Fenerbahçe-Başakşehir karşılaşmasının öncesinde ve sonrasındaki en önemli polemik konularından biri Emre Belözoğlu’ydu.
300. maçına çıkan futbolcunun Fenerbahçeli kimliği nedeniyle mücadelesini sahaya nasıl yansıtacağı belki de karşılaşmanın sonucundan çok konuşuldu.
Maç sonunda istatistikleri yayınlandı. Benzer bir istatistik başka oyuncu, teknik adam, takım için sorgulanmış mıdır emin olamıyorum.
Bir takım karanlık zihniyetli kafalar Emre Belözoğlu’nu Fenerbahçe’ye karşı iyi oynamamakla eleştirdi.
Türkiye’de spor böyle bir şey; aslında saha içinde futbolcunun ortaya koyduğu sportif rekabetten, mücadeleden başka şekillerde yaşanıyor.
Pazar günü Sn. İlhan Cavcav’ı kaybettik. Futbolumuzun en önemli aktörlerinden biriydi. 40 yıla yakın Başkanlığı sırasında yaptıklarıyla çok derin izler bırakmıştır. Keşke başka şeyler de gerçekleştirmiş olabilseydi. Bana göre sahip oldukları ile ortaya koydukları arasında dengesizlikler vardır.
Allah rahmet eylesin.
Birkaç sene önce Galatasaray ile oynayacakları ve şampiyonu belirleyecek sezonun en önemli karşılaşması öncesinde oyuncularını maça motive edemediğinden yakınmıştı. O maçta Gençlerbirliği kalecisi Ferhat uzandığı topa el
Lig’in üst sırasında kendisine yer bulmuş takımlardan Kadıköy’e gelenler arsında Başakşehir’in bir seviye daha iyi olduğunu söyleyebiliriz; ancak bunu da çok abartmamak gerekiyor, biraz.
Zaten hepimizin çok yakından bildiği, tanıdığı Uğur Uçar, Yalçın Ayhan, Mehmet Batdal, Mustafa Pektemek gibi oyunculardan yenilgisiz bir lig liderliğini konuşuyor olmak da fazlasıyla abartılıdır.
Şu gerçeğin öncelikle altını çizelim.
Bu sezon ligdeki sıralama hem adil değil hem de takımların performanslarının karşılığını göstermiyor.
Hakemlerin sıralamayı belirledikleri bir sezon yaşıyoruz ve bunu da normalleştiriyoruz.
Ozan, Salih, Alper gibi Başakşehir’de benzerlerinin olmadığı futbolculardan Fenerbahçe tam anlamıyla yararlanamıyor.
Kuşkusuz bunun nedeni Fenerbahçe’nin büyük takım ve büyük beklentilerin olması; aynı zamanda rakip takım ve hakemlerin Fenerbahçe’ye karşı çok daha farklı konsantrasyonla ‘mücadele’ etmelerinden kaynaklanıyor.
İlk yarı az önce ismini saydığımız oyuncuların Fenerbahçe’nin maçı kazanmasına nasıl etki ettiklerini olduğunu gördük. Bu bölümde Şener ve Hasan Ali de çok yüksek mücadele gücü ortaya koydular.
Son zamanlarda sosyal medya üzerinde “Fenerbahçe taraftarının Basketbol takımını izlemeyi tercih ettiği Futbol takımının maçlarına gitmediği” yönünde bir tartışma yaşanıyor.
Bu iddianın ne kadar doğruluk içerdiğini, Türkiye’de spora olan ilginin ne yönde hareket ettiğini, bunun sadece Fenerbahçe’nin sorunu olup olmadığı yönünde daha fazla düşünmek gerekiyor.
Öncelikle tespitlerimizi yapalım; sonra da sonuçları üzerinden daha detaylı yorumlar da yaparız.
Türkiye’nin futboldaki en önemli sorunlarından biri olan Passolig sayılarına ve bu sezona ait taraftar (Transfer Markt) ortalamalarına bakıp, yüzdesel anlamda neye karşılık geldiğini oranlarsak aşağıdaki verilere ulaşıyoruz.
