Her ne kadar bazıları tarafından çöküş olarak adlandırılsa da piyasalarda fiyat düşüşleri aslında bir süredir beklenen düzeltme hareketiydi. İşte benim yaşananlardan ve yapılan tartışmalardan çıkardıklarım.
Dünya piyasaları son bir haftaki gibi bir düşüşü neredeyse yedi yıldır görmemişti. Çarşamba günü düşüş durdu, piyasalar toparlandı. Bu bir haftalık hareketten ne anladık? İşte benim yaşananlardan ve yapılan tartışmalardan çıkardıklarım:
-Her ne kadar bazıları tarafından çöküş olarak adlandırılsa da piyasalarda fiyat düşüşleri aslında bir süredir beklenen düzeltme hareketiydi. Belki de yıllardır soluksuz tırmanan borsalardaki gecikmiş düzeltme demek daha doğru.
-Dünya ekonomilerinin toparlanmakta olduğu, işsizlik oranlarının gerilediği ve gelişmiş ekonomilerin krizden bu yana en iyi dönemlerini yaşadıkları bir zamanda piyasalarda çöküş olması çok olası değil. Buna karşın likidite bolluğu ve büyümenin de etkisiyle şişen piyasaların bir düzeltme yaşamadan devam etmesi ise çok zor.
-Büyüme arttıkça, gelişmiş ekonomiler tam istihdam seviyesine yaklaştıkça, enflasyon ve dolayısıyla yıllardır ultra-düşük seviyelerde tutulan faizlerin de yükseltileceği beklentisi güçlenmeye başladı. Bu
Türkiye küçük ve orta ölçekli işletmelerin dövizle borçlanmasına kısıtlama getirerek çok önemli bir adım attı. Daha önce bireylerin döviz cinsinden borçlanmasının önüne geçilmişti. Bu adımın doğruluğunu son birkaç yıldaki kur hareketlerinde açık şekilde gördük.
Eğer TL’nin sert değer kaybetmesine neden olan bu şoklara vatandaşın yüksek döviz borcu taşıdığı bir durumda yakalansaydık sonuç yıpratıcı olurdu. Bu yeni adımla döviz geliri olmayan şirketlerin dış borçlanmasının önü kesilirken, döviz geliri olanın yapacağı borçlanma son 3 yıllık ortalama döviz kazancıyla ilişkilendirilerek sınırlandırılıyor.
Geçen hafta Davos’ta konuştuğum Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bu adımla kurda oynaklığın azalacağını ve Türkiye’nin risk priminin aşağı geleceğini söyledi.
Gerçekten de bu karardan etkilenecek KOBİ’lerin çok büyük bir bölümünün kur riski yönetme bilgi ve becerisi yok. TL’nin değer kaybettiği dönemlerde yaptıkları panik alışlarla kurdaki düşüşü ve oynaklığı daha da kötü hale getiriyorlar. Bu nedenle açıklanan son önlem piyasadaki oynaklığı azaltmaya yardımcı olur.
Ancak bu adımın önemli bir de yan etkisi olacaktır.
Türkiye 2002’den sonra büyümesini kısmen özel sektörün yaptığı döviz
Geçen hafta Dünya Ekonomik Forumu’nu izlemek üzere Davos’taydım. Oturumları izledim, katılımcılarla konuştum, sokaklarında dolaştım. Neler mi öğrendim?
2018 iyimserlik yılı
Davos’a gelen işadamları, bankacılar ve profesyoneller bu yıla ilişkin oldukça iyimserler. 2017’de başlayan büyümenin bu yıl da devam etmesini bekliyorlar. Bu iyimserliğe aykırı görüşler de yok değil. Piyasalardaki ralliye karşı uyaranlar, borsalarda düzeltme yaşanabileceği uyarısında bulunanlar da var. Özellikle geçmişte Davos’taki hakim beklentilerin gerçekleşmediği yılları hatırladığımda bu iyimserlik rahatsız edebiliyor. Davoscular 2008 krizini, Trump’in zaferini, İngilizlerin Brexit’i seçecegini öngörememişlerdi. Umarım bu yıl yanılmazlar.
