Merkez Bankası bu hafta TL uzlaşmalı vadeli döviz işlemlerine başlayacağını açıkladı. Amaç, döviz borcu döviz varlığından fazla olan şirketlerin yükselen kur karşısında paniğe kapılıp ani döviz taleplerinin önüne geçmek. Türkiye’de bu şekilde olan dövizde açık pozisyon taşıyan 26.000’in üzerinde şirket var. Bunların açık pozisyonlarının toplamı ise 212 milyar dolar dolayında. Yani şirketlerimizin döviz borçları döviz varlıklarından 212 milyar dolar daha fazla. Birçok analiste göre ekonominin yumuşak karnı bu noktadır. TL’nin her kuruşluk değer kaybında bu şirketlerin bilançoları bozuluyor, kredi imkânları daralıyor. Bu tablonun kısmen rahatlatıcı yanı ise 212 milyar dolarlık açığın yüzde 80’inin 2.000 dolayında firmaya ait olması. Bir diğer teselli noktası kısa vadeli varlıkların kısa vadeli yükümlülüklerden fazla olması. Sonuçta, öyle ya da böyle, bu şirketler kur riski taşıyorlar ve kur artışlarında bilançolarına zarar yazıyorlar.
Olası etkileri
Merkez Bankası vadeli işlem açıklamasıyla bu kesimi rahatlatmak isterken, bunlardan gelen ani döviz taleplerini yumuşatmak ve böylelikle TL’deki aşırı oynaklığın önüne geçmek istiyor. İhalelerin ne şekilde yapılacağı ekonomi sayfalarında
Tüm dünyada sağlıklı gıdaya yönelişle “zeytinyağı” kullanımı artıyor... Zeytinyağına geleceğin petrolü diyenler var. Zeytin ve zeytinyağının anavatanında yaşıyoruz. Bunu çok iyi değerlendirmemiz şart.
Hafta sonu Yudum ve Egem gibi markaların üreticisi olan Savola’nın davetlisi olarak Ayvalık’ta zeytin hasat günlerindeydik. İki gün boyunca zeytin konuştuk, zeytin dinledik, zeytin yedik, zeytinyağı içtik. Çok şey öğrendik.
- Önce iyi haber; zeytin üretiminde 2 milyon ton sınırı ilk defa bu yıl aşılacak. Bu demektir ki zeytinyağı üretimi de ihracatı da geçen yılın üzerine çıkacak. Yapılan verimlilik artışı çalışmalarının etkisiyle üreticinin “var yılı-yok yılı” olarak adlandırdığı dönemsellik farkı azalıyor. Budama, zararlılarla mücadele, sulama ve gübreleme alanlarında yapılan iyileştirmeler ve yeni dikimler sonuç veriyor.
- Kötü haber ise yıllardır aynı konuları tartışıp duruyor olmamız. Zeytinin anavatanında yaşıyoruz ama dünya çapında bir marka yaratamıyoruz, dünya pazarlarında payımızı artıramıyoruz, tarım alanlarını korumakta zorlanıyoruz. Hektar başına verimlilikte İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın yarısı, hatta 3’te biri düzeyindeyiz. Zeytin ağaçlarının verimliliği düşük olunca
Merkez Bankası, aylardır tekrarladığı gibi dünkü açıklamasında yine “Enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme ve hedeflere uyum sağlanana kadar para politikasındaki sıkı duruş kararlılıkla sürdürülecek” dedi. 2017 boyunca da para politikasında sıkı duruşun korunduğu vurgulandı. Ama açıklamalar gösteriyor ki sıkı olduğu söylenen para politikası enflasyonu hedefle uyumlu hale getirmek bir yana tahmin edilen seviyelerde bile tutmaya yetmedi. TCMB Ocak sonunda açıkladığı bu yılın ilk enflasyon raporunda 2017 sonu enflasyonunu yüzde 8 olarak tahmin etmişti. Nisan sonundaki raporda tahmini yüzde 8.5’e, ağustos başında 8.7’ye ve nihayet dünkü raporda ise yüzde 9.8’e yükseltti. Bu revizyonlar enflasyon sorununun ciddiyetini ortaya koyuyor.
Dikkat çekenler...
