Beşiktaş-Trabzonspor maçından sonra o çok tartışılan fotoğrafı ben olsam yapmazdım ama bu işte abartılacak bir durum da görmedim. Maçı Beşiktaş kazandı, maçtan sonra herkes ilk olarak hakemi konuştu ve olayın faili Kuarezma’dan, Fikret Orman’a kadar herkes hakemin hatalı bir karar verdiği konusunda mutabık kaldı. Tüm bunlar bir araya ancak böyle bir şekilde getirilebilirdi. Benim o “kartal pençeli Mete Kalkavan” fotoğrafında gördüğüm, esprili bir şekilde, hakemin o gün verdiği kararların Beşiktaş’ın kazanmasında etkili olduğunun gösterilmesi, hepsi bu.
Eğer bu fotoğraftan “hakem maçı sattı, daha maça çıkmadan galibi kafasında belirlemişti veya bir adım daha öteye giderek “zaten hakemler bu sene hep Beşiktaş’ı kolluyor” gibi çıkarımlar yapılıyorsa sanırım bu düşünceler o çıkarımları yapan kötü niyetli kişilere ait kalmalı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu düşünceye sahip kişilerin maçları veya ligi takip etmelerine de gerek yok zira bu iş onlara sadece huzursuzluk getirecektir.
Velhasıl, saflığıma verebilirsiniz ama o fotoğrafta ben boykot veya tesislere almama gerektirecek bir aşırılık bulmadım. Aksine kötülüğün büyüğü, bir takım ile özdeşleştirilen hakem Mete Kalkavan’a
Hakem hataları futbolun, en az üzerinde mücadele edilen zemini, oyunu etkileyen hava şartları veya meyvesi olan gol kadar içinde olan bir parçası. Son yıllarda Hollanda’da denenen görüntülü maç yönetme uygulamalarının pek fazla yayılmamasının, bazı futbol otoritelerinin bu işe kesinlikle karşı çıkmalarının nedeni de tam olarak bu “içinde olma” durumu.
Aynı hakem hataları tüm taraftarlara üzerinde konuşacak geniş bir konu, rakipleri eleştirmek veya kendi takımını savunmak için önemli bir fırsat veriyor. Pozisyonun tartışmaya ne kadar açık olduğundan bağımsız bir şekilde, her eleştirinin savunmasını, her tezin de antitezini üretmek mümkün. İşin ilginç tarafı tüm eleştiri ve savunmaların aynı havuzdan çıkıyor hatta aynı pozisyonun bazen tez bazen de antitez olarak kullanılabiliyor olması.
Anlattıklarım çok soyut geldiyse şöyle bir örnek vereyim: bariz bir penaltısı atlanan takımın taraftarı “penaltımız verilmedi, elinizi vicdanınıza koyun, bu hakemler hep rakibi destekliyor” diye veryansın ettiğinde buna yanıt karşı cepheden şöyle geliyor: “e bizimkini de geçen hafta vermemişlerdi veya iki hafta önce bedavadan aldığınıza sayın.” Aslına bakılırsa bu hafta savunmadaki taraf
Dik Advokaat’ın Fenerbahçe’de uzun yıllar geçirmeyeceği malum. Hollandalı teknik adamla hem akşamdan sabaha hem de sadece bir yıllık sözleşme imzalandı. Fakat sahip olduğu iş disipliniyle Advokaat tüm bu olumsuzluklara karşın sarı lacivertlilere elinden geldiğince katkı sağlamaya ve takımının içinde bulunduğu koşullardan en iyi sonucu çıkarmasına yardımcı olmaya çalışıyor; konsantrasyonunu koruyabildiği ölçüde.
Hollandalı teknik adam göreve geldiğinde önce kendisine anlatılanlara göre maç kadrolarını oluşturdu, o sıralar diziliş genellikle 4-3-3’tü. İstenilen sonuçlar alınamayınca Salih, Alper ve Şeşu gibi isimlerin üzeri çizildi, Emenike ve Stoh bekleme odasına alındı. İyi kötü bir on oluşturuldu ve zorunluluklar dışında bu on bir değiştirilmedi. İşler biraz rayına oturmuş gibi görünürken yine kötü sonuçlar gelince Advokaat bu kez kadroya RvP ve dünkü maçtaki Şesu gibi müdahalelerde bulunmaya başladı; yaklaşım “rakibe göre kadro”ya, Ozan'ın sakatlığından sonra diziliş de 4-2-3-1'e döndü.