Türkiye algısı bozulmuş
Geçmişte bazı yıllarda Türkiye Davos’u sermaye çekmek için bir tanıtım platformu olarak başarıyla kullanmıştı. Ancak son birkaç yıldır oldukça geri planda kaldık. Hindistan, Çin, Rusya, Endonezya, Arjantin ve hatta Ukrayna bile Davos sokaklarında yoğun bir tanıtım çabasındayken Türkiye markası ortada yoktu. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek yoğun ikili temasları arasında birkaç panelde konuştu. İçerikte güçlü, konulara hakim, hitabette ise
Dünya ekonomi-sine yön veren 3 bini aşkın kişinin bir araya geldiği Davos’taki hava karışık. Bir yanda iyimserlik, diğer yanda endişe var. İyimserliğin kaynağı anketlere yansıyan büyüme tahminleri. PwC’nin 1.300 CEO arasında yaptığı anketten çıkan büyüme beklentisi oldukça iyi. Reuters’in dün açıkladığı bir başka anket sonucuna göre ise dünya bu yıl 2010’dan bu yana görmediği kadar yüksek bir büyümeye kavuşacak. Davos’ta konuştuğum şirket yöneticileri de 2018 büyümesinden yana rahat görünüyor. Ama bir de tedirginler var. Bunlar dünya ekonomisinin ve piyasalarının bugünü ile 2008 krizi öncesindeki durumu arasında paralellikler kuruyorlar. Yine de ağır basan görüş bu yıl artan jeopolitik sorunlara rağmen dünya ekonomisinin genel olarak bir kazaya uğramadan en az 2017 kadar büyüyeceği yönünde. Davos’taki işadamları ve ekonomistler Türkiye, Çin ve Hindistan gibi 2017 küresel büyüme ortalamasını yukarı çeken üç ekonomi bu yıl aynı hızda büyümese bile IMF’nin yüzde 3.9’luk büyüme tahminine ulaşılacağını düşünüyorlar.
Tedirginlik kaynaklarından en önemlisi ise artan korumacılık eğilimi ve bunun dünya ticareti ile büyümesi üzerinde yaratacağı baskı. Salı günü Forum’un açılışında konuşan
Geçen yılki Davos toplantılarının tartışmasız yıldızı, siyaset dünyasında son yılların fenomeni Kanada Başbakanı Justin Trudeau, “2018” döneminde yerini ABD Başkanı Trump’a bıraktı. “Parçalı dünyada gelecek yaratmak” için buluşan liderler Trump engeliyle karşı karşıya
Dünya Ekonomik Forumu bugün Davos’ta başlıyor. Önceki yılın yıldızı Kanada Başbakanı Justin Trudeau’ydu. Sıra dışı genç lideri dinlemek, onunla fotoğraf çektirmek için kuyruk oluşmuştu. Geçen yılın yıldızı ise Çin lideri Xi Jinping’di. “Davos elitleri”ni kendisine hayran bıraktı. Bir komünist olarak “küreselleşme” ve “ticaretin serbestleştirilmesi” mesajlarını verdi, milyarderlerin güvenini kazandı. Bu yılın starı ise Trump olacak.
Aslında Amerika başkanları Davos’a gitmeyi pek sevmezler. Çünkü Davos toplantıları milyarderler kulübünün bir buluşması olarak bilinir. Sosyetenin kayak merkezlerinin birinde milyarder iş adamlarıyla beraber resim vermenin bir siyasetçi için hata olduğunu düşünürler. Davos’a son olarak 2000 yılında zamanın başkanı Bill Clinton katılmıştı.
Sürpriz bir karar
Trump’ın katılma kararı sürpriz oldu çünkü seçim kampanyasında kullandığı malzemelerden biri de “Davos”tu. “Davosçu”lara boyun
Türkiye’nin büyümesi ile cari açığı arasında çok güçlü bir ilişki var. Bir akış diyagramı yapılacaksa ilk sıraya sürecin finansmanı konulmalı. İçerideki tasarruflar yetmiyorsa bu finansmanı dışarıdan bulacaksınız. Sonra o finansmanla dış alımınızı yani ithalatı yapacaksanız. Ardından, ithal ettiğiniz girdileri kullanarak üretecek, yani büyüyeceksiniz. Bu esnada ürettiğinizin bir bölümünü ihraç edeceksiniz, yani döviz geliri yaratacaksınız.