Merkez’in dünkü sunumunda dikkat çeken noktalar var:
Döviz kuru oynaklığı ve risk primi göstergeleri temmuzdan bu yana diğer gelişmekte olan piyasalara göre daha olumsuz bir seyir izledi. Yani Türkiye diğer ekonomilerden olumsuz yönde ayrıştı. Bu durum önemli, çünkü devamı halinde gelişmekte olan piyasalara yönelik sermaye akışından aldığımız pay azalabilir.
Petrol fiyat artışı ve TL’nin değer kaybı üçüncü çeyrekte maliyet yönlü
En muhafazakâr tahminlere göre Türkiye’de yastık altında 2.200 ton altın olduğu biliniyor. Hareketsiz yatan bu altını ekonomiye kazandırmak için birçok girişim oldu ama Hazine’nin son altın tahvili ve sertifikası ihracında da olduğu gibi ilgi hep sınırlı kaldı. Oysa nihayetinde çalınma ya da kaybolma riski olan, hiçbir getirisi olmaksızın kuytularda tutulan bir metalden bahsediyoruz. Teoride enflasyona ve jeopolitik risklere karşı bir korunma aracı olarak gösteriliyor.
Ne olur ne olmaz...
Yüksek enflasyon kültüründen gelen halkımız tarafından geleneksel bir tasarruf aracı ve “ne olur ne olmaz” yatırımı olarak yerini hep korudu, kayıt dışı sektörler tarafından ise parayı park edecek bir adres olarak görüldü.
2016 ile biten son 10 yıllık getirilere bakıldığında altın yüzde 222’lik reel getiri ile en fazla kazandıran enstrüman olmuş.
Bu açıdan bakarsanız “Bravo Türk halkına, yanılmamış, doğru aracı bulmuş” diyebilirsiniz. Ama son 10 yıllık değil de 5 yıllık reel getirilere bakarsanız yüzde 10 kayıp ile en fazla kaybettiren araç olduğu için “Yazık olmuş” de diyebilirsiniz.
Baz yılı ya da başlangıç yılını değiştirdiğinizde farklı tablolar elde edersiniz. O nedenle bunu geçip ülke
Yıl başında ekonomi dibe vurduğunda 3 kritik adım atıldı: 1) Bazı sektörlerde vergi indirimleri yapıldı. Özel tüketim vergisi beyaz eşya ve elektrikli ev aletlerinde yüzde 6.7’den sıfıra, mobilyada yüzde 18’den 8’e çekildi. Gayrimenkulde 150 metrekarenin üzerindeki konut teslimlerinde KDV oranı yüzde 18’den 8’e indirildi.
Tapu harcı ise binde 20’den 15’e indirildi. Bu vergi teşvikleri sayesinde bu sektörlerde talep canlandı. Üretici soluk aldı. 2) Kredi Garanti Fonu sistemi ile teminat sorunu olan özellikle küçük ve orta boy ölçekli şirketlere hazine kefaletiyle borçlanabilme imkânı getirildi.
Taze kredi bulamadıkları için zorlanan şirketler yaklaşık 200 milyar liralık krediye kavuştular, onlar da soluk aldılar. 3) Şirketlerin sosyal güvenlik kurumu prim ödemeleri kısmi olarak ertelendi.
Böylece şirketler kesimi yaklaşık 11 milyar liralık bir prim yükünü 10 ay erteleyerek bir anlamda sıfır faizli kredi kullanmış oldular. Bu da prim yükü altındaki şirketlere soluk aldırdı.
Bu 3 adım sayesinde ekonomi beklenin de üzerinde büyüdü, tırmanan işsizlik frenlenebildi. Ama her şeyin olduğu gibi, teşviklerin de bir sonu vardır, olmalıdır da. Eylül ayı sonundan itibaren normale dönüş başladı.
Ödemeler dengesine bakıyor musunuz? Ekonominin görünüme dair çok şey anlatıyor. Ağustos rakamları dün açıklandı. Aylık açık 1.2 milyar dolar ile beklentinin biraz altındaydı. Dış ticaret açığı bozuldu ama turizmin etkisiyle hizmetler geliri artınca cari açık beklendiği kadar yüksek çıkmadı. 12 aylık açık 36.97 milyar dolardı. Rakamlarda çok fazla boğulmadan ana hatlarına bakalım:
- Cari işlemler dengesi bu yıl geçen yıla göre bozuldu. Bozulma dramatik düzeyde değil ama büyümenin hızlanmasına bağlı olarak açık genişliyor. İç tasarruf yetersizliği nedeniyle Türkiye’de büyüme ve cari açık ayrılmaz ikili oldu. Büyümemizi içerideki tasarruflarla finanse edemediğimiz sürece bu tablo devam edecektir.