Aslına bakılırsa bu son yaklaşımın sahaya nasıl yansıdığını Karabükspor maçına bakarak değerlendirmek doğru olmaz zira maçın üçte biri tamamlanmadan rakibin bir kişi eksik kalması konuk
Çalışma hayatına yeni başladığınızda sizden daha kıdemli birine gönderdiğiniz ilk e-postayı veya yazıyı hatırlayın. O mesajı yazarken ne kadar da uğraşmış, göndermeden önce metni kaç kere okumuş ve yine de yazdıklarınızın güzel olup olmadığından emin olamamıştınız değil mi? Bir tahminde daha bulunayım, sizin özene bezene yazarak gönderdiğiniz iletiye yanıt gayet basit, alelacele yazılmış hatta soğuk geldi. Bu durum sizi oldukça üzdü ve o an, bir gün siz de kıdemli bir çalışan olduğunuzda kimseye bu şekilde bir yanıt vermeyeceğinize dair kendinize söz verdiniz.
Yıllar sonra muhtemelen sözünüzü tutamadınız ve astlarınızdan size özene bezene gelen e-postaya, tıpkı eskiden size verildiği gibi alelade bir yanıt verdiniz. Hemen üzülmeyin, bu süreç hemen hemen hepimizin başına geliyor ve uzmanlara göre bu durum “güç zehirlenmesi”.
Robert Sutton (Stanford Üniversitesi’nde organizasyonel davranış profesörü) ünlü kitabı “İyi Patron, Kötü Patron”da, gücü elinde bulunduran veya güç zehirlenmesi yaşayan kişilerin, kişiliklerinden bağımsız olarak, aşağıdaki davranışları sergilediğini söylüyor:
Bu açıdan, içinde bir miktar körlük de barındıran güç zehirlenmesini, bulunulan ortamdan bir
Beşiktaş çok iyi değil. Evet, hücum hattı, orta sahadan gelen destekle iyi iş çıkarıyor ve takım gol bulmakta fazla zorlanmıyor ama genel anlamda rakibe çok pozisyon veriliyor ve takımın topu tutabilme veya gerektiğinde oyunu soğutabilme becerisi düşük. Fakat madalyonun diğer tarafında ligimizde bu açıkları cezalandırabilecek takım sayısı oldukça az; bu az satıdaki takım da bu işi genellikle kendi sahasında yapabiliyor. Bu nedenle Beşiktaş’ın teorik zaaflarının pratiğe, bir başka deyişle puan kaybına dönüşmesi hemen her maç olacak bir durum değil ve siyah beyazlılar ligde yollarına bu şekilde devam edecek gibi.
Beşiktaş’ın rakiplerinin cezalandıramadıkları eksikliklere kadronun hâlâ değişken olması ve savunma haricindeki tüm mevkilerde sürekli farklı isimlerin oynaması da eklenebilir. Elbette bazı takımlarda sistem kusursuz işlediğinde giren veya çıkan oyuncunun kim olduğu çok fazla önem arz etmez ama Beşiktaş’ın kadrosunun büyük ölçüde yeni oyunculardan kurulduğu düşünüldüğünde siyah beyazlıların o noktaya gelmesi için biraz daha zamana ihtiyaçları var.
Antalyaspor aslında ilk yarı itibariyle Beşiktaş’ın zaaflarını kullanmaya çalıştı ve oyunu rakibine teslim etmedi. Ancak
Fenerbahçe’nin sorunu bireysel performans yetersizliği değil, yokluk!
Dört savunma oyuncusunun önünde üç tane 5 numara özellikli oyuncu oynarsa üretemezsiniz. Bu koşullarda forvetiniz RvP değil Suarez dahi olsa yeterince gol atamazsınız.
Mehmet Topal’a kötü futbolcu diyebilir misiniz? De Souza da kötü değil, Ozan da hatta Noyştadler de. Fakat siz Topal’dan oyun kurmasını, DeSouza’dan her maç gol atmasını, Ozan’dan da asist yapmasını beklerseniz, en kısa ifadeyle çok beklersiniz.