Dört takımı almış olamakla birlikte özellikle Bursaspor ve Konyaspor takımlarına dair de şöyle bilgi verelim;
Konyasporlu taraftarların Passolig sayısı 113.082 ve bu sezon maçları 19.935 (%47,48 doluluk) ortalamayla oynuyor. Konya Büyükşehir Belediye Stadyumu 41.981 kişilik kapasiteye sahip olduğunu da not edelim. Bursaspor’daki sayılar da sırasıyla; 87.877 ve 16.653 (%38,43 doluluk) ve Bursa Büyükşehir Belediye Stadyumu 43.331 koltuk kapasiteli. (*)
Bu veriler bize
Türkiye son birkaç senedir daha önce hiç bilmediği, fark etmediği ya da görünenin tam tersinin doğru olduğu gerçeklerle yüzleşiyor. Özellikle 15 Temmuz Darbesi bu anlamda önemli bir farkındalık gösteriyor.
Yıllarca bu köşelerde bir özdeyişi dile getirmiştim.
“Görünen ile içerik aynı olsa bilim olmazdı.”
Türkiye’nin düzenini, rotasını değiştirmek isteyen unsurlar yıllardır çeşitli kumpas senaryolarıyla önlerine çıkan engelleri aşmaya gayret gösterdiler.
O yıllarda Ergenekon ve Balyoz Kumpaslarında Türkiye’nin karanlık yüzünü aydınlatıyoruz algısı sergilenmeye verilmeye çalışılırken paralel yapılanmayla içten içe nasıl derin devlet ve darbeci bir zihniyetin oluşturulduğunu 15 Temmuz günü gördük.
Şaşırdık mı; hayır! Çünkü biliyorduk.
3 Temmuz’da Fenerbahçe’nin şike yaparak şampiyonluk kazandığına dair büyük bir operasyon düzenlendiğinde de topluma gösterilenle içerik kuşkusuz birbirinden farklıydı.
Fenerbahçe farklı kazansa oynadığı futbolun spor kamuoyu tarafından ölçü alınmayacağı takımlar olan “Alanyaspor, Kayserispor ve Adanaspor’a” ikişer puan verip toplamda 6 puan kaybetti. Liderle arasındaki 7 puan hesaba katılırsa Fenerbahçe’nin sezon içinde nerelere takıldığı ve geçemediği daha iyi anlaşılıyor.
Dün Adanaspor önünde kazanacak futbolu ortaya koydu; özellikle ikinci yarı rakip kaleye sayısız şut çekti, pozisyon yakaladı ancak rakibinin kalesinde devleşen kalecisi Itandje’ı aşamadı.
İlkinde orta alanda Aatıf’a yapılan net faul sonrasında savunmanın eksik yakalanması, ikincisinde de peş peşe önce Hasan Ali, sonra da Skrtel’in rakiplerini kaçırması nedeniyle yenen iki gol sezonun başındaki Başakşehir, Kayserispor ve Bursaspor serilerini hatırlatan türden karşılaşmayı kabusa çevirdi ve Fenerbahçe maçı ne yaparsa yapsın çeviremedi.
Magaye’nin 23. Dakikada attığı gole kadar Fenerbahçe kalesinde yine basit hata nedeniyle bir pozisyon verdi ve bunun gol olmaması bu maç özelinde söylemek gerekirse Volkan Demirel’in belki de olumlu tek kurtarışıydı.
Futbol on bir kişiyle oynanan bir oyun ve kalecinin ne kadar önemli olduğunu anlatan bir karşılaşma izledik. Itandje’ın
6. dakika Trabzonspor adına karşılaşmanın kader anıydı. Sol kanattan kullanılan korner atışında Mustafa Akbaş topu içeri göndermek yerine kale direğinin üstüne nişanlayınca maçın en önemli ve belki de gole dönük tek atağını kullanmış oluyordu.