Mevsim etkisinden arındırdığınızda alt göstergelerin neredeyse tamamında bozulmayı görmek mümkün. Enerji ve altın hariç tutulduğunda rakamlar daha iyi görünebilir ama bence anlamı yok. Sonuçta altın ve enerji ithal ediyoruz. O nedenle manşet rakama bakmak gerekir.
İhracat fena değil
- Diğer ülkelerle yaşanan tüm sorunlara rağmen ihracat performansımız yine de fena değil. Dokuz ayda ihracat geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10.6 artışla 114.7 milyar, 12 aylık ihracat ise yüzde 9 artışla 153
Yılın ilk 9 ayı geride kaldı. Bir değerlendirme yapmak gerekirse, en fazla yeri hazine kefaletli Kredi Garanti Fonu (KGF) sistemine ayırmak gerekir. KGF bu yıla damgasını vurdu. İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın tanımlamasıyla “2017’nin muhteşem bir inovasyonu”ydu. Ekonomide finansmana erişimin sorun olduğu bir dönemde ciddi bir teminat kaldıracı görevi gördü bu yılın büyümesine 1.5-2 puan katkı yaptı. Ekonominin ciddi bir durgunluğa girdiği dönemde kritik bir müdahaleydi. Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras’ın benzetmesiyle “ilaç” gibi geldi. “Ama bu ilaç bir kortizon. Aldın mı iyi hissedersin ama iyileştirici değildir.”
KGF politika yapıcılara soluk aldırdı, kalıcı düzelmeyi sağlayacak önlem alma fırsatı sağladı. Önlem alınmazsa Türkiye, firmaların teminat sorununu aşmak, KOBİ’lerin finansmana erişimini kolaylaştırmak ve 2018-20 için belirlenen yüzde 5.5’lik iddialı yıllık büyüme hedefine ulaşmak için şapkadan yeni tavşanlar çıkarmak zorunda kalabilir.
KGF’nin yarattığı yüksek büyüme ivmesi yavaş yavaş hız keserken buradan Hazine’ye gelecek yük ve sorunlu kredilere etkisi tartışılıyor. Tam resmi ve sistemin performansını kredi geri ödemeleri yıl sonunda başladığı zaman görmeye
Orta Vadeli Program (OVP) dün 3 bakanın katıldığı bir basın toplantısıyla açıklandı. OVP kamu ve özel kesim için öngörülebilirliği artıracak bir yol haritası olduğu için üzerinde derin analizler yapılmasını hak eden belgelerdir. Açıklamanın sona ermesiyle yazının gazeteye gönderilmesi arasındaki yaklaşık iki saatlik sürede hızla üzerinden geçip dikkat çeken bazı noktaları özetlemeye ve yorumlaya çalıştım.
- Program dönemi boyunca yıllık yüzde 5.5 gibi Türkiye ekonomisinin yüzde 4.8 olan potansiyel büyüme oranının üzerinde bir hızla büyümesi öngörülüyor. Bu sayede yüzde 11 dolayına yükselen ve ciddi bir sorun haline gelen işsizlik oranın gerileyerek 2019’da ancak tek haneye inmesi arzulanıyor.
Üçüncü yılın sonunda işsizlik oranı yüzde 9.6’ya inecek ama bu rakam bile Türkiye’nin 2013 yılındaki işsizlik oranın oldukça üzerinde. Büyümenin yüzde 5.5’in altında kalması halinde zaten yüksek olan işsizliğin düşmek bir yana daha da yükselmesi kaçınılmaz olacak. Bu nedenle OVP büyüme ve istihdam odaklı bir yapıya oturtulmuş.
Üç yılda tarım dışı kesimde 3 milyon 367 bin kişiye istihdam yaratılması hedefleniyor. Böylesi bir hedefi ancak ve ancak arka arkaya birkaç yıl boyunca yüksek büyüme