Ünal Aysal yönetimi Terim – Mancini değişikliği yaparken şunların farkındaydı veya farkında olması gerekiyordu.
Dolayısıyla bugün gerçekleşen bu üç durumun da sorumlusu Terim veya Mancini değil Galatasaray yönetimidir.
Fenerbahçe yönetimi, Aykut Kocaman’ın talebi ile Alex’i gönderdiğinde bir takım kendi kendine daha fazla zarar veremez demiştim ama Galatasaray, F.Terim ile yollarını ayırarak daha büyük bir zararın mümkün olabileceğini gösterdi.
Terim sayfasını tekrar açmanın kimseye faydası yok fakat o ve Galatasaray son derece ideal bir birliktelikti ve bunu dünyada başarabilen takım sayısı yok denecek kadar az. Nitekim onun tek başına Florya’da sağladığı idarenin hasreti çekiliyor olmalı ki Kayserispor maçı sonrası yapılan acil toplantı sonrası iki yönetici Florya’daki düzenden sorumlu olmakla görevlendirildi.
Mancini cephesinde ise her eleştiri öncelikle biraz düşünme gerektiriyor. Zira İtalyan teknik adamı “heyecansız”, “tepkisiz”, “takıma inanmıyor” gibi sözlerle eleştirmenin bir anlamı yok çünkü bunlar Mancini’nin normal, bilinen ve beklenen halleri. Mancini’yi oyuncu tercihleri için de fazla eleştirmemek gerek çünkü sezon içinde göreve gelen hoca belli ki hâlâ
Trabzonspor’un “kupa” davasını pek tabi anlıyorum. Zira bu olayda Fenerbahçe ve Trabzonspor’un adlarını yer değiştirince olacakları kestirmek hiç de zor değil; kısaca Türkiye’de “deprem” olurdu.
Fakat Trabzonspor bu süreci iyi yönetemedi ve hâlâ da yönetemiyor.
Bu kupa işini kulübün var oluş sebebi haline getirirseniz o iş olmadığında kulüp de var olmaz. Nitekim bugün Trabzonspor’un geldiği nokta bu.
Başkan Hacıosmanoğlu, Fenerbahçe maçındaki olaylardan sonra sağduyu dolu açıklamalar yaptı ama aslında o güne kadar verdiği mesajlar, yaşanan skandalın en büyük nedenlerindendi.
O tartışmaya girmeye niyetim yok da diyelim ki gerçekten 2011 yılı şampiyonluğu Trabzonspor’un hakkıydı fakat verilmedi. Nedir yapılması gereken, palaları bilemek mi?
Söylediğimin çok kolay olmadığının farkındayım ama eğer Trabzonspor başkanından taraftarına kadar, 3 Temmuz’dan sonraki politikasını sadece 2011 değil bundan sonraki tüm kupaları almaya çalışmak olarak belirlese; başka bir deyişle, 2011 kupası için mücadelesine sonuna kadar devam ederken yeni kupaları da hedeften çıkarmasa bugün hem psikolojik hem de sportif açıdan çok daha iyi durumda olurdu. Fakat bu zor yol. Kolayı ise geçmiş
Melo, Beşiktaş maçından sonra o herkesçe bilinen hareketleri yaptı, taraftarından spor yazarına kadar tüm spor kamuoyu ikiye bölündü. Bir grup “yahu arkadaşlar bu adam göz göre göre kameralar önünde çirkin hareketler yapıyor, bize hakaret ediyor” derken diğer grup konuya “amma da geri kafalısınız, adam bildiğin dans ediyor” diye yaklaştı. Hatta Galatasaray yönetimi beklendiği şekilde futbolcusunu sadece savunmak bir yana “bu dansları kabul etmemek bir çeşit ırkçılıktır” diyerek konuya bambaşka bir boyut kazandırdı.
Derbinin ardından görüntüleri izlediğimde benim konuyla ilgili bir fikrim oluşmuştu fakat üşenmeyip bu soruyu Brezilyalı bir arkadaşıma danıştım. Görüntüleri gönderdim, konuyu anlattım ve sordum: bu dans mıdır, yoksa hakaret mi?
