31 Mart’a dönük oldukça sancılı gecen aday listelerinin netleşmesinde son bir kaç gün. Sonrası seçmeni ikna etmekte ama onun da zorlu geçeceği açık. Özellikle muhalefette birçok yerde aslında kendi partilerinden olmayan adaylara oy verilmesi isteniyor. Bunlar arasında partilerin felsefesine, programına ters olanlar bile var. İdeolojiden ziyade her şeye rağmen kazanma odaklı formüller daha ön planda yani.Tabii seçmeni nasıl, ne kadar ikna edeceğinle doğru orantılı olarak. Zira eskilerde seçmeni etkileyen gönül verdiği parti, ideoloji vardı, yani sağcı sağcı, solcu solcuydu ama şimdi siyaset öyle bir noktaya geldi ki siyasi partiler kendi arasındaki siyasal farklılıkları törpülediler. AKP ile MHP neredeyse tek parti haline geldi. Merkez sol yelpazedeki CHP, sağa çekerek, sağdan adaylar tercih etmeye ağırlık verdi. Kendi içerisinde sol düşünen hatta Kemalist düşünenleri dahi ayıkladı. İYİ Parti’ye bakarsan, o da MHP’den kopmakla beraber, bugün oy geçişkenliği anlamında CHP’nin en keskin rakibi. Hatta bazı
CHP seçim değil hâlâ kurultay havasında. Çünkü normalde kurultay bittiğinde ne denir? Kurultay, kurultay salonunda kaldı, tartışmaları bırakıp önümüze bakalım. Yani kurultayı kazanan, kızgın, küskün kaybedenlere karşı kucaklayıcı, kapsayıcı olur. Ama göründüğü kadarıyla burada kazananlar, kaybedenlerden daha öfkeli ve kızgınlar. Tasfiye, dışlanma iddiaları, buna tepki olarak da istifa, toplu protesto her şey var. Aday gösterilmeyen, istifa eden, parti yönetimini suçluyor kurultayda Kılıçdaroğlu’na destek verdikleri için tasfiye edildikleri gerekçesiyle...Hem de sadece İstanbul, İzmir değil, ülkenin birçok ilinde, ilçesinde... Evet her seçimde her zaman aday tartışmaları olurdu ama bu dönem İstanbul ilçelerinde ve İzmir genelinde çok büyük bir değişim söz konusu. Özellikle mevcut belediye başkanlarının hemen hemen çoğu değiştirildi. Bundan ötürü de tabanda, parti örgütünde ciddi bir kaynama, sıkıntı var. Buna 31 Mart sonrasındaki olası bir kurultaya
Son günlerde siyasetin amasız, fakatsız birlik olması ve tepki vermesi gereken olaylar yaşıyoruz. Bir yandan da 31 Mart’taki sandık yarışına dönük faaliyetler devam ediyor. Başkan adaylarının tamamı henüz netleşmedi ama herkes kazanmak iddiasında. Bu elbette ki olması gereken bir durum. Hiçbir partinin ya da siyasinin “Biz değil, o kazanır” demesi beklenemez ancak olabilirliğinin sadece siyaset mühendisliği ve kâğıt üstündeki toplama çıkarmalarla izah edilemeyeceği de bir gerçek. Hele de önceki seçimlere göre darmadağın bir görüntü veren muhalefet açısından... Dün “kanka” havasındakiler, bugün birbirlerine rakip, hatta hasım durumundalar. Hür ve bağımsız olarak kendi logoları, adaylarıyla seçime girip seçmen nezdindeki gerçek güçlerini de test edecekler. Daha doğrusu toplumsal karşılıkları ortaya çıkacak. Dolayısıyla “Başarısız olursak sahneden çekilmek zorunda kalabiliriz” gerçekliği de peşinen karabasan gibi çökmüş vaziyette. Bu sadece koltuğa oynayanlar
Her seçim öncesinde her siyasi partide adaylık tartışmaları, kırgınlık, küskünlük durumları siyasetin bildik ritüeli. Dün de vardı, bugün de oldu, oluyor. Ancak bunun dozaj aşımıyla tabanda, seçmende kırgınlık, küskünlük ya da sandığa tepki yaratma olasılığı da siyasetin bir başka gerçekliği… Bu açıdan genel görüntüye bakıldığında da ana muhalefet partisi CHP’nin diğerlerine oranla daha fazla risk içerdiği de ortada...Gerçi CHP’liler buna çok seslilik diyor ama aday belirleme sürecinde bugüne kadar İzmir, Eskişehir, Çanakkale, Çiğli ve Ataşehir gibi başlıca noktalarda partide ciddi krizler patlak verdi. Çekişmenin zirve yaptığı Çankaya ve Kadıköy adayları ise haftalardır belirlenemiyor...Her iki yerde de çok sayıda aday adayı var ama adayın nasıl belirleneceği konusunda kafalar karışık...Anket sonucuna göre belirlenecek falan deniliyor ama onda da güven sorunu var ve genel algı da hem CHP Genel Başkanı Özgür Özel hem de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bilek güreşine
