PKK’nın kendini feshedeceğini ve mücadelesini demokratik siyaset içinde sürdüreceğini ilan etmesi, Türkiye siyasi tarihinin belki de en kritik dönemeçlerinden biri. Dönemecin ardında uzun ince bir yol var. Hâlâ yanıt beklenen çokça soru var. Yol üzerinde daha fazlası da olacaktır. Ancak en azından başlangıçta yalnızca bir örgüt dağdan inmeyecek aynı zamanda Kürt meselesine yaklaşımda, demokratik siyaset alanında ve devlet-toplum ilişkilerinde ciddi bir paradigma değişiminin eşiğine gelindi.
PKK’nın kararında uluslararası konjonktürden bölgedeki gelişmelere, Türkiye’nin terörle mücadelesinde kaydettiği başarıdan, iç siyasete dek birçok etken rol oynadı. İçerde varlık göstermez hale gelmesi, siyasetteki izdüşümünün manevra alanının daralması ve toplumsal desteğin düşmesi eklendiğinde, dağdan siyasete geçişin zemini hem içeride hem dışarıda oluşmuş durumda.
Peki şimdi ne olacak? DEM Parti’nin pozisyonu neye evrilecek? Talepler nasıl şekillenecek ve Türk siyasetinin dengeleri bundan nasıl etkilenecek? Gelinen nokta kaçınılmaz olarak DEM Parti’nin de omuzlarına tarihi bir sorumluluk yüklüyor. DEM Parti hem Kürt halkının taleplerini dile getiren bir temsil kurumu hem de Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinde sorumlu bir aktör olarak konumlanmak zorunda. PKK’nın silah bırakması, DEM Parti’yi kriminal söylemlerin hedefi olmaktan çıkaracaktır.
Bu durum, Türk siyasetinde uzun süredir süren bir tıkanıklığı da çözebilir. Anayasa tartışmaları, yerel yönetim reformları ve ifade özgürlüğü gibi başlıklarda DEM daha aktif rol alabilir. Bu yeni düzlem, sadece muhalefet açısından değil, iktidar açısından da yeni stratejiler gerektiriyor. AK Parti’nin çözüm sürecinde edindiği bir deneyimi var. Bunu değerlendirip yeni dönemece liderlik edebilir. Bu, Kürt seçmenle arasına giren mesafeyi kısaltmasını sağlayabilir. Dönemeci “taviz” olarak okuyan ve direnç gösterecekler de olacak. Bu direnç, anayasa tartışmaları başta olmak üzere ve bazı düzenlemelerde kendini gösterecektir.