Kaybetmelerine rağmen seçim sonuçlarını başarı gibi gören ya da öyle bir algı yaratmaya çalışan ana muhalefet partisi CHP’de “iktidar kavgası” pik yapmış durumda. İmamoğlu kamuoyu rüzgârı veya baskısıyla Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlık’tan istifasını umuyor ve bekliyor. Kılıçdaroğlu’da elindeki delege gücü ve Siyasi Partiler Yasası ile kendi parti tüzüğünün ona verdiği yetkiye güvenerek CHP’deki en tepe o koltuğu bırakmamaya çalışıyor. Biri “Kalk, o koltuk benim hakkım” diyor, diğeri “Olmaz, önümüzde bir seçim daha var”, “Değişimse gerekeni yaptım” bahanesiyle direniyor. Her ikisi de “Omuz omuza verelim, biz nerede hata yaptık, halktan nasıl koptuk” deyip ortak çözüm üretmek yerine, bildik “Sen git, ben geleyim” mantığıyla hareket ediyor. Üstelik bunu Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun çevresindekiler de “kendi koltuklarını korumak” güdüsüyle körüklüyor. Açıkçası,
CHP’de MYK yenilendi ve kurultay takvimi açıklandı. Artık örgütlerin sorumluluğu da doğrudan Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun uhdesinde. Bu gelişmelerin ardından da Kılıçdaroğlu ne dedi? “Toplumsal beklentileri dikkate aldım. Toplum yenilenme istiyordu, biz de bunu yaptık.”
Bu durumda ne düşünür ya da hangi algıya yoğunlaşır insan? CHP’de taşlar yerinden oynadı, bambaşka bir zihniyet ve stratejik bakış gerçekleşti!..
Tepeden aşağıya değişen, tabanın beklentisi fabrika ayarları havası veren bir CHP yani. Ama bakıldığında ise görünen daha öncekiler gibi MYK’da Ahmet gitti, Mehmet geldi hesabı, sadece bildik isim değişiklikleri. Genel başkan aynı genel başkan, Parti Meclisi’nde, yeni MYK’da da zihniyet aynı zihniyet olarak devam edecek gibi görünüyor. Dolayısıyla, gerçekte değişen hiçbir şey yok aslında. Olan, ben yerimdeyim ama vitrini yeniledim durumu. Kalıyorum demeden, kalacağım havası. Aynen Cumhurbaşkanlığına adayım demeden adaylığının kesin olduğu gibi. Dolayısıyla, asıl anlamlı soru da şu:
Başlayan kurultay sürecinde de aynı şeyleri
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kardeşlik seferberliği, bir büyük kucaklaşma çağrısı ülkede toplumsal fay hatlarındaki gerilimi yumuşatmak açısından çok anlamlı. Umarız karşılık bulur. Çünkü özellikle seçim sürecinde siyaset oldukça kutuplaştırıcı sert söylemlerin ortaya döküldüğü bir atmosferde yapıldı maalesef. Herkes kendi taraftarını tatmin edebilmek için her seferinde dozajını artırarak kaba söz kullandı, ağır, çirkin ithamlarda bulundu. Hatta bu safları konsolide etmek adına öyle hal aldı ki farklı bir seçeneğe dahi hoşgörü, tahammül kalmadı. Tarafını seç veya siyaseten ya benimsin ya da kara toprağın! noktasında. Ama bunun seçimlerin yapılması ve neticelenmesiyle birlikte artık gündemden bir şekilde düşmesi lazım. Sonuçta millet seçimini yaptı bir karar verdi hem parlamentoyu belirledi hem de Cumhurbaşkanını seçti bu saatten sonra milli iradenin ortaya koyduğu bu tabloya, makamlara saygı duymak gerekiyor. Dolayısıyla muhalefetin de sonuçları böyle değerlendirip
CHP’de yine herkes “köklü değişim” diyor. Seçimlerin ardından ilk kez toplanan Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin tamamı istifa etti. Kılıçdaroğlu “değişim” çıkışı yapan İmamoğlu ile görüştü, bugün de Parti Meclisi toplantısı var. Yani CHP’de olağanüstü gibi algılanan, nitelendirilen ama aslında son derece olağan görüntüler, gelişmeler söz konusu. Çünkü bu, CHP’de genel başkanlık koltuğunun değiştiği 22 Mayıs 2010’dan bu yana Kılıçdaroğlu’ndan da sıkça duyduğumuz ancak içi doldurulamayan bir söylem. Ya da alınan her seçim yenilgisinden veya gerçekleştirilen her kurultayda parti içi muhalefetin gazını almak, tabana, teşkilata heyecan vermek amacıyla dillendirilen bildik ritüel. Hatta yüzde 25 bandında sıkışan CHP’nin hem tabanına hem de sokaktaki insana umut olması için atılan adımlar, vitrin yenilenmeleri de öyle. Dolayısıyla, değişim denildiğinde beklentiler ile yapılanlar arasında 180 derece farklılık var açıkçası. Mesela Kı
