. Kültür şehri olan Kars’ın henüz bir
Gönülden gönüle yol alırken bu şehri uykusundan uyandırdık; şimdi gönülden bihaber kimi insanların yüzünden Kars’ı yeniden derin bir sessizlik uykusuna terk edemeyiz
Anadolu; coğrafi güzelliği ve kültürel miras zenginliğiyle yeryüzünün hiç tartışmasız gözbebeğidir. Akdeniz uygarlığının merkezini teşkil eden Anadolu’da dağlar dağ gibi, nehirler nehir gibi denizler de deniz gibidir. Ve bu etkileyici coğrafya on binlerce yıl boyunca Anadolu medeniyetleri tarafından inşa edilen eserlerle donatılmıştır. Görkemli anıtsal yapılarla coğrafi güzelliklerin iç içe geçmiş olması Anadolu’yu dünyanın her yerinden daha ayrıcalıklı duruma getirmiştir, getirmelidir. Bu bağlamda bizim Anadolumuzun sermayesi kültür- sanat olarak düşünülmeli ve bu yapının üzerine de coğrafyamızın güzellikleri entegre edilmelidir. Tüm bu gerçekliklerimize rağmen ne yazık ki coğrafyamızın güzelliklerinin kıymetini bilemediğimiz için kirletiyoruz, kültürel miraslarımızın önemini anlayamadığımız için de
Kars, Kafkasya’yı Anadolu’ya açan kapıdır, coğrafi konumu şehre ticari ve dini kimlikten öte ve önce stratejik askeri karakter sağlamıştır
Urartu döneminden cumhuriyete kadar tarihi boyunca başta kale ardından da tabya tipi askeri mimari yapılarının yoğunlukta olması Kars’ın asker kimliğinin göstergeleridir.
Her şeyin varlık nedeni olan kültürün yansımaları olarak gösterebileceğimiz dans, müzik ve edebiyat ürünlerinin de asker motifli olması şehrin askeri kimliğini doğrular durumdadır.
Kimi zaman bir geçiş yeri, çoğu zaman ise yarı göçebe halkların yerleşim yeri olan Kars’ta Azeri, Terekeme, yerli isimleri altında Türk boyları, Malakan olarak bilinen ve her zaman sevgiyle hatırladığımız Rus kökenli insanlar ve Kürt dostlar şehrin etnik yapısını meydana getiren renklerdir. Tüm bu alt kimlikler Kars’ta modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu mavi gözlü dev adam olan Mustafa Kemal Atatürk’ün misyon ve vizyonunu üst kimlik olarak özümsemiş durumdadırlar. Bu durumun önem arz eden tarafı şehre