İkinci torbadan girdidiği Avrupa Ligi macerasında Manchester United’ı geride bırakan Fenerbahçe grup maçalarını lider olarak tamamlayıp bir üst tura çıktı.
Kuralar öncesinde Advocaat henüz takımın başına geçmiş ve Hollandalı olması, münasebetiyle memletinden bir takım çıkmasının Fenerbahçe’nin lehine olacağını düşünmüş, belirtmiştik. Ancak Feyenoord bu anlamda ihtimaller arasında en güçlüsüydü.
Kuşkusuz A Grubunu Şampiyonlar Ligi’ni aratmayacak seviyede bu kadar da güçlü olmasına Mourinho’nun Manchester United’ının etkisi büyüktü.
İşte Fenerbahçe böyle bir grubu dört galibiyet alarak ve olabilecek en iyi sonuçla tamamladı.
Son maç bir çok senaryoyu da beraberinde getiriyordu. Karşılaşma öncesinde lider olmasına karşın iki farklı bir yenilgi ile maceranın sona erme ihtimali de vardı.
Ancak Fenerbahçe ilk Feyenoord maçında bu takıma karşı net bir üstünlüğü olduğunu ve işi şansa bırakmayacağını da özellikle büyük maçlardaki oynadığı futbolla göstermişti.
Tek bir risk vardı; takımlarımızın Avrupa maçlarında yaşanan hakem skandallarından benzerinin Fenerbahçe’nin başına “tekrar” gelmesi oynamaya çalışacağı futbolunun önüne geçebilirdi. Geçen sezon Braga ve
Kazanmak zorunda olan Fenerbahçe’nin iki puan kaybettiği derbi tarihin sayfalarındaki yerine yazılmış oldu.
Derbi geride kalan haftalarla kıyaslandığında iki takım adına hiç de alışık olmadığımız bir görüntüde oynandı.
Fenerbahçe rakibini orta alanda durdurup, sürekli ileride topla oynarken, Beşiktaş sadece savunma önlemleri almakla yetindi ve Fenerbahçe kalesine tek bir şut bile çekemedi. Volkan Demirel’in yine yere bile yatmadığı, formasının tertemiz kaldığı bir karşılaşma izledik.
Kuşkusuz bu durum her iki takımın da taktiksel oyun kurgusunu etkiledi.
Fenerbahçe sezon başından beri kiminle karşılaşıyor olursa olsun, oyunu kendi yarı alanında rakibin geniş alanlara yayılmasına izin vererek oynuyordu. Böylece kaptığı toplalarla hızlı oyuncularıyla ileri çıkarak gol pozisyonu üretiyor ve ceza sahası içinde bol bol topla buluşarak rakip kaleye şut çekiyordu.
Beşiktaş da oyunu hiçbir zaman kendi alanında kabul etmiyor, savunmasının da güven vermediğini hesap ederek hep ileride oynuyordu.
Atiba’nın maçı neredeyse kendi ceza sahasının hemen önünde oynayarak, Fenerbahçe alanına hiç geçmeden tamamladığını söylersek Beşiktaş’ın görüntüsü hakkında bir fikir vermiş oluruz
Son birkaç sezondur Fenerbahçe’nin ilk golü yediğinde takım halinde reaksiyon gösteremediği birçok karşılaşma izledik. Bu süreçteki inişli çıkışlı oyunu, her maça tam anlamıyla konsantre olamaması gibi etkenler fazlasıyla tanıdık ve kanıksanmıştı.
Ligin ilk üç haftasındaki Fenerbahçe işte bu kısa özetini yazdığımız maçlar ortaya koydu.
Başakşehir ve Bursaspor karşısında geriye düştü ve döndürmedi.
Kayserispor eşleşmesindeyse sürekli rakibini geriden takip etti.
Kolay gol yiyen, daha doğrusu kalesine gelen her şutun gol olduğu seriye Advocaat sağlam savunma kurgusuyla son verdi.
Eğer kaleye gelen top gol oluyorsa o zaman mümkün olduğunca şut çekilmesine izin verilmeyecekti.
Özellikle büyük maç statüsünde değerlendireceğimiz karşılaşmalarda Fenerbahçe bunu başarıyla gerçekleştirdi.
Dünkü Rizespor karşısında kalesine çekilen ilk şutun gol olması bize sezon başlangıcı hatırlattı.
Fenerbahçe her maçın senaryosunu benzer bir kurgu üzerine inşa ediyor. Her seferinde de bambaşka bir öykü yazıyor.
Öncelikle rakip takımı kontrollü bir şekilde “şöyle” bir tartıyor. Hangi oyuncusu etkilidir, nereden nasıl oynar; bakıyor.
Bir süre rakibin topa sahip olmasına, özgüven kazanmasına izin veriyor.
Özellikle orta alanda pas yapmasını sanki özellikle teşvik ediyor.
Bu bölümde rakip cesaretle ileri çıkıyor.
Ne özgüven!
Topa sahip ya pasla da kaleye yaklaşıyor; mutlaka bir boşluk bulup golü de bulacak işte!
Öyle mi?
Fenerbahçe, 1999 yılında Galatasaray’a kaybedince Stadyumunu yıkıp kendisine içinde bir daha yenilgi görmeyeceği yenisini yaptı ve sonra bir daha orada bileği bükülmedi.
Yani Fenerbahçe için Galatasaray derbisi, Kadıköy’de kazanmak o kadar önemlidir ve değerlidir.
Diyor ki; “yenilirsem yıkarım o Stadyumu!”