Finanse edebiliyoruz
Bu sürecin sonunda ise cari dengeniz ortaya çıkacak. Bu akış aynı zamanda “Belki yüksek cari açık veriyoruz ama bunu finanse edebiliyoruz” söyleminin de çok fazla anlam taşımadığını gösteriyor. Çünkü finanse edilemeyen bir cari açığın verilmesi söz konusu değil.
Türkiye ortalama her yıl yüzde 5 dolayında büyümek istiyor. Aslında gelişmiş ülkelerle arasındaki gelişmişlik farkını kapatması ve her yıl çalışma yaşamına katılan 1 milyonun üzerindeki vatandaşına iş yaratması için bunun altına da inmemesi gerekiyor. Öte yandan üretmek için ihtiyaç duyduğu birçok girdiyi içeride üretemediği için ithal etmek zorunda. Yurtiçindeki kendi tasarrufları ise bu boyutta bir büyümeyi finanse edecek kapasitede değil. Böyle olunca, mevcut
“Ekonomi hızlı büyürken işsizlik neden azalmıyor” şeklinde yakınmalar duyuluyor. Bunun en önemli nedeni, ara malları içeride üretmek yerine ithal etmek ve kayıtdışı istihdamdır
Ekonomi hızlı büyüdüğü halde işsizliğin hâlâ yüksek düzeyde seyretmesi “Bu büyüme neden istihdam yaratmıyor?” yakınmalarına yol açıyor. Detaya inmeden önce bazı noktaları hatırlatmak gerek.
- Türkiye ekonomisinin büyüdüğü halde istihdam yaratmadığı doğru değil. Eylül ayı ile sona eren bir yılda ekonomi 1.2 milyon kişiye istihdam yarattı. İstihdam edilenlerin sayısı yüzde 4.5 arttı.
- Aynı dönemde işsiz sayısı ise 104 bin kişi, yani yüzde 3 azaldı.
- Bu dönemde Türkiye ekonomisi ortalama yüzde 7’nin üzerinde büyüdü.
Yapısal bir sorun
Ekonominin yüzde 7’nin üzerinde büyüdüğü halde istihdamın daha yavaş artması ve işsiz sayısının daha az azalması “büyümenin yeterince istihdam yaratamadığı”, “büyümenin yeterince istihdam dostu olmadığı” ya da “büyümenin istihdam yaratma kapasitesinin düşük olduğu” gibi ifadelerle açıklanabilir. Ekonomistler bu tanımları çok kullanırlar. Biraz kafa karıştırıcıdır. Kısacası, ekonomi büyüdüğü, üretim arttığı halde işsizlik eğilimin devam etmesi, istihdamda ekonomideki büyüme kadar
Bazı ekonomistler “Cari açıktır” der ama bence Türkiye ekonomisinin şu andaki en önemli sorunu enflasyondur. Dün açıklanan rakamlar da bunu bir defa daha ortaya koydu.
Aşağıdaki tabloda 2016 Aralık ayı itibarıyla ekonomideki değişik tarafların 2017 sonu enflasyon beklentisi yer alıyor. Yıla başlarken Merkez Bankası’nın 2017 enflasyon hedefi yüzde 5’ti. 2016 sonunda Orta Vadeli Program açıklandığında hükümet biraz daha ihtiyatlı davranıp 2017 enflasyon hedefini yüzde 6.5 olarak açıklamıştı. Tüm bunlar olurken Merkez Bankası beklenti anketine katılan piyasa profesyonellerinin 2017 sonuna ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 8.04’tü. İşler öngörüldüğü gibi gitmeyince hükümet, ekim ayında hedefi daha doğrusu tahminini 3 puan artırarak yüzde 9.5 olarak revize etti. Dün açıklanan gerçekleşme ise yüzde 11.92 oldu. Özetle, 2017 yılında fiyat istikrarını sağlama konusunda başarısız olduk. Hem de öyle böyle değil, hedeflerden çok ciddi boyutta saptık. Bu sapma bundan sonra enflasyon konusunda işimizin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.
Yıllık enflasyon gerilerken çekirdek enflasyon yükseldi
2016 yılının aralık ayında aylık enflasyon yüzde 1.64 gibi oldukça yüksek düzeyde gerçekleşmişti. Oysa son