“Hamamın ateşinden çıkıp sokakları kendine has fiyakası ile arşınlayan kabadayı” olarak bilinen külhanbeyi, folklorumuzun ünlü tiplerindendir
Yıkanmak için bilinçli olarak kapalı yerler inşa etme kültürüne ilk olarak Mezopotamya’da rastlanır. Demir (Kalkolitik) çağının tüccar halkı olarak da tanımlayabileceğimiz Asurluların ünlü kralı III. Salmanasar’a ait bir hamamın kalıntıları nispeten günümüze kadar gelmiştir. M.Ö. 3000’de gerek Mezopotamya gerek Mısır gerekse Anadolu halkları arasında su, önemli bir inançsal kült öğesi olmakla birlikte temizlik açısından da özenle kullanılmıştır. Çeşme, hamam, sebil, kastel ve sarnıç gibi yerlere temizlik ve gerektiği durumlarda kullanmak için depolanan su, çeşitli milletlerce çok çeşitli inançsal öğelere konu olmuştur. Arınma, korunma, saflık, berraklık, yeterlilik, arayış, türeyiş gibi terimlerle mitolojilere konu edilen suyun bir serüveni vardır. İlkel hamamların ilk örnekleri Anadolu’nun güneydoğusunda görülür. M.Ö. 1100’lü yıllarda, yani Geç Hitit dönemi olarak adlandırılan bağımsız şehir devletleri döneminin başlarında, toprak banyo küvetlerinin varlığı bilinmektedir. Suyun bedenen ve ruhen arınma ve temizlenmek için kullanılmasında çok katı bir tutum içerisinde olduğunu bildiğimiz Hititler’de kral dahil hiç kimse yıkanmadan tapınağa girememiştir. Roma hamamının çok işlevsel mimari yapısının aksine, daha çok temizlik ve dinlenme yönüyle mimari öğelerini belirleyen Türk hamamının Roma hamamıyla arasındaki temel ortak alan kuşkusuz hamamlardaki külhanlardır. Külhan denen ocaktan çıkan ısı, hamamın ısıtılmasını sağlar. Bu ocağın üzerine yerleştirilmiş dev kazanlarda ısıtılan su, borularla hamamın kurnalarına taşınır. “Hamamın ateşinden çıkıp sokakları kendine has fiyakası ile arşınlayan kabadayı” olarak bilinen külhanbeyi, folklorumuzun ünlü tiplerindendir. Sivri burun ayakkabısının topuğunu ezerek giyen, pantolonu belinden saran kuşağı arasında “saldırma” adlı bıçağını her daim göstere göstere taşıyan, düğmeleri göbeğine kadar açık bir şekilde giydiği beyaz gömleğin üzerine omuzlarına attığı siyah ceketi ve o ünlü vişne çürüğü renkli dar kalıplı fesiyle bir elinde tespih diğer elinde cigarasını tüttürerek sokaklarda volta atan külhanbeyi çok karizmatik bir kişiliktir.
Kardeş ilan edilirler
Hamamın ateş yanan bölümünde ateşi yakmak ve onu canlı tutmak için devamlı kalın kütükleri oraya atmakla görevli kişilere “külhancı” denir. Sürekli yanan bir ateşin etrafında özellikle kışı dışarıda donmadan geçirebilmeleri için külhana alınan çocukların mutlaka kimsesiz olmaları gerekir. Öte yandan bu çocuklar sadece konaklama ve barınma karşılığında külhanda çalıştıklarından hamamcıya da maddi bir yük getirmezler. Külhandan para kazanamayan bu çocuklar hamam dışına çıktıkları zaman hırsızlık, dilencilik, tulumbacılık, serserilik, kabadayılık yaparlar. Her hamamın külhanında çalışan külhanbeylerinin başında bulunan kişiye “destebaşı” denir. Külhana yeni katılan her çocuk bir başka çocukla kardeş yapılır. Özel bir tören ile bu çocuklara “layhar kefeni” giydirilerek kardeş ilan edilirler. Hamam dışına çıktıklarında etrafa verdikleri rahatsızlığın artması durumlarında onlara çeki düzen veren en büyük mecra Gedikpaşa Hamamı’nın destebaşıdır. Onun sözü kanun gibidir ve külhanbeyleri buna koşulsuz riayet ederler. Hamam dışında her türlü işi yapan bu kabadayılar, hamamların külhanında sırayla çalışır ve orada yatıp kalkarlar. Belli bir hiyerarşi ile kendi aralarında disiplin sağlayan külhanbeyleri halk arasına katıldıklarında etrafa tedirginlik saçarlar. 1846 yılına gelindiğinde giderek daha fazla taşkınlıklara sebep olan külhanbeylerinin tamamı bir gecede ortadan kaldırılır. O tarihten sonra hamam külhanlarında bu tür çocukların barınmalarına izin verilmemiştir. Böylece külhanbey kabadayı türünün İstanbul sokaklarından ayrıldığını söyleyebiliriz.