Galatasaray’ın bu sezonu ile ilgili söylenecek ilk söz şu ana kadar potansiyelin kullanılamamış olması. Zira sarı kırmızılılar Fenerbahçe ile birlikte ligin en güçlü kadrosu. Fakat önce teknik direktör değişikliği, sonra da futbolcu formsuzluğu, taktiksel arayışlar nedeniyle kadronun bu gücü puan cetveline gerektiği gibi yansıyamadı.
Galatasaray’ın bu büyük potansiyeli Bursaspor’dan önce en son TT Arena’daki Kopenhag maçında bu denli belirgin olmuştu bu hafta da adeta dosta güven düşmana korku verdi.
Sneijder’e geleceğim ama bu iki üst düzey performansın ortak paydaları Melo ve Eboue. Nitekim Bursaposr karşısındaki Melo ki kendisi Selçuk ile birlikte, takımının son iki şampiyonluğunun en kilit oyuncularından biriydi, günümüz futbolunda her teknik direktörün rüyalarını süsleyen bir ortasaha oyuncusu formundaydı.
Aynı şekilde Eboue de, Wenger’in emeklerini boşa çıkarmayan, muhtemelen bunları adada yapabilse Arsenal’den ayrılmayacak bir görüntü içerisindeydi.
Bu iki oyuncunun müthiş performansındaki eleştri noktası ise onların bu performası veya en azından benzerlerini neden her maç sahaya yansıt(a)madıkları. Zira bu, sarı kırmızılıların hem ligde hem de Avrupa’daki kaderi
Gaziantepspor Galatasaray’dan Dany ve Bruma’yı kiraladı.
Gaziantepspor yöneticisi Levent Kızıl, Dany’de herhangi bir opsiyon maddesi bulunmazken Bruma’nın “satın alma opsiyonlu” olarak kiralandığını ifade etti. Aynı Kızıl, açıklamalarını “bu şekilde Galatasaray’a yardımcı olduk, her takımın böyle davranması gerekir.” diyerek bitirdi.
Hatırlamak gerekirse Galatasaray Dany’i 2 sene önce Gaziantepspor’dan 3.3 milyon bonservis bedeli ödeyerek transfer ederken, Bruma için Sporting Lizbon’a tam 12 milyon avro ödedi.
Dany zaman içinde kötü performansı nedeniyle gözden düştü, “sezon sonu alım opsiyonlu” olarak kiraya verilen Bruma ise Tokatspor maçında aldığı darbe ile sezonu kapattı.
İlk yarı performansı beklentinin altında kalan Galatasaray devre arasında Hajrovic ve Alex Telles’i kadrosuna dâhil etti fakat yabancı sınırlaması nedeniyle bu futbolculara lisans çıkartılamadı.
İkinci haftanın ilk maçında da sarı kırmızılılar puan kaybedince gözler biraz daha karartıldı Riera’ya alacaklarına istinaden bir para ödenerek, Amrabat da Malaga’ya kiralanmak suretiyle yabancılar için iki kontenjan açılmış oldu.
Bunun ardından Gaziantepspor’un Galatasaray’dan iki oyuncu kiralaması
Bağımsız bir denetim firması olan Delotte, her sene en zengin yirmi kulübü Futbol Para Ligi adlı bir raporla sıralıyor.
Bu sene on yedincisi yayınlanan ve 2012/2013 sezonunu kapsayan bu raporun bizim için özel bir önemi var çünkü Galatasaray on altıncı Fenerbahçe ise on sekizinci sıradan devler arasına girmeyi başardı.
Bu rapor kulüplerin sadece gelirlerini temel aldığından, sıralanan yirmi kulübün, ekonomik durumu en iyi olan kulüpler olarak değerlendirilmemesi gerekir. Zira gelirleri ne kadar yüksek olsa da bu kulüplerin çoğunun gelirlerinden daha yüksek harcamaları var.
