Ataları, Ren Nehri’nin kuzeyindeki uçsuz bucaksız ormanlardan gelen Galatlar, Anadolu da dahil olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde izler bırakır. Galatlar hakkında günümüze kadar en geniş araştırmayı yapan Fernand Lequenne, “Eski çağ insanları arasında, ölümü, özellikle şehit olarak ölmenin mutlu bir olay ve daha iyi bir hayata kaynak olduğuna gerçekten inanan tek kavim belki de Keltlerdir” demektedir
Anadolu, binlerce yıl boyunca çeşitli kavimlerin yurdu olmuştur. Dünyanın hemen hemen hiçbir coğrafyasında olmadığı kadar karmaşık bir insan yapısına sahiptir. Zaman içinde çeşitli toplulukların katkısıyla oluşan bu zengin kültürel yapı, bizim yaşantımızı da etkilemektedir. Ancak ne yazık ki, ülkemizde yaşayan çok az insan bu zenginliğin farkında olup, onu değerlendirmek için çaba sarf etmektedir.
Tektosaglar
Ataları, Ren Nehri’nin kuzeyindeki uçsuz bucaksız ormanlardan gelen Tektosagların, Galatlar adıyla anılan bir bölümü Pireneler’i aşarak günümüz İspanya’sına ulaşır ve ilerleyişlerine devam ederek Portekiz’e yerleşirler. Portekiz adının bu yerleşimden geldiği ileri sürülür. Portugal: “Galyalıların limanı” anlamına gelir.
Bir kısım Galatlar ise doğuya doğru hareket ederek günümüzde bir bölümü Polonya, bir bölümü ise Ukrayna sınırları içinde kalan Galiçya’ya yerleşirler. MÖ 281 yılında, Fransa’nın bir bölümüne yerleşmiş olan Güney Tektosaglar yeniden hareketlenerek doğuya doğru göçe başlarlar, Alpleri aşarak batı ve güneye doğru ilerlerler. Diğer Kelt / Galat kabileleri ile birleşerek Balkanlar üzerinden ulaştıkları Yunanistan’ı yağmalarlar. Kuşatma altına alınan Delphi / Delphoi şehri sakinleri, şehirlerinin kutsal ve tanrıların koruması altında olduğunu belirtirler. Delphi şehri, çok sayıda tapınağa sahiptir ve yüzlerce yıldır bu tapınaklara bağışlanan armağanlarla zenginleşmiştir. Bu zenginliği korumak için şehirde bulunan her tür değerli eşyanın tanrılara ait olduğu söylenir. Galat komutanının cevabı oldukça ilginçtir:
“Tanrılar zengindir ve sizin onlar için bir sürü şey biriktirmenize ihtiyaçları yoktur. Zaten onların her günkü işi cömertçe verdikleri nimetleri insanlar arasında bölüştürmektir!
Sizin tanrılarınız fazla zengin. Bundan sonra herkes için daha eli açık olacaktır. Hem de bizden başlayarak!
Tanrıların olan herkesindir!” (s. 20-21)
Yunanistan sonrası
Uzun süre yağmalanan Yunanistan’ın ardından ilerleyişlerine devam ederek Byzantion / İstanbul önüne gelirler. Bir bölümü ise günümüzde onların ismiyle anılan Gelibolu / Gallipoli Yarımadası’na yerleşir (s. 15). İstanbul çevresine yerleştiği söylenen Galatların ikâmet ettiği bu bölgenin daha sonra “Galata” adı ile anıldığı da ileri sürülür (s. 35). Yüzlerce yıldır doğudan gelen Part istilası ile karşı karşıya olan Yunanistan ve Anadolu insanı Batı’dan gelen “Bu garip giyimli, boyunlarında muskalar asılı kuzeyli devler…” karşısında çaresiz kalırlar. Çanakkale’den Anadolu’ya geçen Galatlar, Kyzikos, Bergama, Smyrna / İzmir şehirlerini zapt ederler. Şehirlerin dışındaki arabalarında konaklayan bu insanlar, çevreden bekledikleri yiyecekler geç kaldığı takdirde ortaya çıkarlar. Haraç aldıkları sürece egemen oldukları şehirlerin iç yönetimine karışmayıp, bu konuda verdikleri sözü tutarlar. Efes şehrini ele geçirdiklerinde, zenginlerin yerlerini yakmakla yetinirler. Şehri, tapınakları, kutsal ormanları, bakire-rahibeleri ise saygıyla korurlar.
