Bir toplumu oluşturan bireyler bileşik kaplar gibidir. Hiçbir grubun genel kalitesi diğer gruplardan farklı olamaz. Bazı bireyler farklı olabilir ama onlar çoğunlukla toplum dışına itilirler. Genel olarak toplumların farklı şeyler düşünen insanlara tahammülü yoktur. İster bilim insanı olsun ister bir yazar veya marjinal yaşantı süren bir kişi. Çoğunlukla görmezden gelinir ve aynı ortamda bulunulmaktan kaçınılır
Geçtiğimiz gecelerin birinde uykum kaçtı, bir türlü uyuyamadım. “En iyisi mi, yatakta dönüp duracağıma biraz çalışayım” diyerek kütüphaneme çıktım. Çoğu kişi kahve içince uykusunun kaçtığından şikâyet eder; ben ise, uykum kaçınca bir kahve içip, biraz kitap okur ya da çalışır, sonrasında da deliksiz uyurum. Kitap okumaya başlamıştım ki, odanın kapısı tıklandı. “Ne oluyor?” diye merak ettim. Kapı açıldı, içeriye, elinde cam tüpler olan, üstü başı sefilane, çirkin suratlı biri girdi. “Bu da nereden çıktı?” diye düşünürken, “Ben şeytanım” dedi. Birden beni bir endişe sardı. “Acaba evin kapısı açık kaldı da bu meczup mu girdi?” diye düşünürken, “Efendim, merak etmeyin, beni tanımanız gerekir. Ben Hilmi Ziya Bey’in şeytanıyım” deyince farkına vardım. Zaman zaman hepimizin işine şeytan karışır, ama biz genellikle bunu fark etmeyiz. Bu kez, muhtemelen Hilmi Ziya Ülken’e duyduğumuz ortak sevgi ve saygı onu görünür hâle getirmiş olmalıydı.
Şeytanla konuşma ihtiyacı duydum:
“Hayrola, hoş geldiniz. Bunca yıldır bazı kereler işlerime müdahale ettiğinizi fark ettim, ama hiç yüz yüze gelmemiştik” dedim.
“Uzun süredir düşündüğünüz bir konu hakkında konuşmak için sizi ziyaret ettim. Hilmi Ziya Bey’in benimle yaptığı konuşmaları okuduğunuzu biliyorum. Hatta zaman zaman bu konuşmalardan alıntılar yaparak bazı yazılar yazdığınıza da malumum. Tanışma vakti geldi diye düşündüm” dedi.
“Her ne kadar sizinle bir arada olmak bana ürkütücü gelse de uzun süredir şeytan olmayan şeytanlarla bir arada yaşamak mecburiyetinde olduğum için sanırım şerbetlendim” dedim.
Güldü ve “Size bir şey getirdim” dedi.
Elinde tuttuğu cam tüplerden oluşan bileşik kapları bana uzattı.
“Benim hatırladığım kadarıyla sizin hacıyatmazınız olacaktı” dedim.
“O devri geride bıraktık, şimdi herkes hacıyatmaz oldu” dedi.
“Bunu size getirdim çünkü uzun süredir düşündüğünüz bir konuda size yardımcı olacağını düşündüm” dedi.
Birden geldiği gibi gitti, ne olduğunu anlayamadım. “Herhâlde yorgunluktan hayal gördüm,” diye düşünürken, birden gözüme masamın üzerinde duran bileşik kaplar ilişti. “Bu da nereden çıktı?” diye hayretle bakarken, aklıma uzun süredir düşündüğüm toplumca yaşadığımız karmaşa geldi.
Yıllar önce bir televizyon programında Prof. Koray Göymen, “Siyasetin kalitesinin düştüğünden” söz edince itiraz etmiş “Bir toplum, bileşik kaplar gibidir; sadece siyasetin kalitesi düşmez, toplumsal olarak genel bir kalite düşüşü yaşanır” demiştim. O da “Haklısınız” demişti.
Fizik kuralı
Fizikte “Bileşik Kaplar” adıyla anılan ve bize ortaokuldan itibaren öğretilen bir kural vardır. Aynı yoğunluktaki sıvılar, üstleri açık ve alttan bağlı bileşik kaplara konursa, kabın formu ne olursa olsun, hava basıncının oluşturduğu etkiyle aynı düzeyde konumlanırlar. Eğer bileşik kaplara konan sıvıların yoğunlukları farklıysa, bileşik kaplar içindeki sıvı seviyeleri de farklı olacaktır. Bu gözlem, bileşik kap sabit bir şekilde durduğu takdirde geçerlidir. Eğer bileşik kap sallanırsa, böylesi bir gözlem yapma imkânı olmaz.
Bir toplumu oluşturan bireyler bileşik kaplar gibidir. Hiçbir grubun genel kalitesi diğer gruplardan farklı olamaz. Bazı bireyler farklı olabilir ama onlar çoğunlukla toplum dışına itilirler. Genel olarak toplumların farklı şeyler düşünen insanlara tahammülü yoktur. İster bilim insanı olsun ister bir yazar veya marjinal yaşantı süren bir kişi. Çoğunlukla görmezden gelinir ve aynı ortamda bulunulmaktan kaçınılır. Bizim ülkemizin bulunduğu coğrafya çok karmaşıktır. Her tür insan topluluğu bu coğrafyada bulunmaktadır. Bazıları ise zorla yerlerinden yurtlarından ayrılıp bu coğrafyada yaşamak mecburiyetinde kalmıştır. Türkiye’de yaşayan insan yapısı oldukça karmaşıktır, bunun üzülecek bir şey değil, bilakis bir zenginlik olduğunu düşünürüm. Ancak toplumu oluşturan insanların bir bölümü kendini farklı, diğer insanlara nazaran daha gelişmiş veya tam tersi geri bırakılmış hissederse veya bazı insanlar fazladan öte ekonomik güç sahibi olup bazıları ekonomik sıkıntı çekiyorsa, ortaya yoğunluk farkı çıkar ki, bu da bileşik kapların homojenliğini bozar. Hele de bazı insanlar, bilip bilmeden her duyduğunu sosyal medya vasıtasıyla topluma aktarıyorsa, günümüzde yaşadığımız kaos giderek artar. Bu yüzden, Aristoteles binlerce yıl önce, toplumun huzurlu yaşaması için orta sınıfın önemini vurgular.