Sıralamadan önce bir hatırlatma daha: hesaplama yapılırken 1 avro = 2.508 lira alınmış. Bugün itibariyle avronun 3.2 lira seviyesinde olduğu düşünüldüğünde kulüplerimizin önümüzdeki sene bu lisede olmaları son derece zor.
Sıralama şu şekilde:
Sıra
Takım
Keşke hukuka olan inancımızı kaybetmeseydik de bugün olan biteni adam gibi oturup tartışabilseydik.
Son üç yılda o kadar çok ve büyük hukuki gelişme oldu ve bu gelişmelerle hepimizin kafası o kadar çok karıştı ki bırakın neye inanacağımızı, ne düşüneceğimizi dahi bilemez hale geldik.
Şayet davalar hep bir tarafın lehine diğerinin aleyhine olsa, itiraz edene birilerinin “haksızsın” deme şansı olurdu. Fakat davalarda haksızlığa uğradığını iddia edenler sürekli yer değiştirince ve bunlar çok kısa sürelerde olunca herkes kafasında hukukun yerine yeni bir sistem koyuyor: “işine gelme”
Bugün konudan bağımsız olarak mahkeme kararlarından işimize geleni kabul ediyor, işimize gelmeyeni reddediyoruz; Aziz Yıldırım kararında olduğu gibi.
Muhtemelen Trabzonsporluların tümü, Galatasaraylıların çoğunluğu ve Fenerbahçeliler hariç diğer takım taraftarlarının en az yarısı mahkemenin haklı bir karar verdiğine, Aziz Yıldırım’ın suçlu olduğuna inanıyor; Fenerbahçelilerin çoğu da bunun tersine. Yine muhtemelen Aziz Yıldırım Galatasaray başkanı olsaydı bu denklemde Fenerbahçe ve Galatasaraylıların yeri değişecekti. Tüm bunlara ilaveten olayda herkes birbirini “kör” olmakla suçluyor.
Keşke hukuka olan inancımızı kaybetmeseydik de bugün olan biteni adam gibi oturup tartışabilseydik.
Son üç yılda o kadar çok ve büyük hukuki gelişme oldu ve bu gelişmelerle hepimizin kafası o kadar çok karıştı ki bırakın neye inanacağımızı, ne düşüneceğimizi dahi bilemez hale geldik.
Şayet davalar hep bir tarafın lehine diğerinin aleyhine olsa, itiraz edene birilerinin “haksızsın” deme şansı olurdu. Fakat davalarda haksızlığa uğradığını iddia edenler sürekli yer değiştirince ve bunlar çok kısa sürelerde olunca herkes kafasında hukukun yerine yeni bir sistem koyuyor: “işine gelme”
Bugün konudan bağımsız olarak mahkeme kararlarından işimize geleni kabul ediyor, işimize gelmeyeni reddediyoruz; Aziz Yıldırım kararında olduğu gibi.
Muhtemelen Trabzonsporluların tümü, Galatasaraylıların çoğunluğu ve Fenerbahçeliler hariç diğer takım taraftarlarının en az yarısı mahkemenin haklı bir karar verdiğine, Aziz Yıldırım'ın suçlu olduğuna inanıyor; Fenerbahçelilerin çoğu da bunun tersine. Yine muhtemelen Aziz Yıldırım Galatasaray başkanı olsaydı bu denklemde Fenerbahçe ve Galatasaraylıların yeri değişecekti. Tüm bunlara ilaveten olayda herkes birbirini “kör” olmakla suçluyor.
Son on üç haftada sadece on yedi puan… Bu, puan cetvelinin orta seviyesindeki takımlarını dahi tatmin etmeyecek bir performans. Bu tablonun bir diğer olumsuz tarafı da şu: gidişat iyi değil!
Beşiktaş’ın son yıllardaki ilk yarı sonu karnesine yakın bir puan toplamıyla devre arasına girmesinin de siyah beyazlıları teselli edecek bir tarafı yok zira son sezonlar da başarılı kapatılamadı.
