Bu sezonun Fenerbahçe için “feda” sezonu olduğundan zira Fenerbahçe’nin, Aykut Kocaman’ın faydasız ısrarları nedeniyle, aslında çok daha iyi durumda olabileceği bir sezonu oldukça kötü bir performansla sürdürdüğünden daha önce bahsetmiştim; İnönü’deki son derbi de bu durumu gözler önüne seren bir karşılaşma oldu.
Açıkçası derbide Beşiktaş açısından söylenecek tek şey Fenerbahçe’nin hatalarını iyi değerlendirdikleridir. Zira maçın ilk yarım saatinde bu sezon hiçbir karşılaşmada olmadıkları kadar mahkûm olan, sonraki süre zarfında da oyuna hiçbir zaman hükmedemeyen Beşiktaş’ın derbide iyi oynadığını söylemek çok zor. Buna ek olarak siyah beyazlıların savunmadaki üstesinden gelinemeyen pozisyon hataları ve Fernandes dışında orta sahadaki programsızlık yine dikkatlerden kaçmadı. Dolayısıyla Beşiktaş açısından tablonun iki boyutu var. Birincisi bu olumsuzlukların tarihi derbi galibiyetine asla gölge düşürmediği ve Beşiktaş’ın İnönü Stadı’ndaki derbilere son derece mutlu bir şekilde veda ettiği; ikincisi de gösterilen performansın değil şu an konuşulan şampiyonluk hedefi, sahip olunan ikincilik için dahi asla yeterli olmadığı.
Derbide sonucun belirleyicisi Fenerbahçe,
Türk insanı olarak en önemli özelliklerimizden biridir duygusallığımız. Duygu gözlüklerimiz çoğu zaman gözümüzdedir. Pire için yorgan yakmaktan, en zorlu koşullarda kahramanlık yapmaktan hiç geri durmayız. Duygusallığımızın bir getirisi olarak güçlü ve ihtişamlı olandansa ezilen, zor durumda olan taraflar bizim için her zaman daha çekici olur.
Hatta bu son duygunun, millet olarak bugünkü varlığımızın asıl nedeni olduğu dahi iddia edilebilir. Nitekim Ertuğrul Gazi, beraberindekiler ile birlikte Sivas yakınlarına geldiğinde burada iki ordunun savaştığını görür. Bu ordulardan biri Selçuklu diğeri de Moğol ordusudur ve Selçuklular bozguna uğramak üzeredir. Ertuğrul Gazi bu savaşa girmek ister ve tercihini kazanacak olan Moğollardan değil, zor durumda olan Selçuklulardan yana kullanır. Bu destekle savaşın seyri değişir, Selçuklular kazanır. Onların yanında savaştıkları için Selçuklu şahı Alaaddin Keykubat, Ertuğrul Gazi’ye Ankara yakınlarında bir yer verir ardından Söğüt’e yerleşilir ve sonrası malum.
Muhtemelen Ertuğrul Gazi’yi Moğollar değil de Selçuklular tarafında savaşa sokan duygu ile bize bugün televizyonlardaki yarışmalarda daha başarılı olandan ziyade daha zor
Fenerbahçe'nin bu sene genel anlamda iyi bir görüntüye sahip olmamasının nedeni sarı lacivertlilerin geride kalan maçların sadece birkaçında iyi performans gösterebilmiş olmalarıydı; Kasımpaşaspor maçı bu iyi futbol oynanan ender doksan dakikalardan biri oldu.
Kasımpaşaspor karşısında Fenerbahçe'nin diğer maçlardan farklı olarak yaptığı işler çabuk oynamak, iştahlı olmak ve bunların bir sonucu olarak rakibi yarı sahanın yarısına hapsetmek oldu. Bu tabloda yine bilinçli atak ve gol pozisyonu sayısı fazla değildi ancak bu durum performans yetersizliğinden ziyade takımdaki yaratıcı oyuncu eksikliğinden kaynaklanıyor ve mevcut kadronun eskiden olduğu gibi milimetrik ara pasları veya seri çalımlarla gol pozisyonu bulma şansı zaten fazla değil. Dolayısıyla sarı lacivertliler için özellikle maçın ikinci yarısındaki görüntü gelinebilecek en iyi seviyelerden biriydi.
