Şenol Güneş neden istifa etti sorusunun birçok olası yanıtı var. Onun futboldaki bu kötü ortamda daha fazla bulunmak istememesini, Sadri Şener ve yönetimi ile anlaşamamasını veya sadece kötü saha içi sonuçlarını bu istifanın nedeni olarak görmek mümkün.
Fakat sanırım doğru cevap; D)hepsi. Zira geçen senelerde birkaç defa daha istifaya yeltenen ancak bu kararından vazgeçirilen, Sadri Şener ile önemli görüş ayrılıklarına düşen ve özellikle bu sezon takımıyla kötü bir grafik çizen Güneş için bu unsurların tümünü istifa nedeni olarak değerlendirmek mümkün.
Şenol Güneş’in sadece Trabzonspor’un değil Türk Futbolu’nun en önemli teknik adamlarından biri olduğunu ve onun Trabzonspor için kelimenin tam anlamıyla “ideal” olduğunu düşününce bu istifayı alelade bir “kan değişikliği” olarak görmek mümkün değil.
Topumda Şenol Güneş’in en önemli özelliği onun son derece dürüst ve kişilikli bir futbol adamı olması olarak görülüyor. Ben buna katılmıyorum. Ancak katılmadığım nokta Güneş’in üstün karakter özellikleri değil onun en önemli özelliğinin bu olması. Zira Güneş her şeyden önce çok iyi bir teknik direktör!
Şenol Güneş’le Milli Takım’ın Dünya üçüncülüğü sadece kadronun iyi olmasına
Bizim lige her sene bir dolu yabancı futbolcu gelir.
Büyüğü de getirir onları, küçüğü de.
Varlıklısı har vurup harman savurur, olanakları kıt olan da ayağını yorganına göre uzatır; ama hiçbiri geri kalmaz, hepsi doldurur kotasını. Hatta kotalar aşılır, yabancı enflasyonu olur. Sonra bir bakmışız takımlarda yetmiş iki milletten, atsan atılmaz satsan satılmaz bir sürü yabancı futbolcu.
Binlercesi geldi bugüne kadar bu oyuncuların ve bundan sonra da gelecek. Fakat aralarında öyleleri var ki sadece dedikoduları bile büyük olay olurken geldiklerinde adeta yer yerinden oynar. Buna son örnek Wesley Sneijder.
Sneijder, kariyeri itibariyle Türkiye’ye gelmiş en büyük beş oyuncudan biri; hatta kimilerine göre üç. Ajax’ta parlayan kariyerini yüksek bonservis bedelleriyle Real Madrid ve Inter tecrübeleriyle süsleyen, bunun yanı sıra dünya futbolunun en önde gelen ülkelerinden birinin milli takımının kaptanlığını yapan bir futbolcu, bizim gibi futbolla yatıp futbolla kalkan ama enerjisini doğru kullanamadığı için istediği başarıları bir türlü yakalayamayan bir ülkede adeta bir mücevher, onu Türkiye’ye getirmek de başlı başına bir başarı.
Her transferin olduğu gibi Sneijder
Hani bazen duşa girersiniz ama suyun sıcaklığını bir türlü ayarlayamazsınız. Suyu biraz ısıtmak istediğinizde haşlanır, biraz soğutayım derseniz donarsınız. Sonuçta duşunuzu çok sıcak ve çok soğuk suların altında, bin bir zorlukla yaparsınız.
İşte bu seneki Beşiktaş biraz öyle. Sezonun ilk yarısı sonunda siyah beyazlıların en büyük eksiği dengesizlikti fakat görünen o ki devre arası kampında da bu eksikliğin üstesinden gelinememiş.
Bu sene Beşiktaş maçlarının izlenmesi gereken maçlar listesinde hep en üst seviyelerde olduğu malum. Bunun nedenleri bu karşılaşmalarda ortasahaların genelde iptal olması, herhangi bir taraf iki farklı dahi öne geçse maçın her türlü sonuca açık olması ve kadroda sayıca fazla genç futbolcuların bulunması.
Aslına bakıldığında bu özellikler her ne kadar göze hoş gelen karşılaşmalara çanak tutsa da bunlar şampiyon olacak takımın sahip olduğu özellikler değil.
