Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

Yapay zekâ toplumsal alanları hızla dönüştürmeye devam etmektedir. Bu kapsamda en köklü dönüşüm işgücü piyasalarında ve dolayısıyla eğitim sistemlerinde yaşanmaktadır. Yapay zekâ teknolojileri meslekler ve iş pozisyonlarının gerektirdiği beceri setlerini hızla değiştirmekte, sonuçta bazı meslekler ve iş pozisyonları işlevsiz hale gelmektedir. Diğer taraftan yeni ortaya çıkan veya çıkacak iş pozisyonlarının gerektirdiği yüksek beceri ve yetkinliklerin çoğu zaman eğitim sistemlerinde bir karşılığı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu dönüşümün istihdamda yol açabileceği yıkıcı etkilerin şiddetini eğitim sistemlerinin ve özellikle yükseköğretim sisteminin bu hızlı dönüşüme ne kadar hızda ve doğru bir şekilde cevap üretebileceği belirleyecektir.

Haberin Devamı

Yükseköğretim sistemi yapay zekânın yaygınlaşması ile bir meşruiyet krizi ile mi karşı karşıyadır? Bu sorunun cevabını araştıran Larry Liu, yükseköğretim sistemleri üzerindeki yapay zekânın dönüştürücü etkisini kuramsallaştırmak için Habermas’ın meşruiyet krizi çerçevesi ile Collins’in belge (diploma) enflasyonu ve toplumsal dışlama çerçevesini kullanıyor (AI and the Crisis of Legitimacy in Higher Education, American Journal of STEM Education: Issues and Perspectives, 4, 16-26, 2024). Liu, yükseköğretim sistemleri bağlamında meşruiyeti, ‘yükseköğretim diploması almanın, güvenli ve arzu edilen orta sınıf işlere ulaşmak ve toplumsal hareketliliği sürdürmek ya da artırmak için gerekli olduğuna dair toplumsal ortak inanç’ olarak tanımlamaktadır.

Eğitim arttıkça istihdam edilebilirliğin halen artması ve alınan ücretlerin de halen daha yüksek olması üniversitelerin mevcut durumda meşruiyetlerini sürdürdüklerine işaret etmektedir. Dahası, yapay zekânın işgücü piyasasına etkisiyle çoğu iş pozisyonu ortadan kalkarken korunan işlerde yeni becerilere ihtiyaç duyulması ve ortaya çıkan veya çıkacak işlerde daha yüksek beceri beklentisi eğitimi lisans seviyesinden özellikle doktora seviyesine doğru uzatacağı için yükseköğretimin meşruiyetinin artmasını da sağlayabilir. Ancak, burada kritik olan ortaya çıkacak bu potansiyeli yükseköğretim sistemlerinin ne kadar hızlı ve doğru bir şekilde kullanabilecekleridir.

Haberin Devamı

Diğer taraftan, işgücü piyasalarında diplomadan çok beceriye ağırlık verme eğiliminin giderek arttığı görülmektedir. Bu eğilim önlisans sertifika programları ve kısa vadeli yeterlilik belgelerine olan ilgideki artıştan da izlenebilmektedir. Liu’nun belirttiği gibi IBM, Google ve Delta Air Lines gibi özel sektör işverenleri de bazı pozisyonlar için diploma gerekliliklerini azaltmaya başlamıştır. Çoğu ülkede çıraklık programlarını teşvik çabalarının arttığı görülmektedir. Dahası, lise mezunlarının ücretlerinin artmasıyla birlikte üniversite ücret primi düşüş göstermektedir. Dolayısıyla, Liu’nun öngörüsüne göre öğrencilerin üniversite dışı ve kazançlı seçeneklere yönelmesiyle birlikte, üniversiteye kayıt oranlarındaki düşüş kalıcı hale gelebilir.

Bu konuda dolaylı bir etki de, çoğu ülkede nüfus artış hızları ve doğurganlık oranlarında yaşanan sert düşüşlerden kaynaklanacaktır. Çoğu gelişmiş ülke nüfusun yenilenebilme eşiğinin çok altında bir doğurganlık oranına sahiptir. Dolayısıyla, nüfuslar yaşlanmakta ve genç nüfus azalmaktadır. Demografilerde yaşanan bu köklü dönüşüm de dolaylı olarak yükseköğretim talebini giderek düşürecektir.

Haberin Devamı

Eğitim arttıkça istihdam imkânının ve gelirin artması, yükseköğretime yönelik talebi sürekli canlı kılmaktadır. Ayrıca, ülkelerin ekonomik rekabet güçlerini artırmak için daha yüksek becerili insan kaynağı yetiştirme hedefi de bu talebi ivmelendirmektedir. Birbirini besleyen ve talebin artmasını teşvik eden mekanizmalar nedeniyle yükseköğretim sistemleri kapasitelerini sürekli artırmış ve belirli bir noktadan sonra işgücü piyasalarının talep ettiğinden veya mevcut iş pozisyonlarından çok daha fazla yükseköğretim mezunu vermişler ve vermeye de devam etmektedir. Diploma bolluğu olarak ifade edilen bu durum yükseköğretimin değerini düşürmüş ve istihdam rekabetini artırarak fark yaratmak için gerekenden daha fazla yeterlilik ve ilave sertifikasyon çevrimini güçlendirmiştir. Bu durum önemli bir sorun alanı olarak çoğu ülke için halen geçerlidir.