Huzurlu yaşam
Huzurlu yaşam ne anlama gelir? Gelecek kaygısının azaldığı, sağlık, güvenlik, eğitim gibi konuların korkutucu birer problem olmaktan çıkarıldığı veya en aza indirildiği toplumlar huzurlu toplumlar olarak değerlendirilir. Bu seviyeye erişmek için gereken önemli bir nokta ise, devletten talebi olan kişilerin siyasetten mümkün olduğu kadar uzak tutulmasıdır. Çünkü talebi olan insanlar, kanunları ve uygulamaları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışırlar. Böylesi bir çalışma ise doğrunun değil, kişisel menfaatin ön plana çıkmasına yol açacaktır. 8 Mart 2025 günkü “Demokrasilerde Kriz Tartışması” başlıklı yazımda Jean-Jacques Rousseau’nun özelde İngiliz, genelde İngiliz kültürü ile yoğrulmuş ülkelerdeki seçimlere ait bir sözünden bahsetmiştim. İngiliz kültürü, kişinin devletten talebini en alt seviyede tutmaktadır. Devletin varlığı, kişinin talebini önceden görüp, ona göre düzenlemeler yapmasını gerektirir. “Devlet benim talebimi görmezden gelir, öyleyse ben devlet yönetimine dahil olup, taleplerimin karşılanması için düzenlemeler yapayım” diye düşünen toplumlarda ne özgürlük ne de adaletten söz etmek mümkündür.
Bir toplumda aile yapısı, adalet ve eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri, medya, iş yaşamının kalitesi, bürokratik kadroların giderek de siyaset erbabının kalitesini belirler. Eğer siyaset yapan kadroların kalitesinde yetersizlik görülüyorsa, önce toplumu oluşturan tüm kurumların kalitesini gözden geçirmek ve yeterli seviyeye ulaşmasını sağlamak gerekir.
Toplumsal aydınlanma
Ülkemizin tüm toplumsal katmanlardaki seviyesini yükseltmek istiyorsak, önce kendimizden, ailemizden ve yakın çevremizden başlamamız gerekir. Hiçbir özveriye katlanmadan, iyi şeyler olmasını istemenin, yalnızca eleştirmenin, arkadan konuşmanın, başkalarından fedakârlık beklemenin sonucunu hep birlikte yaşamaktayız. Lise öğrenciliğimden beri “Halkın aydınlatılmasından” söz edildiğini duyarım, bunun için bazı kişilerin hayatlarını feda ettikleri dönemleri yaşadım. Acaba kimse kendi kendine “Nedir bu aydınlanma, kim kimi aydınlatacak?” diye sormuş mudur? Aydınlanmadan bahseden çoğu kişiyi yakından tanıyınca tanıdığıma pişman olmuşumdur. Bu insanların çoğu ceberut, insan sevgisi olmayan kişilerdi. Kendilerine hayran, her şeyi bildiklerini sanan, toplumu eğitmek için ilahi görev aldıklarına inanıyorlardı. Bazı sözleri ve çoğunlukla da yüz ifadeleri, çevrelerindeki herkesin cahil olduğunu düşündüklerini, bu cehalete tahammül etmenin büyük bir azap olduğunu ifade ediyordu. Şikâyet, eleştiri ve olumsuzlukları sergilemeyi bir marifet sanıyorlardı. Hoş hâlâ da bu konuda direnen bazı insanlar tanıyorum. Çünkü yıllardır böyle bir hayat sürdüler, artık değişmeleri ve geçmişlerinde yanlış yaptıklarını kabul etmeleri mümkün değil. Onların topluma önderlik etme düşünceleri, toplumun bugünkü seviyesini belirledi. Eğer bugün genel olarak büyük bir seviye kaybı içindeysek, yalnızca bizim toplumumuzda değil, tüm dünyada bu gerçek olmayan aydınlanma için enerjilerini boşa harcayan insanların suçlu olduğunu düşünüyorum. Üst düzey eğitim almış, topluma öncülük etmesi gereken insanların büyük bir çoğunluğunun toplumu ileri taşımak, kültürel seviyesini yükseltmek, ahlak anlayışını pekiştirmek için değil, bir hayal uğruna zaman harcadıklarını gördükçe üzülüyorum.
Toplumun ortak kalitesini yükseltmenin tek yolu, bireysel insan kalitesini yükseltmektir. Ülkemizin her ferdi, kendinden sorumlu olarak hareketle, kendi seviyesini yükseltirse, tüm kurumların ve tüm kuruluşlarında kalite seviyesinin yükseleceği unutulmamalıdır. Bireysel kalite yükselmeden, toplumsal kalite de yükselemez.
Anlaşılacağı gibi, fizik bilimi bize toplumsal çözümler üretmemiz için de yardımcı olmakta, tabii farkına varabilirsek…