Özet olarak Beşiktaş, çok fazla adamla, çok etkili hücum ediyor fakat kalesinde de haddinden fazla gol şansı veriyor.
Maçtan sonra Veli yaptığı açıklamada şanssız iki gol yediklerini söylüyor.
Peki Veli, ya diğer yirmi beş gol?
Beşiktaş’ın kırılgan yapısının büyük ölçüde eldeki kadro
Antalyaspor için “ilk yarının flaş takımı” tabirini sanıyorum herkes birkaç defa cümle içinde kullandı. Bu klişe cümle ile söylenmek istenen aslında şu: bu takım ilk yarıda öyle iyi bir performans gösterdi ki herkes şaştı kaldı.
Antalyaspor için söze, geçenlerde Fuat Çapa’nın yaptığı bir açıklamadan başlamak gerek. Çapa, röportajında şöyle demişti: “Türkiye’de teknik direktörlerin takımı olamaz. Bunun olabilmesi için teknik direktöre bir bütçe ve kadroyu oluşturma yetkisi verilmesi gerekir. Ne zaman ki bu şartlar altında teknik direktör takıma alınacak veya takımdan gönderilecek futbolcuların kararını kendisi verebilir işte o zaman o takım teknik direktör takımı olur. Bu durum sadece İngiltere’de var; bir de Antalyaspor’da!”
Antalyaspor Başkanı Akıncıoğlu, bu demeci şu cümlelerle hem doğruluyor hem de açıklıyor: “Biz, teknik direktör-genel menajer sistemini uyguluyoruz. Teknik direktörümüz Özdilek aynı zamanda takımın genel menajeri gibi. Profesyonel takıma futbolcu transferi, gönderilecek futbolcular ve bunlarla ilgili görüşmeler teknik direktörümüz tarafından yapılıyor. Özdilek, bir anlamda yönetim kurulu üyesi gibi ve kulübün mali disiplininin içinde kalarak bu
Ligin ilk yarısı sonunda Beşiktaş’ı puan cetvelindeki yeri itibariyle başarılı, kazandığı maç sayısı puan kaybettiklerinden daha az olduğu için de başarısız olarak değerlendirmek mümkün. Fakat benim kanaatim bu sene siyah beyazlıların herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmadan, sadece izlenmesi gerektiği yönünde.
Şurası kesin ki Beşiktaş, ilk yarıda ligin en sempatik takımıydı.
Gollü maçlar, ders niteliğindeki çok adamlı ataklar, savunmadaki bariz hatalar, genel anlamda sergilenen pozitif anlayış ve tüm bunların sonunda ortaya çıkan heyecanlı karşılaşmalar sayesinde Beşiktaş’ı izlemek sadece Beşiktaşlılar değil tüm futbolseverler için bir zevk halini aldı.
Siyah beyazlıların çok ciddi mali sıkıntılarla girdikleri ve rahmetli Şeref Bey’in sözlerinden esinlenerek adını “feda” koydukları bu istisnai sezonlarındaki olumlu görüntülerinin arkasında, yönetim, teknik heyet ve futbolcuların yakaladığı uyumun önemi oldukça fazla. Nitekim Fikret Orman ve Samet Aybaba gerek olaylara yaklaşımları gerekse düşünce tarzları itibariyle birbirlerine o denli yakın görünüyorlar ki bu ikiliden herhangi biri açıklama yaptığında diğerinin konuştuğunu düşünmek mümkün. Takımdaki idarecilerin
Galatasaray’ın ilk yarısı mercek altına alınıp, hem gösterilen performanslar hem de rakamlar incelendiğinde ortaya çıkan sonuç şu: daha iyisi olabilir.
Son şampiyonun bu sene eksiklerini kapatarak, geçtiğimiz sezona oranla daha iyi bir performans göstermesi, kısaca “üzerine koyması” bekleniyordu ancak Galatasaray’ın mevcut görüntüsü beklentileri karşılamaktan uzak kaldı; sezonun ilk yarısı lider tamamlansa dahi.