Fernand Lequenne
Galatlar hakkında günümüze kadar en geniş araştırmayı yapan Fernand Lequenne, “Eski çağ insanları arasında, ölümü, özellikle şehit olarak ölmenin mutlu bir olay ve daha iyi bir hayata kaynak olduğuna gerçekten inanan tek kavim belki de Keltlerdir” demektedir.
Büyük İskender’in ölümü (MÖ 323) sonrası kısa süre içinde oluşturduğu imparatorluk dört parçaya bölünür. Komutanlarından Cassander Makedonya’da, Creatus ve I. Antigonos Batı Anadolu’da, Selevkos Doğu’da ve Ptolemais Mısır’da hüküm sürmeye başlar. Bu karmaşa içinde Anadolu’ya giren Galyalıların yarattığı dehşet ve silahları o denli güçlüdür ki hiçbir kral, onların desteğini almadan güvenlik içinde olduğunu düşünemez hâle gelir. Dönemin tanıklarından I. Justinus, Galyalıları şu sözlerle anlatır:
“Herkes, düzenbaz ve değersiz Grek askerlerinden ve Asyalı askerlerden pek göze batacak şekilde ayrılan bu göz kamaştırıcı, ateşli yeni çeşit askerlerin peşinde koşuyorlardı. Vücutları ve salınışları muhteşemdi. Şaşırtıcı tasarılarla dolu hem de iyimserdiler. Paralı asker oldukları hâlde kendilerine özgü silahlarını, boynuzlu ya da boynuzsuz miğferlerini, ayak bileklerinde sıkılı poturlarını, çivili ayakkabılarını, ortası çizgili kalkanlarını bırakmamışlardı. Kışın yünlerle örtünürlerdi. Ve tabii, kutsal işaretlerini takıp takıştırmışlardı.” (s. 49)
Anadolu’ya giriş
Ege bölgesindeki bir dizi şehri tahrip eden ve yağmalayan Galyalılar, daha sonra Eskişehir ve Ankara havalisindeki yüksek yaylalara yerleşirler. Sakarya ile Kızılırmak arasındaki alanda hâkimiyet kurarlar. Bu dönemde yerleştikleri bölge, günümüzde olduğu gibi ağaçsız değildir. Meşe, gürgen ve çam ormanları ile kaplı, kendileri için kutsal saydıkları geyik ve domuz gibi hayvanlarla doludur. Yerleştikleri alanın kuru, temiz ve sert bir havası vardır. Ormanlar ve av hayvanlarının yanı sıra çok sayıda başıboş sığır ve at sürüleri de bulunmaktadır. Bunların yanı sıra uzun ipeksi tüylü, günümüzde “Ankara keçisi” denilen keçi türü de cazip bir olanak sunmaktadır.
Galatya
Kesin olarak yerleştikleri ve sonraları “Galatia” adını alacak olan bu bölge, batıda Frigya, doğuda ise Kapadokya’nın bir bölümünü de kapsamaktadır. Frigya, “Tanrıların Anası” olarak kabul edilen Kybele’nin ülkesidir. Başkent Pessinus’un büyük mabedinde, gökten düşmüş olan bir taş yani bir meteor giderek etkisi artarak geniş bir alanda tapınılan “Kibele / Siyah Hanım” bulunmaktaydı. Galyalılar, “Tanrıların Anası” için yapılan bu ayinleri büyük bir şaşkınlıkla izlerler. Heykellere tapan, ne olduğu anlaşılamayan çılgın törelere sıkı sıkıya bağlı bu garip insanlara hiçbir yakınlık duymazlar. Ama kültürlerinde bu gibi törenlere yasak getirmek, onlara engel olmak gibi bir düşünce de yoktur. İsteyen istediği şekilde ibadet edebilir. Ancak Galyalılar, Tanrısallığın bölünmezliğini kabul ettikleri için onun evrensel görünümünü küçülten suretlerden nefret ederler. Önderleri olan ve günümüzde İngiltere’nin Galler bölgesini oluşturan toplumda hâlâ varlıklarını sürdüren “Druidler” doğadan esinlendikleri inançlarıyla onları bu gibi akımlardan korumaktadırlar.
