Cumhuriyet’in en büyük hedeflerinden biri de kızlarımızın önünün sonuna kadar açılmasıydı. Açıldı da.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk ülkelerden biriyiz.
Üniversitelerdeki öğrenci sayısı, birçok bölümde erkekleri geçti. Öğretmen ve araştırma görevlisi sayılarında da açık ara öndeler.
Onlar hayatın içine girdikçe üretim arttı, üretim ve kalite arttıkça da refah yükseldi.
Haydi kızlar okula kampanyaları ve türban yasağının kalkmasından sonra ise kız öğrenci ve mezun sayımızda adeta patlama yaşandı.
Gidişattan herkes memnundu. Kızlar, okuyor, mezun oluyor, iş buluyor, para kazanıyordu.
İktidarlar, aileler ve gençler mutluydu. Devamı gelmeliydi. Bir yere kadar geldi, sonra zınk diye durdu…
İnsan gücü planlaması yapmadan, istihdam odaklı eğitim modelleri geliştirmeden, ülke ihtiyaçları göz önünde bulundurulmadan her ile neredeyse her ilçeye üniversite ya da fakülte ve yüksekokul açtık.
İlkokula başlayan tüm öğrencileri üniversite kapısına yığdık, o yetmedi, başarılı başarısız demeden hemen hepsini üniversiteye aldık, mezun ettik!
Bu saadet zinciri, işsiz sayısı milyonlara varıp, her yıl katlanmaya başlayınca sorunlar yumağına dönüştü.
Elbette tüm gençler bu süreçten etkilendi ama en çok etkilenen kızlar oldu!
“Haydi kızlar okula” diye kendilerini özendirdik, sonra da işsiz bırakıp kaderlerine terk ettik.
Pek çoğu dün gurur duyduğu üniversite diplomasından şimdi nefret eder hale geldi.
Kaybettikleri zamanı, hayalleri ve yaptığı masrafları sorgulamaya başladı.
Okuyor, çalışıyor, kariyer yapıyor diye onlara özenip bu sürece dahil olmak isteyen kardeşleri şimdi bir bir bu yarıştan kopmaya başladı.
Peki istediğimiz bu muydu? Elbette değildi.
Peki, hiç hesapta olmayan olağan üstü bir durum mu söz konusu?
Evet, üniversitelere çok büyük bir ilgi oldu ama kontrollü bir büyüme ve doğru bir yönlendirmeyle bu noktaya gelinmeyebilinirdi. Gelindi. Daha da vahimi bu sosyolojik yıkım hiç kimsenin umurunda olmadı. Olmamaya da devam ediyor…
Gençlere umut vermek, heyecanlarını diri tutmak ve en önemlisi de onları ülke ekonomisinin lokomotifi olarak görmek çok önemli.
Çok daha önemli olan ise emeklerinin karşılığını almalarını sağlamak. Bu yapmadığında derin hayal kırıklıkları yaşayarak, güven ve aidiyet hislerini kaybediyor, mutsuz oluyorlar.
Onlar mutsuz olduğunda da aileler perişan hale geliyor, ülke sosyal anlamda içinden çıkılamaz bir krize giriyor…
Gençlere en azından bundan sonra “Daha çok okuyun, bir an önce evlenin, daha çok çocuk yapın, onları en iyi şekilde yetiştirin” derken çok daha dikkatli olmakta ve çözüm önerileri getirmekte sonsuz yarar var. Yoksa her söylenen bırakın sempatiyi, antipati yaratacaktır!..
Çözüm odaklı eğitim!
“Eğitim şart” söylemi çok yıprandı. “Okuduk da ne oldu?” diye Artık ters tepiyor. Bu tabloyu, olabildiğince hızlı sürede değiştirmemiz gerekiyor. Yoksa ne mi olur?
*Okumaya olan ilgi azalır. Daha da endişe verir olanı, yeniden o heyecanı yakalamak çok zaman alır!
*Kalifiye insan gücü yok olur, üretim, inovasyon, kalite ve ihracatta sıkıntılar yaşanır, refah düzeyi düşer!
*Başta devlet olmak üzere kurumlara, liderlere, hayata yön verenlere duyulan güven ve aidiyet yerini kırgınlığa ve nefrete bırakır.
*Başta demokrasi, hukuk, insan hakları, doğaya saygı, insani ilişkiler olmak üzere hemen her konuda sıkıntılar yaşanır!
*Genç nüfus daha da azalır. Kazanımlar körelir. Birikimler yok olur…
Kişiden kişiye değişen daha onlarca madde sıralamak mümkün. Hepsi de çok önemli ama daha önemli olanı, onları ne kadar dikkate aldığımız ve çözüme yönelik ne yaptığımız!
Ciddi hem de çok ciddi bir konu ve yeterince ciddiye almıyoruz. Sonra da gençler neden bu kadar memnuniyetsiz, isyankâr ve saygısız diye cümleler kuruyoruz. Keşke biraz empati yapıyor olabilsek!..
Özetin özeti: Güven erozyonuna dur demenin, gençlerimize sahip çıkmanın, lafın ötesine geçmenin zamanı hâlâ gelmedi mi?..