Her ne kadar Milion Taşı günümüze ulaşmasa da yazılı kaynaklarda sözü edilmeye devam etmektedir. Ek olarak, günümüze erişen küçük bölümü, bulunduğu yer konusunda şüphe duyulmasının gereksizliğini göstermektedir. Yeniden yapımını gündeme getirerek hem Milion Taşı’nı hem de İstanbul’u dünya gündemine taşımak için uluslararası bir konkur yapılamaz mı?
İstanbul’da çoğu kişinin farkına varmadığı, görmezden geldiği bir anıt Sultanahmet Meydanı’nın girişinde yer alır. “Milion Taşı” adıyla anılan bu anıtın, Roma’daki Milliarium Aureum’dan ilham alınarak yapıldığı söylenmektedir. İmparator Augustus döneminde (MÖ 27-MS 14), Antik Roma’nın merkezinde, MÖ 20 yılında inşa edildiği bilinen Milliarium Aureum’un, Roma’nın diğer önemli şehirlerden uzaklığını gösteren yazılarla kaplı olduğu düşünülmektedir.
Yeni Roma
Milion Taşı’nın, şehrin Constantinus tarafından Roma’nın başkenti ilan edilmesinden sonra inşa edildiği konusunda bazı iddialar olsa da bu anıtın neden Ayasofya Meydanı’na bu kadar yakın olduğu konusu araştırılmalıdır. Augustaion / Ayasofya Meydanı’nın batısında yer alan bu bölgede, bir dönem Byzantion şehrinin karaya açılan ana kapısı bulunmaktadır. Septimus Severus’un iki buçuk yıl süren bir kuşatmadan (193-196) sonra şehri ele geçirdiği ve şehir surlarını yıktırdığı bilinmektedir. Kısa süre sonra şehri yeniden inşa etmeye başlayan Septimus Severus’un bu sırada surları daha batıya doğru genişlettiği de bilinir. Acaba Milion Taşı’nın inşası, çoğunlukla belirtildiği gibi IV. yüzyılın ilk yarısında değil de, II. yüzyıl sonu ile III. yüzyılın başlarındaki bu yeniden yapım sırasında olabilir mi? Şehrin Roma’ya doğru uzanan anayolu olan “Via Egnatia”nın başlangıcında yer almasının tabii olduğu açıktır.
Yapımı IV. yüzyıl mı?
Wolfgang Müller-Wiener, Milion Taşı’nın yapımını IV. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirir. I. Constantinus döneminde (324-337) şehrin yeniden kurulması sırasında, “Byzas Suru” denilen surun giriş kapısı önünde, Mese Caddesi’nin başlangıcında bulunan bu yapı dört kolon üzerine oturan bir kubbeden oluşan ve dört cephesinde birer kemerli giriş bulunan tetrapylondur. Yapının üstünde, aralarında haç bulunan I. Constantinus ile Helena’nın heykelleri olduğu söylenmektedir. Bu yapıyı Trajan’ın, Hadrianus’un atlı heykelleri ile Helios’un dört atlı arabasının da süslediği ileri sürülür. İmparator Trajan’ın 98-117, Hadrianus’un 117-138 yılları arasında hüküm sürdüğü göz önüne alındığında, bu anıtın IV. yüzyılda değil, Septimus Severus döneminde (193-211) inşa edilmiş olması akla daha mantıklı gelmektedir. İşte size üzerinde araştırılması, konuşulması ve anlatılması gereken bir hikâye daha…
Saray seremonilerinde önemli bir yer tutan Milion Taşı’na zaman içinde sürekli eklemeler yapılır. I. Justinianus’un (527-565) buraya bir güneş saati taktırdığı, II. Justinus’un (565-578) eşi Sophia ve kızı Arabia ile yeğeni Helena’nın heykellerini diktirdiği bilinmektedir.
İmparator Philippikos Bardanes (711-718), Milion Taşı’nı konsillerin resimleriyle donatır. Ancak bu resimler tasvire karşı olan İmparator V. Konstantinos (741-775) tarafından kaldırılarak, yerleri Hipodrom’dan sahnelerle bezenir. Milion Taşı, XI. yüzyılda yönetimde doğan karmaşa nedeniyle şehirde meydana gelen ayaklanma ve sokak savaşları sırasında önemli ölçüde tahrip olur.