Diğer taraftan, özellikle 1980’li yıllardan itibaren otomasyonun yaygınlaşmasına yol açan teknolojik kırılmalar ile birlikte dönüşmeye başlayan işgücü piyasasında istihdam orta vasıflı çalışanlar aleyhine dönerken yeni iş pozisyonları oldukça yüksek becerili çalışanlar tarafından doldurulmaya başlamıştır. Yeni durum, bir taraftan orta sınıfların mevzi kaybetme sürecini hızlandırırken diğer taraftan yüksek becerilere orta sınıfların güç yetirebilirliğini de azaltmaktadır. Bu süreçte yüksek becerileri kazandıran maliyeti yüksek kaliteli yükseköğretim ile varlıklı aileler arasındaki bağ çok daha güçlü hale gelmiştir. Bu durumda yükseköğretim mezunu da olsalar orta sınıflar giderek işlerini kaybetmeye veya daha düşük beceri gerektiren ve dolayısıyla daha düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu eğilim yükseköğretime yönelik talebi de daha gerçekçi bir boyuta taşımayı zorunlu kılmaktadır. Liu’nun da ifade ettiği gibi istihdam ve iyi ücret temin edecek kaliteli yükseköğretim maliyeti arttıkça, mevzi kaybeden büyük kitleler için meslek okulları ya da üniversite diploması gerektirmeyen işler gibi alternatif yollar daha cazip hâle gelmektedir.

Yapay zekânın yukarda değinilen toplumsal kırılmaya yol açan ve eğitim ve işgücü piyasası arasındaki daha önce nispeten adil işleyen ilişkiyi köklü ve adil olmayan bir biçimde dönüştüren otomasyonu çok daha güçlendirme ve yaygınlaştırma potansiyeli taşımaktadır. Dolayısıyla, bu güçlü çevrimi kıracak veya zayıflatacak önlemler alınmadığında geniş toplumsal kitleler açısından yükseköğretimin meşruiyeti zayıflayacaktır. Liu’da makalesinde yapay zekânın sınırsız gelişiminin yükseköğretim sisteminin meşruiyetini zayıflatabileceğini öne sürmektedir. Dahası, yapay zekânın sağladığı kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimleri ve düşük ve orta becerili çalışanların verimliliklerini artırmaya yönelik sağladığı fırsatları hem geniş kitleler hem de işletmeler görmeye başlamıştır. Geniş kitleler meslek okullarına ve işgücü piyasasında dayanıklıklarını artıracak kısa süreli sertifikasyon programlarına yönelmektedir. Liu’nun da makalesinde ifade ettiği gibi işletmeler de giderek artan bir şekilde beceriye dayalı işe alımlara daha fazla odaklanmakta ve üniversite diploması şartını kaldırmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken meşruiyet sorununun tüm üniversiteleri etkilemediğidir. Tam tersine, ulusal ve uluslararası prestijli ve kaliteli üniversiteler için meşruiyet çok daha fazla artmaktadır. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi bu süreçte yüksek becerili işlerle bağını eskiye göre çok daha fazla güçlendiren bu üniversitelere talep oldukça yükselmekte, bu üniversitelerin kapasitesi kısıtlı olduğu için de erişim maliyeti yükselmektedir. Dolayısıyla bu üniversitelerle varlıklı aileler arasındaki bağ çok daha güçlü hale gelmektedir. Kısaca, meşruiyet sorunu sadece mevzi kaybeden büyük kitleler ve orta sınıflar için ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, Collins’in tarif ettiği üniversitelerin “toplumsal dışlama” (social closure) özelliği tekrar işlev kazanmaktadır.

Aslında genişleyen ve kitleselleşen yükseköğretim sistemiyle tahkim edilen meritokratik sistem bir şekilde mutasyona uğramakta, büyük kitlelerin yükseköğretime erişmeleri zamanla değerini yitirmekte ve sanki aristokratik sisteme geri dönülmektedir. Değerini veya meşruiyetini yitiren üniversiteler kitleselleşme sürecinde ortaya çıkan ve uzun geçmişi olmayan üniversitelerdir. Sunulan hizmetlerin kalite farkları derinleşmekte, dolayısıyla en kaliteliye erişebilme büyük kitlelerin gücünü maliyet olarak aşarken bir zamanlar orta sınıflara refah getiren tüm kurumlar değer kaybına uğramaktadır. Kısaca, önlemler alınmadığında dünya daha adaletsiz yeni bir çevrime doğru hızla sürüklenmektedir.