17 sene boyunca kaybetmiyor olmanın ve bunu 18 yıla taşımanın bir diğer açıklaması da budur.
Taraftarı da bu bilinçle geride kalan haftalarda boş bıraktığı Stadyumu Galatasaray maçı var diye ağzına kadar doldurdu.
Ve o taraftar tribünlerden o kadar uzun süre kalmanın susuzluğuyla kana kana Stadyumu içti, coştu, takımını destekledi ve yine rakibinin üzerine kâbus gibi çöktü, 12. Adam oldu; kuşkusuz kusursuz bir etkiydi bu!
1979 yılının Milliyet Gazetesi’nde bir derbi sonrasında “Fenerbahçe Galatasaray’ı yine yendi” diye bir manşeti vardı. İşte o manşet 1999 yılı sonrasında Kadıköy’de oynanan maçlar için atılmış olmalıdır.
Fenerbahçe derbiye bu gelenek ile hazırlanırken, diğer tarafta Galatasaray’ın kafasında tek bir soru vardı;
Bu ülkenin en heyecan verici futbol gündemi Fenerbahçe-Galatasaray derbisidir. Eskiden çok daha yoğun merak ve tutku içinde beklendiğini biliriz ancak milenyum ile birlikte futbolun da takımlar arasındaki rekabetin de farklı boyutlara gelmesi nedeniyle derbiler nitelik değiştirdi.
Fenerbahçe’nin 1999’dan bu yana 17 yıldır rakibine sahasında yenilmiyor olması son dönemde karşılaşma öncesindeki tartışmaları hep “Galatasaray neden kazanamıyor?” eksenine taşıyor.
Hatta Dursun Özbek’in daha da ileri giderek “bu sefer bir sürpriz yapabiliriz!” şeklindeki yorumu rekabetin Kadıköy ayağının Galatasaray için ne anlama geldiğinin açık ifadesi oluyor.
Aslında gerçek olan şu ki Fenerbahçe geride kalan 17 sene boyunca kötü sonuçlanmış üç sezonu kenara koyarsak, ilginçtir bunların arasında 6-0’ın yaşandığı 2002-2003 da vardır, kadro kalitesi olarak hep iyi ve favoriydi.
Zaten geride kalan sezonlar göz önüne alındığında bu dönemde Fenerbahçe’nin 2001, 2004, 2005, 2007, 2011, 2014 yıllarında ligi 6 defa şampiyon; 2002, 2006, 2008, 2010, 2012, 2013, 2015, 2016 yıllarında 8 defa ligi ikinci sırada tamamlandığını hatırlıyoruz. Bu sürede sadece 2000, 2003 ve 2009 sezonlarında 3 defa Fenerbahçe’nin lig
Advocaat Fenerbahçe’ye yepyeni bir uzmanlık kazandırdı; hızlı hücum ve gol! Bu çok önemlidir çünkü özellikle büyük takımlar öne geçtikten sonra kontrollü oynarken rakip üzerine geldiğinde topu ileriye süratle gönderip farkı arttırırlar.
Fenerbahçe bunu Kasımpaşa’ya karşı gerçekleştirdiğinde maçı rakibin zayıflığı üzerinden yorumlama kolaycılığı seçildi.
Peş peşe gelen sakatlıklar sonrasında bozulan uyum bir süre takımın bocalamasına neden olurken özellikle son iki maçta, Karabükspor ve Manchester United karşısında da Fenerbahçe’nin rakip kaleye hızla gidip gol üretebildiğini izledik.
Emenike, Perşembe gecesi biraz daha dikkatli olabilseydi İngiliz ekibi tarihinin en büyük hezimetlerinden biriyle Kadıköy’de yüzleşecekti.
Ancak aynı Emenike dün ikinci golde sorumluluk aldı ve Aatıf’a verdiği pas ile hem Fenerbahçe’nin maç geriliminin kalkmasını sağladı hem de bu başarılı hızlı hücum organizasyonunun egoizmi ile heba olmasını engelledi.
Emenike sorumluluk alınca futbolun perileri bir kere daha yardımcı olup kaleci Öztürk’ün yaşadığı talihsizlikle üçüncü golü kendisine hediye etti.
Advocaat’ın bir diğer başarısı takımı Avrupa maçlarıyla dönüşümlü doğru rotasyona sokarak korumasıydı.
Birkaç ha
Manchester United’ın kaleye çektiği tek topun gol olması bu sene Fenerbahçe’nin oynadığı futbolun ve yaşadığı sıkıntının özetidir!
Ya 14 gün önce farklı mıydı?
Penaltı pozisyonlarına kadar Manchester United Fenerbahçe kalesine şut çekebilmiş miydi?
Ancak o karşılaşma 4 gollü bir yenilgiyle sonuçlandı, yer yerinden oynadı!
Dün Emenike, Lens’ten aldığı kusursuz gol pasını değerlendirebilmiş olsa belki de Fenerbahçe Karabükspor karşısında aldığı farklı galibiyet gibi görkemli bir skora imza atacaktı!
Peki Karabükspor maçı sonrasında Türkiye’nin genel futbol kamuoyunun sahada olup bitenden uzak bakış açısının yorumu neydi?
“Efendim, oyun 11’e 11 devam etmiş olsa ikinci yarı Karabükspor maçı çevirir”miş!
Nasıl oldu da 2 dakikada fişi çekilen Manchester United o gösterişli kadrosuna, Rooney’e, Zlatan’a rağmen karşılaşmayı döndüremedi?