Dünyanın en çok okuyan ülkeleri sıralamasında arzu ettiğimiz bir yerde olmasak da en çok konuşan ülkeler sıralamasında şampiyonluğu kimseye kaptırmıyoruz.
Bilgi birikimimiz ya da o konuda bir görüşümüz olsun olmasın hemen her alanda konuşmaya bayılıyoruz.
Bu yöndeki üstünlüğümüz, sınırsız konuşma olanağı sağlayan mobil telefon paketleriyle daha da perçinleşti. Gerçek yaşamda olduğu gibi dijital dünyanın da en çok konuşan, en çok izleyenleri arasındayız.
Bu bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı?
Olaya nereden baktığınıza göre değişir.
Eğer belli bir amaç çerçevesinde istişareye dayalı konuşmalarsa elbette yararlıdır. Peki bu uzun sohbetlerin ne kadarı bu yönde dolu dolu geçiyor, çevrenize bir göz atmanız yeter de artar.
Örneğin ülkelerin ve kişilerin telefonla görüşme sürelerine göz attığınızda çok çarpıcı bir tablo ile karşılaşmanız mümkün.
Saniyelerce mi, dakikalarca mı yoksa saatlerce mi?..
Şehir efsaneleri hepimizi esir almış durumda.
Sanki herkes dinleniyor, sanki herkes takip ediliyor, sanki ağzını açanın, iki satır yazan herkesin başı belaya giriyor.
Hele bir de eleştirel bir şeyler paylaşıyorsa!..
Bu yönde uygulamalar yok mu?
Yok demek abartılı olur ama yaratılan algı devasa boyutlarda.
Okumuşlar ve muhalifler böylesi bir korku içerisinde de sokaktaki vatandaşlar farklı mı?
Onlar da tedirgin.
Bu konuda en dikkat çekici olan ise profesörlerimizin ve en sıradan görevlerde bulunan ve en sıradan bilgileri bile paylaşmaktan kaçınan yetkililerimizin durumu.
Eğitim ve bilim, asırlar boyunca ama en çok da içinde bulunduğumuz yüzyılda en güçlü yönlendirici oldu.
Günümüzde üniversiteleriniz ne kadar güçlüyse, siz de ülke olarak hemen her alanda o kadar güçlüsünüz demektir ama sanki artık devir değişiyor!
İnsanoğlunun yerleşik yaşama geçtiğinden bugüne derin izler bırakan eğitim ve bilim, görünen o ki bundan sonra da büyük izler bırakmaya devam edecek.
Bu süreçte okul içi eğitim kadar okul dışı etkenler de belirleyici olacak. Bilime yön verenler de devletlerden çok, ondan en fazla para ve güç kazananlar olacak!..
Suna Kıraç’ın hayaliydi
Çocuğa yönelik okul dışı kurumların hepsi de kazanç amaçlı değil. Bazıları var ki çocuğa değer katma peşinde.
29. yılını kutlayan Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) da onlardan biri.
1995’te Suna Kıraç’ın öncülüğünde, eğitime gönül verenler tarafından kuruldu.
Son beş yılda üniversiteyi bırakan öğrenci sayısı 2 milyonmuş. Çok çarpıcı bir başka veri ise her bin kişiye düşen üniversiteli öğrenci sayısı AB’de 38’ken, bu sayı bizde 95’miş.
Dışarıdan bakıldığında çok şaşırtıcı rakamlar.
Üzülelim mi, gurur mu duyalım?
Olaya nereden bakıldığına göre eminiz ki gurur duyan da çok olacaktır, isyan eden de.
Peki buzdağının görünmeyen yüzünde neler var? İsterseniz gelin önce ona bir göz atalım.
Bir araştırma yapılsa eminiz ki her bin kişiye düşen öğrenci sayısında olduğu gibi her bin kişiye düşen üniversite sayısında da Avrupa birinciliğini kimseye kaptırmayız...
Hemen her yıl üniversiteye 3-3.5 milyon aday başvuruyor ve bunlardan bir milyona yakını üniversiteli oluyor.