Atiba’nın Mehmet Topal’dan, Tolga Ciğerci’nin DeSouza’dan fazlaları yok, onların şansı kendilerinden yapabileceklerinin bekleniyor olması.
Fenerbahçe gibi kısır bir kadronuz varsa tek yapacağınız iş savunma olabilir ama bunu yaparken de ortaya Old Trafford’ta olduğu gibi bireysel hatalar çıkarsa hiçbir şansınız kalmaz, kalmadı da.
Manchester United maçı başladıktan sonra tek dileğim maçın bir an önce bitmesi oldu. Zira Fenerbahçe, ki benim izlediğim en kötü Fenerbahçe’ydi, o kadar çaresizdi ki o gece olabilecek olumsuz olasılıkların haddi hesabı yoktu.
Bir şeyler değişmezse bu had ve hesap bir sonraki Manchester United maçında da olmaz, sonraki lig maçında da, bir ay sonraki Galatasaray
Bazı galibiyetleri fazla incelemeden, sadece onların tadını çıkarmak gerekir; tıpkı Beşiktaş’ın İtalya zaferi gibi.
Maçtan önce herkesin bir puana dünden razı olduğu bir ortam, deplasman, rakip grubun favorisi ve maçta üç kere öne geçiyorsunuz… Bu galibiyetin ne kadar büyük bir başarı olduğu ortada.
Evet, Beşiktaş oyunu rakip yarı sahaya yıkamadı, fazla gol pozisyonu bulamadı, topa fazla sahip olamadı hatta rakibine birçok gol fırsatı verdi fakat oyundan kopmama, mücadele ve takım olma anahtarlarıyla maçı çözdü.
Maçın teknik kısmında en büyük artıyı sahaya doğru bir on birle çıkan Şenol Güneş’e vermek gerek. Eski takımı olmasına karşın İnler yerine Necip’le maça başlaması ve Taliska’yı kulübede tutup daha dengeli olan Tolgay’ı sahaya sürmesi takımın orta saha direncini artıran, saha içi organizasyonu olumlu etkileyen çok yerinde hamlelerdi.
Beşiktaş taraftarını dünkü maçta galibiyet kadar çok sevindiren bir şey daha varsa o da kaleci Fabri’nin performansıdır. Yıldızlarının bir türlü barışmadığı Tolga yerine, sadece birçok önemli kurtarış yapmakla kalmayıp bir de penaltı kurtaran Fabri’yi kalede görmek siyah beyazlılara tabiri caizse “oh be” dedirtiyor. Nitekim
“Finansal fair play” düzenlemeleri ile boğuşan dört büyüklerin üç aylık mali tabloları yayımlandı. Aslına bakılırsa tablodaki rakamlar kendini açıklıyor fakat kulüp bazında değerlendirme yapmak gerekirse durum şu şekilde:
Beşiktaş
Siyah beyazlıların ilk üç aylık mali tablosu gayet iyi geldi. Özellikle geçen yılın aynı dönemi ile kıyaslandığında gelirlerdeki artış ve giderlerdeki azalış kulübün gelir tablosuna yansıyınca ortaya sadece spor kulüpleri değil diğer şirketler için dahi yüksek sayılacak bir kâr çıktı. Gelir artışlarında Şampiyonlar Ligi ve Vodafone Arena’nın, gider azalışında ise yöneticilerin sıkı tutumunun payı büyük. Eğer bu performans devam ettirilebilirse siyah beyazlılar UEFA’nın finansal boyunduruğundan öngörülen sürede kurtulacaktır.
Beşiktaş için düzeltilmesi gereken kalem şirketin borçları. Geçen sene aynı dönemde 842 milyon lira olan toplam borç bu yıl 914 milyon liraya yükselmiş durumda. Siyah beyazlıların mevcut kaynakları ile bu borcu ödemesi mümkün değil ve bu durum aslında normal bir şirketin sonudur fakat söz konusu spor kulüpleri olunca bu kural çalışmıyor çünkü kulüplerin adına “taraftar” denilen çok özel ve finansal durumdan bağımsız bir