Arkadaşım aynen şöyle yanıt verdi: “Bu bir dans, daha doğrusu böyle bir dans var. Fakat burada karşı tarafa hakaret için yapılmış da olabilir.” Önce, sorunun yanıtını arkadaşımdan da net bir şekilde öğrenemediğimi düşündüm ama sonra anladım ki yanıt aslında tam olarak bu.
Şimdi Melo’nun kalbine girip, o hareketi dans etmek amacıyla mı yoksa rakiplerine hakaret etmek için mi yaptığını anlamamız olanaksız olduğuna, konuyu vicdanlara
Derbiyi iki taraf da iyi oynasa muhtemelen Galatasaray, iki taraf da kötü oynasa yine muhtemelen kazanacaktı; ikinci durum gerçekleşti. Beşiktaş’ın iddialı gittiği deplasmandan galip gelebilmesi ise tek şarta bağlıydı “rakibinden daha iyi onamak” fakat yapamadılar.
Baştan belirteyim bu yazı daha çok Beşiktaş içeriyor zira onlar için söyleyeceklerim Galatasaray için olanlardan daha fazla.
Yukarıda bahsettiğim iyi oynamanın en basit haliyle futbolcası rakibe en az sayıda gol şansı vermek ve rakip kalede en çok sayıda gol şansı yakalamak. Beşiktaş bunlardan ilkinde başarılı olsa da ikinci kriteri yerine getiremedi. Zira enerjik orta beşlisi rakibin merkezini durdurdu ancak pozisyon üretmekte yetersiz kaldı. Yakalanan tek net gol pozisyonu da Almeida ve Muslera’nın ayakları arasında eriyince tabiri caizse Kartal kanatlanamadı.
Bir bakış açısından Beşiktaş’ın TT Arena’da rakibini durdurması bir başarı sinyali görülebilir fakat ancak hedef buyduysa. Ancak hedef, şampiyonluk yolunda rakipten en az bir puan almaktıysa, ki bence buydu veya en azından bu olmalıydı, o halde rakibi durdurmak yeterli bir gurur vesilesi değil.
Galatasaray için en kilit oyuncular bu günlerde Selçuk,
Aslına bakılırsa bugün itibariyle, Beşiktaş’a kıyasla daha iyi ve alternatifli bir kadroya sahip olan Galatasaray’ın hafta sonu karşılaşacağı rakibinin gerisinde olması şaşırtıcı. Bu resmi Slaven Bilic’in öğrencilerinin başarısı veya sarı kırmızılıların başarısızlığı olarak okumak mümkün fakat bunun fazla bir önemi olmadığı gibi bu durum hafta sonundaki derbinin kaderini çizecek tek unsur da değil.
Galatasaray’ın Gaziantepspor ve Antalyaspor karşısındaki takım mı yoksa Bursaspor ve Eskişehirspor maçlarındaki takım mı olduğuna sanırım hâlâ net bir yanıt verilemedi fakat benim bu soruya yanıtım “ikisi de”. Bu dört karşılaşma göz önüne alındığında Galatasaray’ı tek sıfatla açıklamak pek mümkün görünmüyor fakat şurası kesin ki Mancini’nin ekibinin potansiyeli yüksek ve maçların kaderi bu potansiyelin sahaya yansıma oranına göre belirleniyor.
Galatasaray’ın kalecisi iyi ve son vuruş başarısı yüksek forvetleri var. Savunma ise transferlere karşın hâlâ istenilen seviyede değil. Hatta Telles’in son maçtaki performansı akıllara “e Riera da bu kadar oynuyordu” sorusu getirecek seviyedeydi. Fakat sarı kırmızılıların en önemli mevkisi orta sahadaki SMS (Selçuk, Melo, Sneijder) üçlüsü
Ligin her sene farklı bir heyecanı oluyor, bu seneninki de başka.
Grafikte görüldüğü gibi Beşiktaş kayıpsız geçirdiği ilk ayın ardından adeta kayıplara karışıp son dönemde tekrar varlığını hissettirirken Galatasaray inişli çıkışlı grafiğini öyle bir yükseltti ki adeta tüm kayıplarını unutturdu.
