Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

İkinci Dünya Savaşı sonrası beşeri sermayeye ve meritokratik sisteme yapılan aşırı vurgu eğitim sistemlerinde kitleselleşmeye doğru önemli bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Ülkeler temel ve ortaöğretimde eğitim çağ nüfusunun tamamını eğitim sistemine dâhil edecek şekilde genişleme politikalarına ağırlık vermişlerdir. Dahası, bu eğilim sadece bu eğitim kademeleri ile de sınırlı kalmamış, daha önce nüfusun çok dar bir kısmına hizmet eden yükseköğretim sistemleri de kitleselleşmeye zorlanmıştır. Beşeri sermaye yapılan yatırımların önemli bir göstergesi olarak nüfusun ne kadarının yükseköğretim mezunu olduğu artık sıklıkla kullanılmaktadır. Ülkeler bu oranları yükseltmek için yeni projeler yürütmektedir. Beşeri sermaye üzerinden ülkelerin rekabeti bireylerin eğitim yatırım sürelerini de sürekli uzatmaktadır. Çoğu gelişmiş ülkede eğitim artık okul öncesi eğitimden doktoraya kadar uzamaktadır.

Haberin Devamı

Eğitim arttıkça sadece istihdam oranının artmadığı, ayrıca alınan ücretlerin de arttığı bilinmektedir. Doktora eğitimi bu avantajın en uç noktasında yer almaktadır. ABD’den örnek verecek olursak ABD Ulusal Bilim Vakfı’nın (NSF) Doktora Mezunları Anketi'ne göre, 2013 yılında ABD genelinde 25 yaş ve üzerindeki nüfus için işsizlik oranı %6,3 iken bilim, mühendislik veya sağlık alanlarında doktorası olan kişilerin yalnızca %2,1’i işsizdir (Make the most of PhDs, Nature News, 528(7580), 2015). Doktora eğitimi sadece yükseköğretim kurumlarının öğretim üyesi ihtiyacı için kritik değil, ayrıca üniversite dışı kurum ve kuruluşlarda AR-GE çalışmaları ve dolayısıyla inovatif kültürün yaygınlaşması için de oldukça önemlidir. Bir başka deyişle, üniversite dışı kurumlardaki doktora mezun oranları işgücü piyasalarını tahkim etmekte ve ülkelerin rekabet güçlerinin artmasında kaldıraç görevi görmektedir.

ABD ve Çin’de yükseköğretim kurumlarının ihtiyaçlarından çok fazla doktora mezunu verilmesi ve bu oranın yıllar geçtikçe düşme yerine sürekli artması tesadüfi değildir. Beşeri sermaye ile ilgili rekabetin boyutunu göstermektedir. Bu mezunların önemli bir kısmı doktora sonrası araştırmacı olarak üniversitelerin araştırma kapasitelerinin artmasına katkı verirken önemli bir kısmı da işgücü piyasasında farklı kurumların araştırma kapasitesini sürekli güçlendirmektedir. Örneğin, Indiana, Iowa, Michigan, Minnesota, Ohio State, Purdue, Penn State ve Wisconsin üniversitelerinin doktora mezunlarının işgücü piyasasına nasıl dağıldıklarını inceleyen bir çalışmaya göre doktora mezunlarının büyük kısmı (%57,1) doktora sonrası araştırmacı pozisyonlarına yerleşirken oldukça önemli bir kısmı (%38,7) ise sanayide iş bulmuştur (Wrapping it up in a person: Examining employment and earnings outcomes for PhD recipients. Science, 350(6266), 1367-1371, 2015). Yaklaşık %17’si Ar-Ge faaliyetinde bulunan firmalara ait kuruluşlarda çalışmaya başlarken yalnızca küçük bir yüzde (%4,1) kamu sektörüne geçmiştir. Yine aynı çalışma bulgularına göre ilaç ve tıbbi ürün üretimi, yarı iletkenler ve bilgisayar sistemleri tasarımı alanlarında istihdam edilen doktora mezunlarının oranı, ABD ortalamasının 4 ila 19 katı arasında değişmektedir.