Bir süredir kanlı saldırılarını unuttuğumuz DAEŞ, DHKP-C hortladı. Daha doğrusu hortlatıldı. Şaşırdık mı? Hayır. Bildik hikâye. Türkiye, FETÖ’den etnik bölücü PKK’ya, aşırı solcu terör örgütü DHKP-C’ye, El Kaide ve DEAŞ gibi dini istismar eden terör gruplarından “17 Kasım” ve ASALA gibi terör örgütlerine kadar, terörizmin farklı biçimleriyle yıllardır mücadele ediyor. Bunlar ön planda bilinen, görünenler ya da maşalar. Hepsinin isimleri farklı olsa da hedefleri, daha doğrusu sahiplerince kullanım gerekçeleri aynı. Ahtapotun kolları gibiler. Sahipleri denildiğinde de başta CIA, MOSSAD, İngiliz Servisi MI6, Avrupa ülkelerinin birçok servisinin varlığı herkesçe malum. Ahtapotun başının kim olduğu da açık ve net yani. O hadi deyince harekete geçiyorlar, saldırıyorlar. Bu alçaklık bir bakıyorsun bölücü terör örgütü PKK ve türevleri YPG/PYD ya da radikal dinci DEAŞ veya Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde bulunan polis kontrol
Geçen yıl 5 Şubat gününün gazetelerinde Mayıs 2023’teki Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere dönük haberler ön plandaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aydın’daki toplu açılış töreninde yaptığı 6’lı Masanın Mutabakat Metni’ne yönelik konuşması ve Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı tespitine dönük ilk tur arayışları gibi. Ertesi güne yani 6 Şubat’a uyandığımızda ise ülkeyi yasa boğan ve acısı hala taze felaketle karşılaştık. Kahramanmaraş merkezli depremlerde 11 ilimiz yerle bir oldu, 50 binden fazla “canımızı” yitirdik. Yaraları sarma seferberliği ve muhalefetin müdahalede gecikme eleştirileriyle geçen günlerde bir de maalesef afet bölgesini sel vurdu. Adıyaman’da, Şanlıurfa’da konteynerler, çadırlarda barınmaya çalışan depremzedeler bir darbe daha yediler. Böylesi ağır bir tablo içinde Türkiye bir yandan da 14 Mayıs’taki sandığa geri sayıyordu. Doğal olarak da seçimin ana gündem maddesi deprem, afetin yaraları nasıl sarılacak, bu kadar vahim bir tablonun altından kim
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns, Amerikan dış politika dergisi Foreign Affairs için kaleme aldığı makalede 7 Ekim’den sonra Ortadoğu’da yaşanan süreçle ilgili şöyle diyor:
“Son 40 yılımın büyük kısmını Ortadoğu’da ya da bu bölge üzerine harcadım ve Ortadoğu’yu daha karmaşık ve bu kadar patlamaya hazır görmedim.”
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, birkaç gün önce Washington’da düzenlediği basın toplantısında Suriye-Ürdün sınırında 3 Amerikan askerinin öldüğü saldırıya ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Şu anda Ortadoğu’da inanılmaz istikrarsız bir dönem yaşıyoruz. 1973’ten bu yana bölgede, şu an karşı karşıya kaldığımız kadar tehlikeli bir dönem görmedik.”
Bir de ABD Başkanı Joe Biden’in sözleri var. O da ABD üssüne yapılan saldırıdan sonra gazetecilerin “nasıl bir karşılık vereceksiniz” sorusu üzerine şöyle buyuruyor:
“Orta Doğu’da daha geniş bir savaşa ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum,
CHP’de lafa geldiğinde herkes “köklü değişim” dedi, diyor. Aslında bu CHP’de genel başkanlık koltuğunun tartışıldığı her dönemde ya da alınan her seçim yenilgisinden sonra veya gerçekleştirilen her kurultay öncesinde tabana, teşkilata heyecan vermek amacıyla parti içinde dillendirilen “O gitsin, ben geleyim” ritüeli. Yani CHP’nin değişmeyen değişim klasiği. Ama yüzde 25 bandında sıkışan CHP’nin hem tabanına hem de sokaktaki insana umut olması için yenilenmesi konusunda görüntüde herkes hemfikir olmasına rağmen beklentiler ve içerik konusunda yönetimsel anlamda senkron bir türlü tutmuyor. Aynısı daha 3 ay önce değişim sözüyle genel başkanlık koltuğuna oturan Özel’in CHP’si için de geçerli. Kurultay sonrası başlayan yönetim tartışmaları yerel seçimlere dönük aday dengelerindeki kriterler noktasında aleni bir saflaşmaya dönüştü. Kırgın, küskünlerden değişim sözlerine uyulmadığı gerekçesiyle, zehir zemberek, eleştiriler, suçlamalar