Fernand Lequenne, daha sonraki dönemlerde Roma’da Frigya’dan kaynaklanan tapıma girenlerin hoşgörüyle karşılandığını belirtir. Bu inanca katılanların toplandığı tepenin daha sonraki dönemlerde olmadık rezaletlerin ortaya çıktığı “Vatikan” olduğunu söyler.
Galya toplumuna önderlik eden ve ileriyi görme yeteneğine sahip olan Druidler her ne kadar açık alanlarda yaşamayı tercih etseler de dağın tepesindeki görkemli bir kaleyi severler. Bu kale günümüz “Ankara Kalesi”dir. Klan yapısına dayanan Galat Krallıkları üç ayrı birlik olarak başkentleri Sivrihisar, Ankara ve Yozgat olmak üzere bir süre bağımsız olarak varlıklarını sürdürdükten sonra, Pontus Kralı Mithridatis ile Bithynia Kralı III. Nicomedes arasında paylaşılır. Bu dönemde Roma, Anadolu’yu Bergama Krallığı vasıtasıyla denetim altında tutmaktadır. MÖ 129 yılında Bergama Kralı III. Attalos varis bırakmadan ölünce, krallığını Roma’ya vasiyet eder. Romalı General Lucius Cornelius Sulla Felix, MÖ 92 yılında Part Krallığı ile bir antlaşma yaparak Roma ile Partlar arasındaki sınırı Fırat Nehri olarak belirler. Artık Anadolu’da kesin bir Roma hâkimiyeti söz konusudur. Yöresel olarak varlıklarını sürdüren Galatların, Anadolu halkları içinde Hristiyanlığı ilk kabul edenler olduğu bilinmektedir. MS I. yüzyılda Aziz Paulus’un onlara yazdığı mektup (Galatyalılara Mektup) İncil’i oluşturan bölümlerden biridir.
Anadolu’da İsyan
Bu konudaki ilginç bir olayda, Doğu Roma ordusunun generallerinden biri olan Frank kökenli Roussel de Bailleul’un, 1071 Malazgirt Savaşı sonrası zayıflayan imparatorluğa karşı ayaklanarak bölgede hâlâ etkin olan Galat kültürüne dayanan bir devlet kurmasıdır. Selçuklu Devleti, ilerisi için Frank-Kelt karışımı bu devletin Türklere de problem çıkaracağını düşünerek Doğu Roma’ya yardım eder ve isyan bastırılır. Anlaşılan, Anadolu’ya gelişlerinin üzerinden bin iki yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, Galat halkı hâlâ kültürel farklılığını korumaktadır. MS birinci bin sonlarına doğru kuzeyden gelen Germen kavimlerinin yayılmasıyla Avrupa’da Kelt-Galat egemenliği sona erer. Hâlen İrlanda ve İskoçya halkının bir bölümü ile Galliler ve Bretonlar, Keltçe’den türeyen diller konuşmaya devam etmektedirler.
Kızıl saçlar
Galatların ilginç bir özelliği de kızıl saçlı olmalarıdır. Dünya nüfusunun yüzde 1 ile yüzde 2’sinde görülen bu özellik, Galatlar arasında yüzde 6 gibi bir orandadır. Bordodan parlak turuncuya kadar değişen bir renk yelpazesinde olup, zaman zaman bakır rengine kadar uzanmaktadır. Kızıl saçlı insanlarda genellikle soluk renkli ciltler, açık renkli gözler, yüzde ve vücutta çiller bulunmaktadır. Bir gen mutasyonu sonucu ortaya çıkan bu kızıl saçlı insanların sayısı İskoçya’da yüzde 13, İrlanda’da ise yüzde 10 gibi yüksek bir orana ulaşmaktadır. Zaman zaman Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde rastladığımız kızıl saçlı insanların kökeninin Galatlardan gelmiş olabileceğini de hatırlatmak isterim.
Bu kadar renkli ve geçmişe dayalı bir ülkede yaşadığım için kendimi bahtiyar hissederim. Bu zenginliği görmemiz ve geleceği bu zenginlik üzerine inşa etmemiz gerekir. Bizim ülkemizde insanı mutlu edecek pek çok hikâye var. Buna karşılık, insanımızı mutsuz edecek, hayatını karabasana çevirecek söylemlerle vakit kaybediyoruz.
Fernand Lequenne, (Çev. Suzan Albek), Galatlar, Ankara, 1991.