Beşiktaş denice akla iki senedir öncelikle mali sorunlar geliyor. Fakat bir yandan “feda” deyip diğer taraftan transfer savurganlığına yorulabilecek transferler yapmak, bunların peşinden koşmak veya kulübün gelirlerini artırması beklenen yönetimin hatalı kararlar nedeniyle giderleri çoğaltması söz konusu olunca, ortaya iki şeyin aynı anda istenip sonunda ikisine de ulaşılamaması gibi bir durum çıkıyor. Bize çok da yabancı değil.
Beşiktaş’ın değişik bir şey yapması lazım. Şurası kesin ki siyah beyazlılar ekonomik olarak Fenerbahçe ve Galatasaray ile aşık atacak durumda değil. Bu nedenle Beşiktaş’ın takımdaki eksiklikleri tespit edip oralara milyon dolarlık transferler yapmaktan başka bir yol izlemesi gerek. Bu uğurda hem takımın başındaki Bilic hem Özen hem de bu ikilinin beraber çalışması
Galatasaray için bu sezon oldukça hareketli başladı. Son iki senenin şampiyonu, bugünkü siyasi çekişmeleri andıran bir güç savaşı sonrasında ligin ilk haftalarında yoluna yeni bir teknik direktör ile devam etme kararı alırken eskilerin tabiriyle dere geçerken at değiştirmiş oldu. Bu kararın sezon öncesi veya sonrası verilmesi sarı kırmızılılar için daha hayırlı olacakken yönetimin tüm riskleri alarak gözü kara bir şekilde, Terim’in koltuğuna Mancini’yi oturtması sarı kırmızılıların zaman ve dolayısıyla da puan kaybetmesine neden oldu.
Bugün Galatasaray’ın somut karnesi ile zihinlerde oluşturduğu algı maalesef örtüşmüyor. Zira bir yandan sarı kırmızılılar ligde geçen sezon bugün topladığına eşit puan toplayarak ikinci, Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkmayı başarmış ve Türkiye Kupası’nda da yoluna devam ederken diğer yandan taraftarların düşüncesine emin olamama ve güvensizlik hâkim. Bu durumun en önemli nedeni Galatasaray taraftarının sene başındaki güç savaşından psikolojik olarak önemli bir şekilde etkilenmesi olabilir. Nitekim adeta durduk yere çıkan bir çekişme sonucu takımın en büyük gücü olarak görülen Fatih Terim’in kaybetmiş olması tüm camiayı derinden etkiledi. Bunun
Futbol takımları ne yaparsa yapsın taraftarlarını şaşırtmayı başarıyor. Bu şaşırtma genellikle başarı beklentisine karşılık verememek şeklinde olur ama sezonun ilk yarısı sonunda Fenerbahçe bunu beklenti üstü başarısı ile yaprı. Zira sezon başlarken ortalama bir Fenerbahçe taraftarı takımının sadece birkaç puan farkla da olsa ilk yarıyı lider kazanmasına razı olacakken sarı lacivertliler bu işi, her anlamda en yakın rakibi olan Galatasaray’dan tam sekiz puan önde olarak yerine getirdi.
Sezonun ilk yarısının Fenerbahçe adına özeti “takım oyunu” olabilir. Ancak bu takımı sadece sahadaki 11 veya kadrodaki 18 futbolcu ile sınırlı tutmak doğru olmaz. Teknik ekibinden idarecilerine, büyük küçük demeden her maç tribünleri dolduran taraftarlarından maçlarda en az futbolcular kadar emek harcayan amigolarına kadar geniş bir takımın bu başarıda payı var.
Sarı lacivertlilerin ligin ilk yarısındaki başarısını sadece rakiplerinin çeşitli nedenlerle yaşadıkları puan kayıplarına bağlamamak gerek çünkü Ersun Yanal’ın öğrencileri, rakiplerin kayıplarından bağımsız bir şekilde, kendi işlerini iyi yaparak on yedi hafta sonunda son yılların rekoru sayılabilecek bir puanla devre arasına