Seçim sonuçları kimin lehine sonuçlanırsa karşı tarafta büyük bir dalgalanma olacağı baştan belliydi, hep konuşuldu da… Dolayısıyla, kazanan taraf yeni yönetim, kabine kadrolarına odaklanmışken, kaybeden muhalefet cephesinde çalkalanma, hareketlilik, gerginlik had safhada. CHP’de Kılıçdaroğlu Genel Başkanlık koltuğunu bırakır mı; İmamoğlu değişim çıkışıyla ne demek istedi, ne planlıyor, İYİ Parti kurultayının tavrı ne olur ne diyecek, Millet İttifakı yoluna devam mı edecek yoksa 6’lı masanın diğer dört bileşeni partiler tabelalarını asıp milletvekilleriyle birlikte ayrı ayrı ya da kendi aralarında oluşturacakları farklı bir yapıda yeni bir yol mu çizecekler gibi. Ki bu anlamda kopuşlar da başladı zaten. Yani yine herkes eldekileri korumak adına kendi koltuk hesabında aslında. Elbette bu siyasetin, ortaya çıkan tablonun gereği ama daha önce yapılması gereken, masaya gelen “sandık hesabını” görmek, verilen mesajı anlamak kaydıyla. Bu seçimi neden kaybettiklerini, hataları, yanlışları tek tek canlarını yakacak şekilde konuşup, tartışmak, gerçekle
Siyasette roller değişmedi. İlk turdaki kadar olmasa da yine oldukça yüksek, bir katılımla sandığa giden seçmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a desteğini bir kez daha ortaya koydu... Cumhurbaşkanı Erdoğan 21 yıllık iktidar rekorunda çıtayı yükseltti. Tersinden, kaybetme anlamında bakıldığında ise aynısı CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu için de geçerli. O da Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı olarak peş peşe iki yenilgi daha aldı. Üstelik bu defa kaybeden sadece kendisi de değil, onunla birlikte 6’lı masanın bileşenleri ile onlara sonradan eklenen İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları da var. Çünkü onlar da Cumhurbaşkanı yardımcıları adayları olarak tam tekmil sahadaydılar. Tabii bir de dışarıdan destek veren HDP ile ikinci turda son dakika kadroya dahil olan Zafer Partisi Genel Başkanı Özdağ’da var. Yani daha önceki seçimlerde AKP’den oy devşirmek hesabıyla muhafazakâr kanattan popüler isimleri CHP kadrosuna katan Kılıçdaroğlu, şimdi de doğrudan bel kemiğini muhafazakarlardan oluşturduğu, dışarıdan HDP destekli ve milliyetçi damar
İlk kez yaşayacağımız ikinci tur oylamaya dönük kampanyada son saatler... Siyaset sahnesinde seçmene ve ittifak bileşenlerine odaklı iki farklı görüntü var. Seçmene dönük olan aleni, oldukça hararetli ve yüksek tondan. Her iki ittifak da özellikle ilk turda sandığa gitmeyen 8.5 milyon civarındaki kitleyi iknaya çabalıyor. Öncelikle de ilk turdaki mevcut oy potansiyelini korumak kaydıyla. Çünkü orada kaçak, eksilme olursa, üzerine koymak zor. Yoksa havuz problemi gibi bir durum çıkar ortaya. Bir yandan doldururken, diğer yandan boşalması gibi. Problemi çözemezsen de sandıkta başarıyı falan unut. Havuzda kaçak olasılığı içeren problemi çözmek kritik önemde açıkçası. Ki bu anlamdaki birleşme, üstüne koyma adına ittifak bileşenlerine milliyetçi damar ağırlıklı dopingler de malum. Ama o da ittifak dengelerini zorlayan bir durum aynı zamanda. Özellikle de milliyetçi damara yönelik söylemleriyle ilk turdaki stratejisinden çok daha farklı bir yola giren Millet İttifakı
İkinci tura iki gün kala seçmen davranışını etkilemek anlamında iki kritik dinamik var. Milliyetçilik damarı ve ilk turda sandığa gitmeyen 8.5 milyona yakın seçmeni ikna etmek. Tabii ilk turdaki mevcut durumu da korumak kaydıyla. Dolayısıyla, ikinci tur kampanya sürecinde de ilginç gel-gitlere tanık olduk, oluyoruz. Hiç umulmadık, siyasi aktörlerden beklenmedik en keskin milliyetçi söylemler, görüntüler ya da getirisi, götürüsüne odaklı hem parti teşkilatları hem de seçmenlerin kafasını hepten karıştıran yeni denge hesapları gibi. Malum, önceki çok daha farklı yaklaşımlar, mutabık kalınan detaylar içeriyordu, kamuoyu algısı da öyleydi. Görüntü daha da flulaştı açıkçası. Bunun son ana kadar süreceği de belli. Hal böyle olunca da ittifakların, özellikle de Millet İttifakı’nın en iddialı stratejik hedefi, esas gündemi “Sistem değişecek, ekonomik sıkıntılar dâhil her şey düzelecek” söylemi, yani Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e dönüş iddiası,