Kasımpaşaspor ligin güçlü ekiplerinden biri. Aslına bakılırsa mavi beyazlılar Fenerbahçe karşısında çok daha etkili olabilirlerdi şayet golü o kadar erken bulmasalardı. Zira öne geçtikten sonra Şota'nın oyunu kendi yarı sahasında kabullenmesi ve elinde iyi kontraatak oyuncuları olmamasına karşın ikinci gol şansını genel anlamda
Eğer doğru bir futbol iklimimiz olsaydı dün yazılı ve görsel medyada ve dahi taraftarların zihninde Galatasaray'ın Schalke 04'ü ezip geçeceği değil, temsilcimizin sadece favori olduğu yazılır, çizilir, konuşulurdu.
Bu yanlış yaklaşımın bir sonucu olarak muhtemelen bugün de aynı medya ve zihinler sarı kırmızılıları kötüleyen, sahanın zemininden Drogba'nın etksizliğine kadar tüm olumsuzlukları hararetle ön plana çıkaran bir anlayışa sahip olmuştur.
Sanırım bu ülkede futbola bakışın kuralı bu: ya göklerdesiniz ya da yerin yedi kat altında. Her seferinde bu algıların yanlış olduğunu görmemize rağmen yine her seferinde onların büyülü ağlarına karşı koyamamamız ne büyük talihsizlik ve futboldan zevk almamızı engelleyen ne büyük bir yanlış.
Dün Galatasaray maçın favorisiydi, maça da favori gibi başladı ve favori gibi öne geçti. Fakat hem dakikası hem de şekli itibariyle öyle talihsiz bir gol yedi ki bu golden sonra berabere başlayan ikinci yarı, aynı şekilde başlayan ilk yarıdan çok daha zor bir hale büründü.
Maçın ikinci yarısında Galatasaray'ın rakibine üstünlük kuramamasının, hatta Alman ekibinin daha ciddi tehlikeler yaratmasının en büyük nedeni temsilcimizin rakibinden toplamda 26 yaş
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki bir Türk takımının bir Şampiyonlar Ligi ikinci tur maçına favori olarak çıkması başlı başına önemli bir gurur kaynağı. Fakat bu gururun mutluluğa dönüşerek devam etmesi için beklentinin karşılanması şart; umarım olur.
Galatasaray’ın
MusleraEboue, Dany, Semih, RieraHamit, Melo, SelçukSneijderDrogba, Burak
şeklindeki olası kadrosu Schalke 04’ün
UnnerstallHoger, Höwedes, Matip, FuchsJones, NeustadterFarfan, Draxler, BastosHuntelaar
şeklindeki olası kadrosundan hem bireysel hem de toplu anlamında daha iyi. Bu da ekibimizi Alman temsilcisi karşısında favori hale getiriyor. Ancak sarı kırmızılılar bu eşleşmede çok daha güçlü favori olabilirdi şayet Galatasaray bugüne kadar beklendiği ölçüde organize bir görüntü sergileyebilseydi. Demem o ki Fatih Terim’in öğrencileri için bugünkü karşılaşmadaki en büyük olumsuzluk Galatasaray’ın sahip olduğu potansiyeli sezon başından beri sahaya yansıtamamış olması.
Karşılaşma için iki takımın kilit oyuncularını tespit etmek gerekirse bunun için en güçlü adaylar temsilcimiz adına Melo, konuk takım içinse Höwedes.
Melo’nun, özellikle Sneijderli kadroda, öncelikle savunm
İncelenecek ilk dönemin bu sezon olması nedeniyle bu sıralar yine gündeme gelen finansal fair play kuralları ile ilgili 2 Mart 2012'de hazırladığım yazıdır.
Futbol, bacasız endüstri olarak adlandırıldığından beri, spor kulüpleri de ister istemez birer şirket halini aldı. Fakat fabrikası stadı, müşterisi kendi taraftarları ve piyasası mücadele ettiği lig veya şampiyonalar olan bu şirketler, her nedense finansal açıdan genellikle zarar ediyor.