Fenerbahçe ise hiç alışık olmadığımız bir şekilde büyük bir puan farkını yakalayıp, benzeri nadir görünen bir şekilde bu farkın erimesine engel olamadı.
Bugün gelinen noktada, her ne kadar Fenerbahçe rakiplerinden, hatırı sayılır bir puan farkıyla önde olsa da iyi bir hava yakalayan Galatasaray ve Beşiktaş’ın yüzü daha fazla gülüyor.
Başka bir ifadeyle, puan olarak Fenerbahçe, moral olarak ise Beşiktaş ve Galatasaray önde.
Futbolun en önemli kriteri olan “oyun” açısından ise durum şu: devre arasında transfer yapmayan Fenerbahçe sakat ve hatta cezalı oyuncuları nedeniyle adeta kadro kurmakta zorlanma noktasında ve son haftalardaki görüntüsü hiç de umut vaat edici cinsten değil.
Daha iki hafta önce "bu sene ikincilik çok önemli çünkü Fenerbahçe'nin Avrupa’da cezalı" düşüncesindeyken bugün neredeyse Galatasaray'ı şampiyonluk yarışında daha avantajlı görme noktasına geldik.Hem puan cetvelindeki hem de zihinlerdeki bu radikal değişim bugün iki şekilde açıklanıyor: bir futbol, iki komplo.Doğru olandan başlamak gerekirse sarı lacivertlileri sakatlıklar çok olumsuz etkiledi. Önce Alper, ardından da Emenike ve Webo'nun formalarından uzak kalmaları Ersun Yanal'ın sürekli atağa dayalı sistemini çok zayıflattı. Buna orta sahadaki yaratıcı bir futbolcu eksikliği ve savunma hataları da eklenince ortaya son üç deplasmanda dokuz puan kaybeden bir takım çıktı.Sivasspor maçı özelinde hakemden bahsetmek mümkün zira bu denli net bir penaltının atlatması ve görece kolay gösterilen kırmızı kart, bir hakem bir maçı daha fazla nasıl etkiler, dedirtecek kadar airz hatalar. Fakat Fenerbahçe'nin, hele ki Beşiktaş'a karşı, iyi bir on kişi performansı olduğu düşünüldüğünde yenilgiyi sadece Egemen'in hakem tarafından soyunma odasına gönderilmesine bağlamak doğru değil.Neticede bugün Fenerbahçe 3-0 önde olduğu maçta skorun 3-2 olmasına izin verdi. Her ne
Brian Laudrup da yıldız bir futbolcu olup teknik direktörlk kariyerinde başarılı olmayanlar kervanına katıldı.
İyi futbolcu iyi teknik direktör olur diye bir şey yok fakat ben bir adım daha ileri gidebilirim, iyi futbolcu olmak iyi teknik direktör olmak için bir dezavantaj! Bunun nedeni ise çok basit; bakış açıları.
İyi bir futbolcu mutlaka yeteneklidir. Onun vücudu beyninden gelen komutları rahatça uygulamaya geçirir. O, sahayı içindeki diğer 21 futbolcudan daha farklı görür. Aynı şekilde onun diğer futbolculara, topa ve netice futbola bakışı farklıdır. Olursa iyi olur ama onun iyi bir idareci, yönetici hatta iyi bir insan olması şart değildir.
İyi teknik direktörlüğün olmazsa olmazı ise yönetimdir ki bu “yönetim” içinde koçluk, psikoloji, iletişim, insan ilişkisi, ekonomi, yabancı dil ve teknik bilgi barındırır.
Velhasıl futbolculuk ve teknik direktörlük arasında, sahanın tozunu yutma -ki yutulan tozlar da farklıdır- dışında herhangi bir ortak nokta yoktur.
Peki dezavantaj olma durumu?
Bu dezavantaj yukarıda bahsettiğim iyi futbolcu özelliklerinden kaynaklanıyor. Her insan karşısındakini kendisi gibi bilirmiş yaklaşımına paralel bir şekilde yıldız bir futbolcu