Latin İstilası ve sonrası
1268-1271 yılları arasında alınan bir İmparatorluk kararıyla, Augustaion / Ayasofya Meydanı ile birlikte Milion Taşı da Aya Sofya’nın mülkiyetine katılır. Bu karar, muhtemelen Latin İstilası (1204-1261) sırasında meydana gelen yağma ve tahrip sonucu alınmıştır. Fetih sonrası Milion Taşı’na ne olduğuna dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Giovanni Andrea Vavassore’ye atfedilen bir İstanbul görünümünde, Mese Caddesi’nin başlangıcında solda, kubbeli küçük bir yapı seçilmektedir. Acaba bu yapı Milion Taşı’nı mı gösterir, araştırmak gerekir. Her ne kadar Vavassore’nin çizimi genellikle 1520 yılına tarihlense de bu sırada yapılmış olması gereken Sultan Bayezid Camii’nin görünmemesi, bu tarihin tekrar değerlendirilmesini gerektirmektedir. Ayrıca Ayasofya Camii tek minareli olarak belirtilmiş olup Sultan II. Bayezid döneminde (1481-1512) yapıldığını bildiğimiz ikinci minarenin görünmemesi, orijinal çizimin tarihinin çok daha eski olabileceği ve daha sonra Vavassore tarafından kopya edildiği düşüncesini akla getirmektedir.
Nereden nereye?
Milion Taşı’ndan başladık nerelere kadar geldik. Sık sık belirttiğim gibi, içinde yaşadığımız bu şehir hakkında yeterince bilgiye sahip değiliz. Çok az araştırmacı, yazılı kaynaklar ile görsel kaynakları karşılaştırıp değerlendiriyor. Merak duygumuzun iyice köreldiğini, günlük işlerin, şikâyet ve eleştirilerin zamanımızın büyük bir kısmını işgal ettiğini üzülerek görmekteyim. Hâlbuki bu şehir hakkında ne kadar çok yapacak iş, merak edeceğimiz konu olduğunun farkına varılması gerekiyor. Geçmişi araştırıp da “Ne olacak?” diyen insan sayısı giderek çoğalmakta, hiç kimse, gelecek oluşturmak için olmazsa olmazın geçmişi araştırmak ve doğruya erişmek olduğunu düşünmek istemiyor.
Yeniden ortaya çıkışı
Teorik bilgilere dayanılarak yapılan çalışmalar sonrası, 1967-1968 yılları arasında bu bölgedeki yapıların sondaj kazıları sonrası yıkılmaları neticesinde, bu alandaki anıtın az sayıda da olsa temel duvarlarına erişilir. Bu arada, az da olsa yapıya ait bazı mimari parçalar da bulunur. Ancak ne yazık ki bulunan mimari parçalar, söz konusu yapı için rekonstrüksiyona imkân verecek boyutta değildirler.
Yeniden yapımı
Bundan sonra ne yapılabilir? Her ne kadar Milion Taşı günümüze ulaşmasa da yazılı kaynaklarda sözü edilmeye devam etmektedir. Ek olarak, günümüze erişen küçük bölümü, bulunduğu yer konusunda şüphe duyulmasının gereksizliğini göstermektedir. Yeniden yapımını gündeme getirerek hem Milion Taşı’nı hem de İstanbul’u dünya gündemine taşımak için uluslararası bir konkur yapılamaz mı? Bunun için yapılacak tek şey, yönetim erkini elinde bulunduran insanların bir atılım yapması, alışılmışın dışına çıkarak dünyaya seslenmesidir. Ülkemizin ekonomik gücü, bu kadar küçük bir harcama için yeterlidir; yani böylesi bir atılımın gerçekleştirilmesi için ekonomik bir engel yoktur. Bütün mesele, böylesi atılımlara liderlik edecek insan sayımızın yetersiz olmasıdır.
Haydi hep birlikte binlerce yıldır dünyanın en önemli şehri olduğumuzu belirten bu anıtı şehrimize kazandırmak için yola çıkalım. Birbirimize köstek değil, destek olalım, çünkü bu atılım, dünyanın ilgisini çekecek ve uluslararası bir fon oluşturulmasına yol açabilecek örnek bir uygulama olacak potansiyele sahiptir.