2009-2010 sezonu sonunda UEFA’nın 53 Avrupa ülkesinin birinci ligindeki 665 kulüp bazında yaptığı yıllık finansal incleme sonucunda, ortaya toplamda 1.6 milyon avro net zarar ve 8.4 milyon avro borç çıkması, Platini ve arkadaşlarını bu kötü gidişatın önüne geçmek için birtakım düzenlemeler yapmaya teşvik etti. Yapılan çalışmalar sonucunda ortaya yeni ancak yakın gelecekte adını çok daha sık duyacağımız bir kavram çıktı: Finansal Fair Play (FFP).
Özü itibariyle aslında oldukça teknik bir konu olan FFP'nin önemli noktalarını şu şekilde özetlemek mümkün.
Temel Prensip
FFP’nin temel prensibi kulüplerin gelirlerinden daha fazla para harcamamasını sağlamak. Bu hedefin arka planında ise kulüplerin ekonomik ve finansal kapasitelerini
İçinde bulunduğumuz sezonunda Beşiktaş mali olanaksızlıklar nedeniyle "feda" demek durumunda kaldı ancak geçen haftalar gösterdi ki bu yaklaşıma sahip olan sadece siyah beyazlılar değil zira bu sezon Fenerbahçe de feda bayrağını göndere çekmiş durumda.
Geçen sene yaşanan stres yüklü sezonun ardından yoluna Aykut Kocaman ile devam eden sarı lacivertliler bu sene, sezon başı planlamasını yapmakta başarılı olamadı. Hal böyle olunca önemli maliyetlerle takıma dahil edilen futbolcuların takıma katkısı sınırlı oldu. Daha sonra patlak veren Alex sorunu Brezilyalı oyuncunun takımdan gönderilmesi ile "bir şekilde" aşıldı ama bu kararı alırken hem Aykut Kocaman hem de Aziz Yıldırım önemli bir risk aldıklarının farkındaydı.
İnişli çıkışlı geçilen ilk yarının ardından Aykut Kocaman bu yükü daha fazla taşıyamayacağını ifade ederek istifa müessesesine başvurdu ancak hem taraftarların, hem futbolcularının hem de başkanının bu yükü taşımakta ona yardım edeceklerini söylemeleri üzerine görevine geri döndü.
Sezon başında hazırlanamayan sarı lacivertliler neredeyse ara transfer döneminin tamamını bir futbolcuyu tartışarak geçirdi, günün sonunda da Belhanda alınamadı. Fakat daha önce birçok defa şahit
Devre arası transferleri her zaman tartışma konusu olmuştur. Kimileri bu dönemi takımlar için bir fırsat olarak görürken kimilerine göre bu dönemde yapılan transferler gereksiz hatta zararlıdır.
Aslında bu tip genellemeler yapmak yerine bu transferlerin faydalı mı yoksa zararlı mı olduğu konusunda verilecek kararın öncelikle futbolcunun katıldığı takımın mevcut durumuna sonra da o takıma hangi futbolcunun katıldığına bağlı olarak değiştiğini söylemek gerekir. Zira ortada gerçekten güzel bir pasta var ve bu dönemde kadroya doğru isimler eklendiyse bu transferler çilek olabileceği gibi, hâlihazırda işleyen bir sistem var ve yanlış isimler üzerinde durulmuşsa bu dönemde yapılan transferler dönen tekerleğe sokulan bir çomak da olabilir.
Benim kanaatim ara transfer döneminin, yapılanmasını sene başında tamamlamış, sezonun ilk yarısında da eksikliklerini tespit etmiş takımlar için bir fırsat olduğu şeklinde. Fakat yapılanma tamamlanamamış veya takımda bir iki futbolcu takviyesinden daha büyük eksiklikler varsa bu dönemde yapılacak en iyi şey hareketsiz kalmak da olabilir.
STSL’de her zaman olduğu gibi bu ara transfer döneminin de başı sessiz sonu ise oldukça hareketli geçti.