Haberin Devamı

Alınan yıllık ücretlerde de çok ciddi artış söz konusudur. Örneğin, doktora mezunlarını istihdam eden medyan işyerinde, çalışan başına düşen ortalama bordro 90 bin doların üzerinde iken ABD genelindeki medyan işyerinde bu rakam 33 bin dolar civarındadır. Diğer taraftan, ABD iş gücünün yalnızca %8,3’ü ve Ar-Ge yapan firmalara ait işyerlerinde çalışanların %24’ü, çalışan başına yıllık 100.000 doların üzerinde bordroya sahip işyerlerinde çalışırken söz konusu çalışmada kullanılan örneklemdeki doktora mezunlarının %51’i bu tür işyerlerinde çalışmaktadır.

Haberin Devamı

Diğer ülkelerde hal böyleyken ülkemizde doktora eğitimi ve doktora mezun sayısı çok daha kritiktir. Çünkü diğer ülkelerde yükseköğretimde kitleselleşme ikinci dünya savaşı sonrası son 75 yılda istikrarlı bir şekilde sağlanırken ülkemizde son 20 yıla sıkışmıştır. Toplumsal taleplere cevap üretme ve ülkemizin rekabet gücünü artırmada yükseköğretimdeki genişleme son 20 yılda yoğunlaşmış, üniversite sayısı 70’li rakamlardan 200’ün üzerine çıkmıştır. Dolayısıyla, yeni açılan üniversitelerde öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için doktora mezun sayısı talebi bir anda artmıştır. Ancak, bu talebi karşılamada üniversitelerimizin performanslarının son derece düşük olduğu bilinmektedir. Tüm disiplinlerde doktora mezun sayısı bu kitleselleşme sürecinden önce yaklaşık 2 binler seviyesinde iken bu sayı daha yeni 10 binlerin üzerine çıkabilmiştir. Bırakın endüstrinin doktoralı insan kaynağı talebini karşılamayı, bu sayı yeni açılan üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için dahi yetersizdir. Karşılaştırma yapmak için sadece Almanya’ya bakmamız yeterlidir. Almanya’nın tüm disiplinlerden doktora mezun sayısı son 40 yılda her yıl 25-30 bin bandında gerçekleşmiştir. 

Yükseköğretimdeki genişlemeyi sağlıklı bir şekilde destekleyecek doktora mezun sayısına yönelik arz-talep dengesizliği nedeniyle yükseköğretimde örgün öğrenci kapasitesi oluşturmada yükün köklü üniversitelerden yeni kurulan üniversitelere kaydırılması ve böylece köklü üniversitelerin lisansüstü çalışmalara daha fazla ağırlık verebilmeleri fırsatı da kaçırılmıştır. Bu durumda yükseköğretime yönelik artan talebi karşılamak için yükseköğretim kapasitesi tekrar ya köklü üniversitelerden ya da açık öğretim programlarından sağlanmaya çalışılmıştır. Köklü üniversitelerin bu süreçte aldığı ilave yük nihayetinde lisansüstü performanslarını uzun vadede olumsuz etkileme riski barındırmaktadır. Yükseköğretim çağ nüfusunun kampüsler yerine açık öğretim programlarına yerleştirilmelerinin beşeri sermayemizin çok yönlü yetiştirilmesinde yol açtığı dezavantajlar ise zaten açıktır. Bu bağlamda, YÖK’ün son dönemde açık öğretim programlarında kapasite daraltmaya gitmesi doğru bir politikadır.

Yükseköğretim sistemimizin bu kısır döngüden acilen çıkması gerekmektedir. Bunun için üniversitelerimizin doktora programları gözden geçirilmeli, iyileştirilmeli ve çok boyutlu destek kapsamına alınmalıdır. Ülkemizin son dönemde işgücü piyasasında orta teknolojiden yüksek teknolojiye geçiş sürecini yaşaması, bu sürecin insan kaynağı açısından desteklenebilmesi için de doktora mezun sayısının artırılmasını zorunlu kılmaktadır. Doktora çalışmaları bilgi üretimi açısından ülkemizin önüne koyduğu hedefleri ve iddiaları gerçekleştirmesi açısından da son derece kritiktir. Elbette, burada derdimiz sadece sayı değildir. Sayının nitelikli bir şekilde artırılması gerektiği izahtan varestedir. Kısacası, doktora meselesi bir memleket meselesi olmaya devam etmektedir!