Bu konudaki çarpıcı rakamlardan bir diğeri ise örneğin bu yıl üniversiteye girmek için başvuran adaylardan yarım milyonu sınav harcını ödemesine rağmen bırakın üniversiteyi, sınava dahi girmedi. 150 bini ise kazandığı halde üniversiteye kaydını yaptırmadı!..
Anne babalar için en değerli varlık çocukları, en önemli konu onların geleceği ve en büyük yatırım da çocuklarının eğitimi.
Devlet için de durum farklı değil.
Cumhuriyet tarihi boyunca gelen tüm iktidarlar eğitimi fazlasıyla önemsedi. Ülkemizin dört bir yanını okullarla donattı ve bütçeden en büyük payı, son yıllarda olduğu gibi genelde hep eğitime ayırdı.
Peki, devlet ve millet olarak yaptığımız onca fedakarlığa ve kat ettiğimiz onca yola rağmen geldiğimiz noktadan memnun muyuz?
Evet demek mümkün değil ama bu durum sadece bizde böyle değil, gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunu. Bizdeki ekstra sıkıntının nedeni genç nüfusumuzun ve öğrenci sayımızın çok olması!
Z kuşağı
Eğitim, dünya genelinde Z Kuşağı ile birlikte daha da sorgulanır hale geldi.
Okullar, müfredat programları, kitaplar ve öğrenme yöntemleri onların gerisinde kaldı. İlgi ve beğenilerini çekmez hale geldi.
Hemen her alanda hepimizi çok yakından ilgilendiren, çok önemli gelişmeler oluyor.
Uluslararası Para Fonu IMF’ye göre yapay zekâ teknolojisi, yakın bir süreçte dünya çapındaki tüm işlerin yaklaşık yüzde 40’ını etkileyecek. Bu oran ekonomideki işlerde yüzde 60’a çıkacak!
Özel okul sahiplerine göre 3 milyon kapasiteye sahip kolejlerde, doluluk oranı yüzde 50! Paydaşların çoğu perişan!
Üniversiteye başvurup da sınava girmeyen yarım milyon, kazanıp da kaydını yaptırmayan 150 bin gencimiz var! İşsizler sıralamasının en tepesinde üniversite mezunları geliyor. Mavi yakalıların maaşı, beyaz yakalıları ikiye katladı!..
Daha onlarca tespit yapmak mümkün.
Bu bizde böyle de diğer ülkelerde farklı mı? Kesinlikle hayır.
Her ülkenin kendisine özgün sorunları var ama hızlı değişimin getirdiği sancılar, her yerde hemen hemen aynı...
Üniversite şart ama!..
On binlerce köy okulumuz vardı, önce onları kapattık sonra da köylerin isimlerini değiştirip “mahalle” yaptık.
Sizleri bilmem ama ben hâlâ mahalle adına alışabilmiş değilim. Köy, köydür, öyle de kalmalıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun sadece dörtte biri kentlerde yaşıyordu.
Çoğunluk ise köy ve kasabalardaydı ve sanki çok daha mutluyduk.
Sonra hızla şehirli olduk ama binlerce yıllık alışkanlıklarımız bir anda değişmedi.
Ciddi uyum sorunları yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Kendimiz her ne kadar şehirde yaşıyor olsak da aklımız da, büyüklerimiz de köyde kaldı.
Bu arada Avrupalı olanlarımız da oldu.
Daha kendi kasabasını, şehrini, Ankara’yı, İstanbul’u görmeden Paris’i, Viyana’yı, Bürüksel’i, Berlin’i gördüler.
Eğitim sistemimiz tam da bu olgu üzerine inşa edilmiş durumda.
Öğrencilere sürekli bilgi yüklüyoruz ama ne işe yaradığını ya da yarayacağını hiçbir şekilde sorgulamıyoruz.
Sınavlarda soru sorulmayan dersler ve o derslerde öğrenilen bilgiler zaten ciddiye alınmıyor.
Sınavda soru çıkan derslerin ve bilgilerin ömrü ise sınava kadar!
Günün sonunda geriye ne kaldığı da hiç kimsenin umurunda değil…
Bilgi hamallığı da tıpkı aşırı kilolar gibi.
Fazlası yarar değil zarar veriyor.
Vücudun dengesini bozuyor, kafamızı karıştırıyor, zihin bulanıklığına ve zihin yorgunluğuna neden oluyor.