Galatasaray için genel anlamda başarısız demek zor fakat sarı kırmızılıların geçen senenin aynı dönemine göre dört puan daha az topladığını ve sergilenen futbol açısından bu farkın olumsuz anlamda biraz daha fazla olduğunu göz ardı etmemek gerek. Hatta tüm bunların sezon başında yapılan Hamit, Amrabat, Burak, Umut ve Dany gibi önemli ve maliyetli takviyelere karşın olması Fatih Terim ve öğrencileri adına işlerin sezonun ilk yarısında çok iyi gitmediğini gösteriyor.
Yaşanan bu olumsuzlukların en büyük nedeni bireysel performans düşüklükleri oldu. Zira Selçuk, Melo, Eboue, Hamit, Amrabat, Engin, Emre ve Hakan Balta gibi isimlerin önceki dönemlere kıyasla beklenen performansı gösterememeleri Galatasaray’ın sezonun ilk yarısındaki inişli çıkışlı grafiğinin ana
…….. Bey,
Öncelikle mesajınız için teşekkürler.
Göndergiğiniz e-postada Fenerbahçe düşmanlığımın nereden geldiğini sormuşsunuz; açıklayayım.
Çocukluğu Ankara’da geçmiş biri olarak hatırladığım ilk maç 12 Haziran 1985’teki Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşmasıydı. Siz bir Fenerbahçe dostu olarak mutlaka biliyorsunuz ama hatırlatmak gerekirse Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynanan bu Cumhurbaşkanlığı Kupası karşılaşmasının doksan dakikası ve uzatmaları 1-1 sonuçlanmış, penaltı atışları sonunda kupaya Fenerbahçe uzanmıştı.
Daha sonraları babamın bana anlattığına göre saat 17.00’deki maça sabah altıda gitmiş ve neredeyse günün tamamını bilet kuyruğunda ve statta geçirmişiz. Aslında bu maçtan herhangi bir kare hatırlamıyorum ama hayal meyal hatırladığım görüntülerde babam maçtan sonra beni tellerin üzerinden İlyas Tüfekçi’ye uzatıyor ve İlyas ile Pesic beni kucaklayıp, havaya kaldırıp babama geri veriyor. Sanırım Fenerbahçe düşmanlığım o gün başladı.
O yaşlarda daha çok iyi konuşamazken, başkanlığı bırakmış olsa da adı hâlâ taraftarın dilinde olan Ali Şen için bestelenmiş “Ali Baba’nın bir çiftliği var” tezahüratını “r” harfleri yerine “l” diyerek her söylediğimde bakkal Ali amca
Aykut Kocaman “Bizim gibiler için zirve burasıdır” dedi ama bu doğru cümlede bir eksik var. Çünkü Fenerbahçe taraftarı için de zirve Aykut Kocaman!
Bir futbolcu için nasıl ki yıllarca formasını terlettiği, üzüntüsü ve sevinçleriyle hayatının en önemli parçası haline getirdiği, adeta onunla var olduğu takımının teknik patronu olmak gerçeğe dönüştürülmüş bir rüyaysa, o futbolcunun attığı gollerle coşan, onu on yıllardır tanıyan, adeta kendisi gibi hisseden taraftarlar için de bu durum aynı oranda mutluluk vesilesidir.
Ancak ne yazık ki bu “rüya” birlikteliklerin çok azı mutlu sonla bitiyor.
Aykut Kocaman, sonradan vazgeçtiği açıklanan istifa kararını Karabükspor maçının sonunda almadı. Onun bu kararı, basın mensuplarının önüne geçmeden önce soyunma odasında geçirdiği bir buçuk saatte verilmiş bir karar da değildi. Kocaman’ın istifasının nedeni 2011 yazında yaşananlardan sonra zihnine yerleşen, geçtiğimiz sezon içinde etkisini kaybeden fakat başta Alex olayı olmak üzere bu sezon alınan her kötü sonuç sonrasında biraz daha filizlenerek artık tedaviyi imkânsız hale getiren bir düşünce tohumuydu.
Kocaman’ın istifasının kilit cümlesi şu: “Gücüm kalmadı.” Bu cümle öylesine