Dünyanın en çok okuyan ülkeleri sıralamasında arzu ettiğimiz bir yerde olmasak da en çok konuşan ülkeler sıralamasında şampiyonluğu kimseye kaptırmıyoruz.
Bilgi birikimimiz ya da o konuda bir görüşümüz olsun olmasın hemen her alanda konuşmaya bayılıyoruz.
Bu yöndeki üstünlüğümüz, sınırsız konuşma olanağı sağlayan mobil telefon paketleriyle daha da perçinleşti. Gerçek yaşamda olduğu gibi dijital dünyanın da en çok konuşan, en çok izleyenleri arasındayız.
Bu bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı?
Olaya nereden baktığınıza göre değişir.
Eğer belli bir amaç çerçevesinde istişareye dayalı konuşmalarsa elbette yararlıdır. Peki bu uzun sohbetlerin ne kadarı bu yönde dolu dolu geçiyor, çevrenize bir göz atmanız yeter de artar.
Örneğin ülkelerin ve kişilerin telefonla görüşme sürelerine göz attığınızda çok çarpıcı bir tablo ile karşılaşmanız mümkün.
Saniyelerce mi, dakikalarca mı yoksa saatlerce mi?..
Çözüm mü rahatlama mı?
Örneğin eğitim sektörünün şu günlerde çok önemli sorunları var.
Özellikle de özel öğretim kurumlarının.
Veliler de perişan, öğretmen ve küçük ve orta ölçekli özel öğretim kurumlarının sahipleri de. Hangisine dokunsanız hemen hepsi dert küpü.
İşte böylesi bir süreçte bir araya geldiklerinde öncelikle neyi konuşmaları gerekir? Varlık nedenlerini, sıkıntılarını, sürdürülebilirliklerini, sektörün akademik ve mali açıdan geleceğini ve en önemlisi de öğrenci ve veli memnuniyeti!
Neden mi?
Mademki “ticaret” yapıyorlar, mademki serbest piyasa koşulları geçerli, o zaman “müşteri memnuniyetini” de dikkate almaları gerekmez mi?
Sorunlarına kendileri sahip çıkmaz, kendileri dillendirmez ve kendileri dert edinmezse bu boşluğu kim dolduracak?
Bir yandan velilerin sırtına yüklenen devasa yük ve öğretmenlerin mağduriyetleri öte yanda şaşalı mekanlarda ve fantezinin ötesine geçmeyen birbirinin tekrarı konuşmalar!..
Atalarımız boşuna “Lafla peynir gemisi yürümez” dememiş.
Umarız yanılan biz oluruz!..
Konuşan mı, okuyan mı, gezen mi?
Birbirinin alternatifi olmayan eylemler vardır.
Konuşmak, gezmek, okumak, çalışmak, dinlenmek, hobiler, gönüllü hizmetler ve daha neler neler.
Birini yapıyor olmak asla diğerine engel olmamalı.
Hatta ne kadar çoğu bir arada olursa yaşam o kadar renkli ve verimli olur. Birine takılıp kalıyor olmak ise en istenmeyeni.
Yoğunlaşıyor olmakla takılıyor olmak arasındaki ince çizgiyi asla aşmamakta yarar var.
Kaç kitap okuduk?
Yarı tatilin yarısı bitti sayılır.
Peki kaç kitap okuduk?
Eskiden tatil demek, okumak, daha çok okumaktı.
Hafta sonu, bayram, yarıyıl ve yaz tatilleri için kitap setleri vardı.
Oku oku bitmezdi.
Peki ya şimdi? Alışkanlıklarımız değişti.
Hem de çok değişti.
İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte evlerimize günlük gazete girmez oldu. Kitap okumak, ansiklopedi karıştırmak, iki satır bir şey yazmak hele ki kütüphaneye gitmek tarih oldu!
140 karakterle yazmak, birkaç yüzü aşmayan kelimeyle konuşmak, kısa videolar izlemek en makbul olanı.
Keşke bir araya geldiğimizde biraz da bu konuları konuşabilsek.
Örneğin “dijital bağımlılıktan nasıl kurtulabiliriz?” sorusunu tüm yönleriyle enine boyuna konuşup, bu yönde alternatifler geliştirebilsek.
Çocuklarımızın sınavlarla körelttiğimiz düşünce ve hayal dünyalarını, 4-5 seçeneğin ötesine nasıl geçirebilirizi tartışabilsek!
Bütün bunlar o kadar zor mu?
Kesinlikle hayır.
Sorun, ağzımız açıldığında “çok önemli” gördüğümüz bu sorunları, hiçbirimizin ama özellikle de bu sancılı süreci en yoğun yaşayanların yeterince ciddiye almamasıdır.
Özetin özeti: Çareyi ve kurtarıcıyı çok uzaklarda arama yerine keşke biraz da kendi içimizde arayabilsek…
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024