Fenerbahçe geçen hafta Gençlerbirliği karşılaşmasında kalesinde verdiği sayısız gol pozisyonunu kalecisi Volkan Demirel’in ön plana çıkmasıyla dengelemiş, sezon adına da savunmadaki en kötü performansı göstermişti. Bu kadar dağınık ve açık futbol karşısında Trabzonspor’un nasıl tepki göstereceği, futbolun perilerinin kime ne kadar yardım edeceğini bilmek mümkün değildi kuşkusuz.
İşini şansa bırakmak yerine Fenerbahçe’nin sezon boyu alıştığı ve bildiği oyunu oynaması en akıllıca tercih olacaktı.
Trabzonspor’un kendi evinde Fenerbahçe’ye gol dahi atamadığı birkaç yıllık yenilgi serisini sonuçlandırmak adına baskılı oynayacağı da zaten malumdu.
Rakibiniz ve kendinizin neler yapabileceğini biliyor olsanız nasıl hareket ederdiniz?
Fenerbahçe sahaya üç temel eksiği ile çıkmışken bu sorunun cevabı dün Avni Aker’deki son buluşmada futbol adına sahada izlediğimizdir.
Üç eksikten ikisi sakatlıklarla bağlantılı olsa da özellikle
Beşiktaş’ın üç, Galatasaray’ın iki puan kaybedip, Başakşehir’in aradaki farkı ona çıkardığı hafta Fenerbahçe ola ki eline geçen bu fırsatı kullanamasaydı lig yarışında fazlasıyla geri kalmış olacaktı.
(Şükrü Saraçoğlu) Ülker Stadyumu yeniden yapıldıktan sonra lig yarışını devam ettirdiği hiçbir sezon ortasında bu kadar yalnızları oynamamıştı. Sayıları sekiz bini bile bulamayan taraftar önüne çıkan Fenerbahçe’nin saha avantajını kaybettiği ortamda Gençlerbirliği karşısında özellikle ikinci yarı çok zorlandığını söylememiz gerekiyor.
Bu sene Fenerbahçe kalesinde çok az pozisyon vermekle ön plana çıkarken; bir ilginç istatistik kalesine gelen her isabetli şutun gol olmasıydı ki burada Volkan Demirel yediği gollerle tüm eleştirileri üzerinde topluyordu.
Futbolun güzelliği de önceden ne şekilde ön görüde bulunulursa bulunsun bunu terse çıkaracak olaylara gebe olmasından ileri geliyordu.
Karşılaşma öncesinde biri, bu maçta Volkan Demirel öne çıkıp maçı Fenerbahçe adına çevirecek dese muhtemelen son birkaç senelik performansı ve ortalaması göz önünde bulundurulduğunda bu tahmin dikkate değer bulunmazdı.
Ancak Volkan Demirel yaptığı kurtarışlarla tam anlamıyla maça damgasını
Evet, Advocaat’ın dediği gibi Fenerbahçe kötüydü, daha ilk yarı oynadığı futbolla maçı kazanma hakkını Antalyaspor’a bırakmıştı.
Eğer futbol dediğimiz şey adil oyun olacaksa bu maçın Antalyaspor kazanmalıydı!
Ancak!
Türkiye’de işler böyle gitmiyor. Fenerbahçe rakipleriyle eşit rekabet içerisinde mücadele edemiyor.
Her seferinde önüne hakemi de yeneceksin denen tuhaf bir garabet ile mücadele etmek zorunda kalıyor.
Fenerbahçe’nin rakibi derken elbette Antalyaspor’dan söz etmiyoruz.
Dün akşam Cüneyt Çakır’a birileri küçük bir şaka yapmış olsa; mesela Fenerbahçe takımına siyah beyaz forma giydirip, Beşiktaş maçını yönettiriyormuş gibi kandırsaydı muhtemelen 0-0 biten karşılaşmanın ikinci yarısında Beşiktaş lehine Sow ve Alper’in pozisyonları olmak üzere iki penaltı verirdi ve Beşiktaş gibi sahaya çıkmış Fenerbahçe de maçı o rüzgarın etkisiyle en az üç farkla kazanırdı.
Antalyaspor hak etmesine karşın bu maçı Beşiktaş’a karşı kazanamazdı!